Lütfen şöyle etrafınıza bakın ve bir düşünün; siyasi parti ve görüş ayrılığı olmaksızın, gerek Ankara’ya gönderdiğimiz (milletvekilleri), gerek yerel görevlere getirdiğimiz (Belediye Başkanları ve Belediye Meclis Üyeleri) ve gerekse partilerin yerel teşkilatlarında siyaset yapan tüm bu kişilerin tek bir ortak paydaları var: “Ankara’daki Siyaset Baronlarının taleplerine ve çıkarlarına hizmet etmek”... Bunların bir de ortak özellikleri: “Kendi kişisel menfaatleri için çalışmak.”
Gerek Baronlar ve gerekse yereldeki Kâhyalar, kendilerine faydalı olacaklarını düşündükleri “akraba ve avanelerini kamu imkanları ile besleme” konusunda, birbirlerine benzer, ortak davranışlar sergilerler. Enteresan bir şekilde, halk tüm bunları açıkça gördüğü halde, yine e bunlara oy vermeye devam eder! Bu durum, gerçekten mantıken izah edilebilecek bir şey değildir!
KARADENİZ, DOĞU VE GÜNEYDOĞU İLLERİNİN FARKI
Bu durum genelde tüm illerde aşağı-yukarı aynı gibidir. Ancak, diğer illerden (özellikle Karadeniz, Doğu ve Güneydoğudaki) bazılarında, sürekli olarak, kendi memleketlerine ve kendi memleketlerinden yetişen bürokratlara yönelik “faydalı işler yapma becerisi olan” insanları seçmekte olduklarını açık bir şekilde görüyoruz. İç Anadolu’dan itibaren, batıya doğru geldikçe, hem seçilen kişilerin sayıları, hem de memleketlerine yönelik fayda üretme kabiliyetleri azalmaktadır.
Türkiye’de yıllardır devam eden bu duruma ciddi olarak kafa yoran kimse de pek yoktur; Balıkesir’de ise, bu durum kimsenin umuru bile değildir. Siyasi partiler, batı illerinde, oralı olmayan (ve yine çoğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu kökenli) adayları rahatlıkla “seçilebilecek” sırada aday gösterebilmekte, bundan dolayı, “o ilde oy kaybetmek” gibi, en küçük bir endişeleri bulunmamaktadır.
Gelelim, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere, kendi içinde birden fazla “seçim bölgeleri”ne ayrılmış olan büyük illere... Buralarda da, siyasi partilerin aday listelerinin üst sıralarında (ve hatta, Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi Üye adaylarının da) çoğunlukla, yine Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu kökenli isimlerin yer aldıkların görürüz. Kısacası, ülkemizde, seçimle göreve gelen siyasi kadroların kahir ekserisinin, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu kökenlilerden oluştuğunu söylemek, asla abartılı bir ifade değildir. Aslında, bunun neden hep böyle olduğu hususu, başlı başına araştırma konusudur.
Şu anda akla gelmeyecek türden istisnai ve sürpriz bir gelişme olmadığı taktirde, gelecek yıl, en geç 25 Haziran Pazar günü (yani, 10 ay sonra), Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri, ertesi yıl Mart ayı sonunda da, Mahalli İdareler Seçimleri yapılacak... Peki, acaba Balıkesir’de siyasetle meşgul olan ve uzaktan ya da yakından ilgilenen zevat içinde herhangi bir kimse, yukarıda sözünü ettiğimiz hususları dert ediyor mu? Hiç sanmıyorum açıkçası!
YEREL SİYASETTEKİ MEVCUT DENGELERİ DEĞİŞTİRMEK
Kısacası, asıl sorumuz şudur: Önümüzdeki, gerek Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerinde ve gerekse Mahalli İdareler Seçimlerinde, “gerçekten Balıkesir’i ve Balıkesirliyi düşünerek” hizmet etme niyetinde olan insanlar aday listelerinin “seçilebilecek sıralarında” yer alabilecekler mi? Ben şahsen, Ankara’daki Siyaset Baronlarının ve onların Yerel Siyaset Kâhyalarının buna izin vereceklerini pek düşünmüyorum; taa ki, Balıkesirliler, yerel Siyaset Kâhylarının, tamamen inisiyatifleri dışında geliştirecekleri, yeni ve farklı toplumsal örgütlenmelerle, kendi, öz iradelerini bu adamlara dayatma kabiliyeti kazanmış olsunlar!
Yoksa, Balıkesir siyasetinde de, bürokrasisinde de, çalan müzik de, oynanan oyunlar da (aşağı-yukarı aynı isimlerle) aynen devam edecektir... Ve böylece, Balıkesirliler olarak, son 60-70 yıldır olduğu gibi, yeni yetişen çocuklarımıza iş bulmak için, bu çapsız güruhun kıçlarını yalamaya devam edeceğiz...
HER ÖNEMLİ SORUN İÇİN, EN AZ BİR “DÜŞÜNCE GRUBU”
Balıkesir için, önümüzdeki seçimler bağlamında henüz vakit geç sayılmaz; ancak, boşa geçirilecek zamanımızın da kalmadığını belirtmek isterim. Balıkesir halkının “siyaset dışı sebepler”le saygı duyduğu, yerel aydınlarımızın, bir an önce bir araya gelerek, yerel önemli konular bağlamında “düşünce grupları” oluşturmaları ve bu gruplarda ortaya çıkan görüşleri halka anlatmaları gerekiyor. Bu toplantılara, kendi sahalarının başarılı olmuş meslek adamlarının da katılmalarını, çok önemli ve “olmazsa olmaz” bir şart olarak görüyoruz.
İlimizin okumuş-yazmış insanları olarak, hem Ankara’daki Siyaset Baronlarının, hem de onların buradaki Kâhyalarının “kadim” ezberlerini bozacak, onların Balıkesir’le ilgili zihinsel konforlarını alt-üst edecek toplumsal örgütlenmelere ihtiyacımız var; hem de hiç vakit kaybetmeden...
Şurası unutulmamalıdır ki, kendi sorunlarını çözmekte aciz kalanların sorunları ile başkaları ilgilenir ve o sorunları, kendi kişisel çıkarlarının dinamikleri haline getirirler ki, Balıkesir yıllardır böyle bir kısır-döngünün içinde debelenmektedir. Bundan kurtulmanın yolu da, bugüne kadar bu kısır-döngüyü besleyen siyasi, dini, sosyo-kültürel ve meslekî yapıları bir kenara koyarak, yeni ve farklı bir anlayışla ve kadrolarla, yepyeni örgütlenmelere gitmekten geçiyor. Mevcut yapıdan nemalanmakta olan ya da bu yapıları koruyarak (bilerek ya da bilmeyerek) Balıkesir’e ve Balıkesirliye faydası olmayan mevcut düzenin “kaşarlanmış” kadroları ile varabileceğimiz hiçbir olumlu hedef olamaz!
MEVCUT DÜZENİN KADROLARINDAN KURTULMAMIZ LAZIM
Balıkesirliler olarak, öncelikle, yerel Siyaset Kâhyalarının, başta siyaset olmak üzere, tüm toplumsal konulardan dışlanmalarından başlanmalıdır. Yani, bu efendilere, “bize ait siyasi iradeyi ve potansiyeli Ankara’daki Baronlara peşkeş çekerek, kendi menfaatlerini sürdüremeyeceklerini” göstermemiz lazım. Bu da, aday listelerinin “seçilebilecek sıralarına”, Ankara’daki Baronların gönderdikleri isimleri değil, gerçekten Balıkesir’e hizmet etme düşüncesine ve niyetine sahip isimleri yazdırmakla olur. Kısacası, tüm partilerin aday listelerinin, bizim kendi içimizden çıkardığımız, Balıkesir’in her şeyini dert edinecek isimlerden oluşmasını sağlamamız gerkiyor. Balıkesirliler olarak, parti yobazlıklarımızı bir kenara koyup, Baronların ve Kâhyalarının önerecekleri isimlerden oluşan listelere oy vermeyerek, onlara siyasi bir ders verebiliriz.
Bunu yapmak hiç de zor değil; bu yoldaki en önemli engelimiz, maalesef, benim “parti yobazlığı” dediğim, saçma-sapan tutumlarımızdır. Akla zarar sebeplerle, kendimizi düşürdüğümüz parti yobazlığından kurtulmadıkça, kendimizi Ankara’daki Baronlara ve onların yerel Kâhyalarına, peşkeş çekmeye devam ederiz.
HEPİMİZ, ÖNCE “PARTİ YOBAZLIĞI”NDAN KURTULMALIYIZ
Parti yobazlığından kurtulmak için ilk yapmamız gereken şey, adeta ağızlarından ishal olmuşlar gibi, her gün saçma-sapan palavralar savuran siyasilere gözlerimizi ve kulaklarımızı kapatmaktır. Bunu yaptığımızda, yanıbaşımızdaki eşimize-dostumuza çok daha kolay kulak verebilecek, onların yapmakta oldukları güzel işleri daha yakından görebilir hale geleceğiz. İçinde yaşadığımız dar toplumsal ortamlardaki yakınlarımızla fikir ayrılıklarına düşmemiz ve buna göre siyasi tercihlerde bulunmamız, Ankara’daki Siyaset Baronlarının ve onların yereldeki Kâhyalarının ekmeklerine yağ sürmekten başka hiçbir sonuç getirmez! Böylece, yıllar boyunca, neden hizmet alamadığımızı, neden çocuğumuza iş bulamadığımızı anlayamayız.
Bugünün gelişmiş ülkelerinde de, bundan 80-90 yıl öncesine kadar, bizde olduğu gibi siyasetçiler, halkları alabildiğine sömürmüşler; ancak o insanlar, kendilerini siyasetçilerin palavralarından kurtardıklarında, işin rengi değişmiş... İnsanlar, asıl güç sahiplerinin kendileri olduklarını anladıklarında, seçtikleri siyasetçileri ve onların atadıkları bürokratları “kendi hizmetkarları” olarak görmeye başladıklarında, işler değişmiş... Aynı değişimi, bizim de yapabilmemiz lazım!
Gelişmiş ülkelerin vatandaşları, gittikleri devlet dairelerinde, değil basit bir memurun karşısında, en üst amirlerin bile karşılarında, bizim gibi el-pençe divan durmazlar! Çünkü, onların maaşlarını kendilerinin verdiğini halk da, siyasetçiler ve bürokratlar da gayet iyi bilirler... Acaba hanginiz, yevmiyesini ödediğiniz bir amelenin karşısında el-pençe durursunuz? En tepeden en diptekine kadar, devlet görevlilerinin tamamı, ülkenin ve halkın hizmetlerini görmek için, paraları halk tarafından ödenmekte olan “hizmet elemanları”ndan başka bir şey değillerdir.
GAYET BASİT, AMA ETKİLİ BİR TOPLU DAVRANIŞ ŞEKLİ
Herkesin aynı konumda olduğu birtakım toplumsal ortamlarda, mesela, bir milletvekili ya da Vali geldiğinde, neden herkes ayağa kalkıp adamları gereksiz yere yüceltiyor? Böyle yaptığımız sürece, onlar kendilerini “halkın üzerinde otorite” olarak görmeye devam ederler ve biz de, böylesine bir aptalca durum karşısında, o otoriteye hizmet etmekten kurtulamayız! Yani, “makama saygı” adı altında, o makamları işgal eden kişilerin, halka karşı burunlarını kaldırmalarına sebep olmak son derece aptalca bir davranıştır!
Kalabalık ortamlarda, böyle birilerinin beklendiği anlarda, aranızda anında organize olun ve adamlar geldiklerinde (hepiniz olmasa bile, gözle görülür sayıda bir kalabalık olarak), yerinizde oturmaya devam edin ve bu tutumu sürdürün... Bakalım ne olacak? Kıyametin kopmadığını göreceksiniz! Sözün burasında, yüce Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te, milletin üzerinde hiçbir otoritenin olamayacağını hatırlatarak, O’nun, “Hakimiyet, bilâ kayd-ü şart milletindir (Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir)!” sözü üzerinde düşünmenizi, önemle rica ediyorum...