Bugün, ülkemizde “çözümü mümkün olmayan ve olmayacak olan” bir konudan söz edeceğim: Sokak hayvanları.
Gelişmiş Batılı ülkelerde, bizdeki gibi bir “sokak hayvanları” diye bir sorun yoktur! Oralarda, evde hayvan beslemek, ancak “resmi makamların kontrolü altında” mümkündür ve hem yasal hem de sosyo-kültürel bir disipline tabidir. Elbette, Batılı ülkelerde de herkes evinde hayvan beslemiyor! Hayvan besleyenlerin beselemeyenlere, beselemeyenlerin de besleyenlere saygıları vardır. Bizde olduğu gibi, evinde hayvan besleyenler ile beslemeyenlerin, karşılıklı vaziyet alışları, suçlamaları ve hayvan sebebiyle kavgalar da, polis-mahkeme olayları da yoktur. Ve daha da önemlisi, sokaklarda, sahipsiz tek bir hayvan görmek mümkün değildir!
SOKAKLARDAKİ HAYVANLARI BESLEMEK!
Türkiye’de ve bizim gibi geri kalmış ülkelerde ise, sokaklar sahipsiz kedi ve köpeklerden geçilmez. Kendilerini “hayvansever(!)” olarak gören ve insanlarla olan diyalogları hayli sorunlu olanlara göre, “hayvanların da insanlara kadar sokaklarda yaşama hakları” vardır! Bunlar, hayvanların kendi doğalarından kaynaklanan, yiyeceğe ve suya ulaşma içgüdüleri ile yaşadıkları yerlerde, kendi beslenmelerini sağlamaları gerektiğini hiç düşünmeden, zaman zaman, akıllarına geldiğinde, ya da keyiflerine göre, zaman zaman sokak hayvanlarına yönelik yem ve su dağıtımları yaparlar. Sokaklarda kolayca yem ve su bulabilen hayvanlar, buralarda yoğunlaşmaya başlarlar. Ne var ki hayvanlar, daha yavru iken kendileri yiyeceğe ve suya erişmeyi öğrenememiş olurlar. Zamanla eski hevesleri geçen hayvanseverler(!) yem ve su dağıtımını aksatmaya başladıklarında da, hayvanlar, kendi çabaları ile yem ve su bulma becerileri olmadığından, telef olup giderler.
Hayvanlar, henüz yavru iken yiyeceğe ve suya nasıl ulaşacaklarını, kendi başlarına (yani, insan desteği olmadan) öğrenebilirler. İnsanlar, onlara hazır yiyecek ve su vererek, hayvanların bu yeteneklerinin gelişmesini önlüyorlar!
BALIKESİR’DE BİR ÇÖZÜM ARAYIŞI
Toplumsal olarak karşı karşıya bulunduğumuz, sokak hayvanları sorununa, insanlar tarafından kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir yol bulabilmek amacıyla, 2005-2009 yılları arasında, Balıkesir Belediyesi’ndeki görevim sırasında, hayli mesai sarf etmiştim. O günlerde Balıkesir’de (nedense birbirlerine “hasım”), iki ayrı hayvansever derneği (konunun kişisel boyuta indirgenmemesi için isimleri yazmıyorum) vardı. Onlarla ayrı ayrı görüşüyor ve birlikte bir yöntem geliştirmeye çalışıyorduk.
Ne yaptımsa, her iki dernekle birlikte bir toplantı yapamadık! Görüşmelerde, sürekli olarak, sokaklardaki hayvanlarla ilgili, kendilerince sorun olarak gördükleri hususları anlatıyorlardı. Ama, kalıcı bir çözüm konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Belediyeyi, bu konuda üzerine düşeni yapmamakla eleştiriyorlar, ama o “Belediye’nin üzerine düşen görevlerin” neler olduğu konusunda fikirleri yoktu! Ben de, geliştireceğimiz sistemin “her türlü maddi gereksinimlerini Belediyenin üstleneceğini” belirterek, hizmetin yürütülmesi ile ilgili sistemli bir gönüllü faaliyetinin gerekliliği üzerinde duruyor, bunun dernekler tarafından organize edilmesini istiyordum. Dernekler ise, bu iş için belli bir bütçenin ve yeterli sayıda personelin (farklı niteliklerde, 2’si Veteriner olmak üzere, yaklaşık 100 kadar) tahsis edilmesini istiyor, kendileri, işin yürürlüğünde hiçbir sorumluluk almaya yanaşmıyorlardı.
Toplantılarda, sokaklardaki hayvanlardan korkan insanları da düşünmemiz gerektiğini söylediğimde, o tür insanlarla ilgili ağır laflar ediyorlardı. Sanki, “korkmak” iradi bir şeymiş gibi, onlara göre, hiç kimse hayvanlardan korkmamalıydı! Aylarca süren yoğun görüşmelere rağmen, ne iki dernek bir iş üzerinde bir araya geldi, ne de en küçük bir sorumluluk almaya yanaştılar. Neticede, sokak hayvanları ile ilgili işbirliği konusunda hiçbir ilerleme sağlayamadık ve görüşmeleri sonlandırdık.
ATATÜRK PARKI’NDA TALİHSİZ BİR OLAY
Sanırım 2008 yılıydı, Atatürk Parkı’nın yeni baştan düzenlenmesi Nisan ayında bitmiş, park halka açılmıştı. Birkaç ay sonra, parkın Cengiz Topel caddesi tarafındaki kapılarına yakın Metropol Cafe’de, dışarıda otururken, hemen 5-6 metre karşımızda, çimlere oturmuş bir ailenin 2-3 yaşlarında kız çocuğunun tatlı hareketlerini izliyordum. Bir anda, küçük terrier cinsi sevimli mi sevimli bir köpek geldi ve çocukla oyun oynamak istedi. Ancak, çocuk köpekten ürktü ve aniden dönüp annesine koşmaya başladı. Köpek, çocuğun bu hareketini oyun sandı ve kızın önüne atıldı. Bunun üzerine sol tarafına ani dönüş yapan kızın kafası, yerdeki endirekt ışık armatürlerinden birine çarptı ve kuvvetli bir şekilde kan fışkırdı. Ailenin (ve tabii benim de) keyfi kaçtı, çocuğun telaşına düştük. Hemen ambulansa telefon edildi, 15-20 dakika sonra gelen ambulansla aile hastaneye gitti.
O arada, orada bulunanlardan biri köpeği tasmasından yakalamış, yanımıza getirdi. Biz de köpeğin sahibini beklemeye başladık. Biraz sonra 30’lu yaşlarında bir kadın geldi ve köpeğini almak istedi. Biz de vermedik, polise teslim ettik; tabii polis gelinceye kadar da, o kadından işittiğimiz hakaretlerin bini bî-para…
Halbuki, parkın kapı girişlerinde “Lütfen köpeğinizin tasmasını çözmeyin” ifadelerinin yer aldığı uyarı levhaları bulunuyordu. O köpeğin sahibine, o uyarıları hatırlattığımızda, yoğun hakaretler eşliğinde, “İşim yok, o saçma yazıları mı okuyacaktım!” gibi, akıl almaz karşılıklar aldık.
Tabii, bu işin bir yanı. Bir de, bırakın sokak hayvanlarını, evcil hayvan beslenmesine bile karşı olan pek çok kaba-saba insan var aramızda. Onlar da, bulundukları yerlerde, herhangi bir hayvan görmeye tahammül etmedikleri gibi, dışarıya hayvanlarını gezintiye çıkaran insanları rahatsız ediyorlar. Tabii burada, gezintiye çıkardıkları hayvanlarının dışkılarını yaya kaldırımlarında bırakan, sözüm ona hayvanseverler olduğunu da maalesef belirtmem lazım.
HER KONUDA BİRBİRİNE ZIT KAPMLARA AYRILIYORUZ
Biz, ne yazık ki, toplum olarak, hemen her konuda olduğu gibi, sokak hayvanları konusunda da, birbirlerine hasım (hatta düşman), karşı tarafın doğrularını kabul etmeyi “taviz” olarak gören, iki zıt kamp halindeyiz. Böyle olunca da, hiçbir konuda, toplumsal fikir birliği imkanı olmuyor. Herhangi bir toplumsal sorun söz konusu olduğunda, hiçbir mantıksal dayanağı bulunmayan futbol taraftarlığına benzer davranışlarla, işleri çığırından çıkarıyoruz.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, zekâmızı ve aklımız kullanarak, “birbirimizi anlamak ve birlikte ortak bir görüşe ulaşmak” yerine, karşı tarafın görüşlerini, mensubu bulunduğumuz tarafın şablonlarına göre değerlendirerek reddediyoruz ve sonuç her seferinde “kavga” oluyor! Toplum olarak, birbirimizle zıtlaşmak (ve çatışmak) için, ortaya herhangi bir sebebin çıkmasını, adeta dört gözle bekliyor gibiyiz.
Ne yazık ki, kültürümüzde, “önce karşı tarafı dinleyerek, anlamak”, sonra da o anlayışa karşı kendi fikirlerimizi söyledikten sonra, birbirimizin kabul edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz görüşleri üzerinde konuşarak, “ortak bir düşünce” ya da “çözüm” üretmekle ilgili, maalesef hiçbir altyapımız yok! Bundan çok daha vahimi, bizim, hiçbir şeyi “öğrenmek” diye bir derdimiz yok aslında! En başta, sözde “dini inançlarımız” olmak üzere, hemen her konuda, sağdan-soldan, yarım yamalak duyduğumuz, bölük-pörçük malumatlarla oluşan “kanaatlerimiz”de, adeta din gibi iman ve bunda (hem de, ortaya çıkan açık delillere rağmen) inat eden bir milletiz.
SAHİLLERDE, SEZON SONRASI YAŞANAN İÇLER ACISI DURUM
İlçeler ve hatta köyler de dahil olmak üzere, bugün Balıkesir’in her yerinde, çok ciddi sokak hayvanları sorunları yaşanıyor. Özellikle sahil boylarında, yazın tatilci kalabalıklarla artan nüfusun, mevsimlik ilgisi ile bakılıp beslenen kediler ve köpekler, sezon sonunda ortada kalıyor ve bu durum, içler acısı manzaraların oluşmasına yol açıyor. İnsanlar tarafından beslendikleri için, kendi başlarına beslenme ve su bulma becerileri gelişmemiş olan onbinlerce hayvan, bir sonraki tatil sezonuna kadar, sokaklarda aç-susuz can çekişiyor.
Hayvanlar, insanların sadece tatil dönemlerinde oynayacakları oyuncaklar değildir. Evde hayvan beslemek demek, tıpkı çocuk büyütmekte olduğu gibi, beslenen hayvanla ilgili her türlü sorumluluğu “kesintisiz ve her yönü ile” üstlenmek demektir. Günümüz uygarlık anlayışında, sokaklarda başıboş hayvanların dolaşması kabul edilemez! Hayvan beslemek isteyenler, besledikleri hayvanların diğer insanları rahatsız etmemesinden sorumludurlar.
Öte yandan, hayvan beslemeyenlerin, evcil hayvanı olan insanlara yönelik olumsuz davranışlar sergilemeleri de elbette kabul edilemez. Hayvan beslemek ya da beslememek, insanların özgür iradeleri ile karar vermeleri ve sürdürmeleri gereken bir keyfiyettir. Hiç kimsenin, bu konuda bir başkasına karışma ve müdahale etme hakkı yoktur.
PEKİ, NE YAPMALI?
İnsanların, sokaklardaki sahipsiz hayvanlara yiyecek ve su vermeleri, o hayvanlar için asla yararlı bir davranış değildir. Her hayvan, yaşadığı yerde kendi yiyeceğini ve suyunu bulma kabiliyeti geliştirebilir. Hiçbir hayvan, “beslenemediği yerde” durmaz, belenebileceği bir yere gider. Ama, insanlar tarafından sokaklarda hazır su ve yiyecek verilince, hayvanların bu becerileri gelişmiyor.
Sokaklardaki sahipsiz hayvanlar, ülke genelinde eş zamanlı olarak, mutlaka belediyeler tarafından toplanmalı; belli bir süre rehabilite edildikten sonra, onları sahiplenmek isteyenlere sunulmalıdır. Belli bir süre sahiplenilmeyen hayvanlar da, veterinerler tarafından uyutulmalıdır. Bir süre sonra zaten, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, böyle bir uygulamaya gerek kalmayacaktır.
Burada, belki bu “uyutma” meselesine takılanlar olacak ve tartışılacak bir konu olarak algılanacaktır. Ancak, insanların yaşam konforlarına göre dizayn edilmiş olan ortamlarda, zaten bu hayvanların kendi doğal yaşamlarını sürdürmeler imkansızdır. Hayvanların doğalarına uygun hareket etmek, en doğrusudur.