Türkiye’deki siyaset yapısıyla ilgili bizim üzerinde durduğumuz, “Ankara’daki Baronlar” ve “Yereldeki Kâhyalar” manzarası, seçim dönemlerinde iyice ortaya çıkıyor. Buna rağmen, ilginç bir şekilde insanlar, sanki böyle bir durum hiç yokmuş gibi, aynen yollarına devam ediyorlar!
Bir zamanlar, Milli Gazete’deki en önemli entelektüel yazar merhum M.Şevket Eygi, ülkemizdeki tarikat ve cemaat yapılanmalarıyla ilgili olarak, o kerametleri kendilerinden menkul, “hocaefendiler” ve “şeyhler” için, “Din Baronları” tabirini kullanmıştı. Eygi’nin, din örtüsü altındaki marazi yapılanmaları anlatmak için kullandığı model, büyük ölçüde siyaset alanında da geçerlidir. Ne yazık ki, millete ve ülkeye hizmet alanı olması gereken siyaset, bizde büyük ölçüde, kişisel çıkarlar için kullanılıyor; hem de, yapılan işlerin meşru olup olmadığına bakılmaksızın…
BALIKESİR SİYASETİNDE İLGİNÇ BİR VAK’A: RECEP ADIN
Yakın geçmişte, Anavatan Partisi’nin artık yıldızının sönmeye başladığı yıllarda, Balıkesir siyasetinin en parlak isimlerinden merhum Recep Adın’ı sanırım pek çok kimse hatırlayacaktır. Recep Adın, 1970’li yıllarda, uzun yıllar Balıkesir Kızılay Başkanlığı yapmış olan merhum Rasim Hoca’nın oğludur. 1999 Milletvekili Genel Seçimleri öncesinde, ANAP tarafından Balıkesir’de yapılan “Temayül Yoklaması”nda, Recep Adın, diğer adayların toplamından fazla oy alarak, “birinci” olarak çıkmıştı! Ancak, Temayül Yoklamasında adı bile bulunmayan Agah Oktay Güner (12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, MHP Konya Milletvekiliydi), ANAP’ın Balıkesir 1. Sıra Milletvekili Adayı oldu.
Balıkesir siyasetinin en güçlü karakterlerinden biri olan Recep Adın’ın ise, ANAP’ın Milletvekili Aday Listesi’ne bile konmayarak, yıldızı söndürülmüş oldu! Çünkü, Recep Adın, kendi memleketinde sahip olduğu taban desteği ile siyaset yapmakta olan biriydi ve bu özelliğiyle, belki de Balıkesir’deki en müstesna örnekti. Böyle bir siyasi karakter, Ankara’daki Baronlar için hiç de arzu edilecek biri olamazdı! Yerelde siyaset yapanların, kuyruklarının mutlaka Ankara’ya bağlı olması ve tüm siyasi kazanımlarının da, Ankara’daki Baronlarının himmetleriyle elde etmiş olması; yani, siyaset sahnesindeki varlıklarını Ankara’daki Baronlarına borçlu olan yereldeki Siyaset Kâhyaları olmaları gerekiyor.
SİYASETTE BOZKURTLAR VE SİRK ASLANLARI
Tamamen kendi potansiyelleri, yetenekleri, birikim ve tecrübeleri ile halkın gönlünde yer eden (bozkurt karakterli) kişilerin siyasete girmeleri Baronların kabul edebilecekleri bir şey değildir. Baronlar için, halka pazarlayabilecekleri, zararsız ve kendilerine karşı pasif, ama sırtlarını Genel Merkeze dayayarak, rakipleri karşısında aslan (tabii, eğitilmiş “sirk aslanı”) kesilecek tipler, daima makbul ve tercihe şayandırlar. Ne yazık ki, halkımız oy vererek TBMM’ye göndereceği (ya da Belediye Başkanı olarak seçeceği) adayların, bozkurt karakterli olmaları gerektiğini düşünemez ve Baronların, pek de “marifetli” olan sirk aslanları arasından, güya tercihte bulunarak oy kullanır.
Partilerin, önümüzdeki 31 Mart’ta yapılacak olan Mahalli İdareler Genel Seçimleri’nde Balıkesir’deki adaylarına bakıldığında, bu anlattıklarımıza uymayacak kimsenin pek bulunmadığını görüyoruz. Bizim kanaatimize göre, bu seçimlerle ilgili olarak, Balıkesir’deki en ilginç hadise, hizmet performansı ile, 20 İlçe Belediye Başkanı arasında, açık ara önde ve büyük bir kamuoyu desteğine sahip olan (dolayısı ile de Ankara’daki Baronların siyasi himmetlerine muhtaç olmayan) Hasan Avcı’nın, hiçbir parti tarafından aday gösterilmemiş olmasıdır! Hasan Avcı olayı, enteresan bir şekilde, 23 yıl önceki Recep Adın olayına çok benziyor nedense!
KENDİ SEÇMEN TABANLARI OLAN YEREL SİYASETÇİLER!
Türk siyasetinde, adayların seçim listelerinde yer almalarında halkın hiçbir rolü ve fonksiyonu yoktur. Bazı partilerin, kendi üyeleri arasında yapmakta oldukları Temayül Yoklamalarının amacı ise, “halk tarafından beğenilen, seçilebilecek en uygun adayın belirlenmesi” asla değildir! Yerel düzeyde yapılmakta olan Temayül Yoklamalarında öne çıkan isimler, Ankara’daki Baronlar için, yereldeki “en problemli” ve istenilen şekilde güdülemeyecek, dolayısı ile de, uygun yöntemler bulunarak “bertaraf edilmeleri gereken” isimlerdir. Örneğin, partilerin Temayül Yoklamalarında öne çıkıp da, daha sonra siyasette yıldızı parlayan kimse var mı tanıdığınız! Ancak, hemen burada şunu da belirtmek lazım; partilerin genel merkezlerindeki Siyaset Baronlarının Kâhyaları olan yerel siyasetçiler arasında nadiren de olsa, halkın desteğine sahip olanlar da çıkabiliyor elbette… Ama bu, geneldeki gerçekleri değiştirmiyor!
Bu yazımızın konusu, halihazırda siyasi partilerin Belediye Başkan Adayları ve Belediye Meclis Üyeleri Aday Listelerindeki isimler değildir. Sadece bu seçimlerde değil, geçmişten bugüne Türk siyasetinde, maalesef pek çoğuna yasal dayanak da sağlanmış olan çarpıklıklara dikkat çekmektir. Başta Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu olmak üzere, Türkiye’de halen yürürlükte olan siyasetle ilgili kanunlar bütünüyle, “çağdaş siyaset anlayışlarının doğasına” aykırıdır.
MEVCUT SİYASET MEVZUATI, BİZİ DİKTATÖRLÜĞE GÖTÜRÜYOR!
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, her türlü siyasi faaliyeti, tümüyle partilerin genel merkezilerinin uhdesinde toplamakta ve partilerin taşra teşkilatlarını tamamen edilgen hale getirmektedir. Bu yapıdaki partilerden oluşan siyasi yapı, “ülkeye ve millete hizmet” kavramını, halkı uyutmak için kullanılan bir argümana dönüştürdüğünden, tamamen kişilerin kendi menfaatlerinin peşinde koşmalarını sağlıyor. Maalesef Türkiye, bu hususları halka anlatacak, şu ya da bu siyasi partiye (ya da görüşe) angaje olmamış, objektif davranabilecek aydın kadrolara sahip değildir.
7062 sayılı Yüksek Seçim Kurulu’nun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a gelince; bu kanun da, gerek Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK’nın) ve gerekse İl ve ilçe Seçim Kurullarının teşkili usulleri bakımından, tüm inisiyatifi iktidar partisine tevdi eden sakıncalar içeriyor. Ülkemizde, sözde muhalefet konumunda bulunan siyasi partilerin, Seçim Kanunu’ndaki, “seçim sonuçlarını doğrudan etkileyebilecek” çarpıklıklarla hiç ilgilenmemeleri, calib-i dikkat bir husustur!
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun da, tüm işlemleri Yüksek Seçim Kurulu’nun uhdesinde (dolayısı ile de, adeta iktidar partisinin) toplamakta ve partileri tamamen dışlamaktadır.
Aynı ve benzer değerlendirmelerin, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu için de yapılması mümkün. Yani, siyasi partilerin yapılanmaları ile ilgili tüm gücü genel merkezlerde, seçimlerle ilgili her türlü inisiyatifi ise iktidar partisinin elinde toplayan bu sözünü ettiğimiz kanunlardaki sakıncalar giderilmeden, Türkiye’de sağlıklı bir siyasi hayattan ve faaliyetlerden söz edilemez! Bu şartlar altında siyaset, millete ve ülkeye hizmet alanı olmaktan çıkar ve siyasi kuruluşlar ve faaliyetler, millete ait kaynakların istismarı ile kişisel çıkar mekanizmalarına dönüşür.
SEÇİM İŞLERİNİ YÜRÜTEN YAPININ, SİYASİ ETKİLERDEN KORUNMASI
Seçimlerin, tamamen bağımsız bir kurul tarafından, yasal ve her bakımdan denetlenebilir bir mekanizma ile gerçekleştirilmesi esastır. Bunun için de, seçim dönemlerinde, başta İçişleri ve Adalet Bakanlıkları olmak üzere, partilerin siyasi çalışmaları üzerinde etkili olabilecek hizmetleri yürütmekte olan Bakanların iktidar partilerine mensup olmaları hayati önem taşır. Aksi durum ise, asla kabul edilebilecek bir iş değildir.
Sadece seçim dönemlerinde görev yapacak olan Bakanların, tamamen “bağımsız” olabilmeleri bakımından, TBMM’de grubu bulunan (ya da temsil edilen) partiler tarafından (eşit oy hakkı ile) birlikte belirlenmesi gerekiyor. Bugünkü halde, muhalif partilerin seçim çalışmaları, iktidar partisine mensup Bakanların, “yasal, ama haksız” her türlü müdahalelerine açıktır. Aynı şekilde, TRT ve Anadolu Ajansı Genel Müdürlerinin de, benzer şekilde değiştirilmeleri gerekiyor!
İKTİDARLARIN KARŞISINDA, “MUHALEFET” DİYE BİR GÜÇ OLMALI!
İktidara yönelik alelade polemiklerden başka, kayda değer hiçbir etkileri olmayan sözde partilerle muhalefet fonksiyonunun yerine getirilemediği gayet açıktır. Devleti yönetecek ve her türlü kamu hizmetlerini yürütecek olan kadroların belirlenmeleri, yetkilendirilmeleri ve denetlenmeleri fonksiyonlarını, nihai olarak tek bir elde toplamakta olan mevcut siyasi anlayıştan, ülke adına hayır beklemek mümkün değildir. Sistemin, iktidar inisiyatifi dışında, etkili ve bağımsız denetim mekanizmalarına açılması hususunda, muhalefet partileri, hiçbir çalışma yapmıyor ve tek bir teşebbüste bulunmuyorlar. Bu ise, zaman içinde, kurtulunması giderek daha da zorlaşmakta olan, totaliter bir yapının oluşmasına yol açıyor! Maalesef, bu konuda, bu yapının sadık unsurları olan mevcut siyasi partilerden beklenebilecek hiçbir umut yoktur!
İnşallah, ülkedeki aydınlar iş işten geçmeden durumun farkına varırlar, gerek sorunların teşhisi ve gerekse çözüm yolları konularında ortak fikirler geliştirerek halkın uyandırılması için bir inisiyatif başlatırlar. Aksi taktirde, ülke olarak içinde bulunduğumuz “demokrasiden ve çağdaş medeniyetten uzaklaşma süreci”nin sonu, Allah korusun, pek de uzak olmayan bir zaman içinde hüsran olacak!..