Bundan önceki iki yazımızda, mahalli kamuoyunun kendiliğinden oluştuğu toplumsal ortamları ve Balıkesir örneğinde mekanları ele alarak, zaman içinde bu düzenin değişime uğraması; ancak, yerine yenileri konulamaması sebebiyle ortaya çıkan bazı sakıncalar üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda, yerelden (çevreden) başlayarak, yukarıya (merkeze) doğru kendiliğinden “oluşması” gereken kamuoyunun, birtakım “toplum mühendisliği” metotları kullanılarak, tepeden aşağıya (merkezden çevreye) doğru, ters istikamette ve birilerinin çıkarları doğrultusunda “oluşturulması”, daha doğrusu, halkın ve ülkenin çıkarlarına aykırı bir şekilde “dizayn edilmesi”nin doğurduğu sonuçları üzerinde duracağız.
GÜNDELİK “DOĞRU BİLGİ” EDİNME İHTİYACI
İnsanoğlunun, tıpkı beslenme gibi, yaşadığı çevrede, ülkede, bölgede ve dünyada meydana gelen (doğrudan ya da dolaylı), kendisini ilgilendirebileceğini düşündüğü olaylar hakkında, düzenli olarak, zamanında, doğru ve yeterli “gündelik bilgi edinme(enformasyon)” ihtiyacı vardır. İnsanlar, gündelik olaylarla ilgili ne kadar hızlı, yeterli ve doğru bilgiler alabilirlerse, kendi hayatları ve toplumu ilgilendiren ortak konularda o derece doğru ve başarılı kararlar vermektedirler.
Bunu, tıpkı, uygun zamanlarda sağlıklı, dengeli ve yeterli “beslenme”ye benzetebiliriz. Gündelik beslenme konusunda bir yetersizlik söz konusu olduğunda, nasıl ki, kaçınılmaz olarak, birtakım sağlık sorunları ortaya çıkıyorsa, insanların gündelik haberleşme ihtiyaçlarının sağlıklı bir şekilde karşılanamadığı toplumlarda da, birtakım ciddi sorunların yaşanması kaçınılmaz olur.
HALKA DOĞRU BİLGİ VERME SORUMLULUĞU
Uygar ülkelerde, topluma ve insanlara, onları ilgilendiren konularda (ve bilhassa kamu görevlileri tarafından) “doğru bilgiler”in verilmesi, en temel vatandaşlık yükümlülüklerinden bir tanesidir. Topluma, kasıtlı olarak yalan (ya da yanlış) bilgi vermek, tüm medeni ülkelerde çok ciddi bir suçtur. Hele hele, devlet işleri ile ilgili resmi bilgi vermekle yükümlü olanların, en küçük bir yanlış bilgi vermeleri halinde, o ülkelerde yer yerinden oynar; hangi konuda olursa olsun, topluma yalan bilgi veren hiç kimsenin, o ülkede, kendi alanındaki kariyerine devam etme şansı kalmaz!
Ellerine geçirdikleri medya araçlarını ve kamu imkanlarını kullanarak, herhangi bir konuda, bilgileri ve gerçekleri çarpıtarak, toplumda kendi arzuları doğrultusunda kanaat oluşturmaya kalkanlara, bu teşebbüsleri açığa çıktığında, davranışlarının bedellerinin, ağır bir şekilde ödetilmesi şarttır. Bu yapılmadığında (ya da, bilhassa siyasi sebeplerle yapılamadığında), ardı ardına toplumsal yanılgılar süreci başlar ki, zamanla, o toplumda doğru enformasyon süreçlerinin ortaya çıkması imkansız hale gelir. Ve toplum, sun’î gündem konuları ve çarpıtılmış bilgilerle sürdürülen gerçek dışı enformasyon bombardımanlarının etkisi altında, hiçbir şeyin farkında olmayarak ve en akla yatmayacak türden (ama, birilerinin ya da bazı iç ve dış güçlerin çıkarları doğrultusunda) gönüllü tercihler yapmaya başlar!
MEDYAYA AYRICALIK TANIYAN YASALAR
Bunun içindir ki, kahir ekseriyetle özel teşebbüsün faaliyet alanı olan medya sektörü için, tüm ülkelerde “meslekî ayrıcalık yasaları” yürürlüktedir. Medya sektörüne tanınan yasal ayrıcalıkların, sadece tek bir amacı vardır: “Halkın gündelik bilgi ihtiyacının, zamanında, yeterli düzeyde ve doğru bir şekilde karşılanması”.
Medya sektörüne tanınan imtiyazların, toplumun ya da kişilerin zararına kullanılması ihtimaline karşı da, hayli ağır yaptırımlar ve cezalar söz konusudur. Maalesef, geri kalmış toplumlarda ve ülkelerde, halklar, kendi yasalarına ve hukuklarına sahip çıkma bilincinde ve kabiliyetinde olmadıklarından, bu gibi ülkelerde, toplumun gündelik enformasyon ihtiyaçları, sağlıksız bir şekilde, tepedekiler tarafından, yani merkezden (ve tabii ki, kendi menfaatleri doğrultusunda) karşılanır. Bunun, “insanların sağlıksız beslenmelerinden ya da, zararlı kimyasal madde kullanmalarından” farkı yoktur! Ve o toplumlar, zamanla, hem dünyanın hem de kendi gerçeklerinden koparak, her türlü üretkenlik kabiliyetlerini yitirirler ki, bunun sonu da, kaçınılmaz bir şekilde “ekonomik esaret” demektir.
ÜLKELERİ, ASIL SÖMÜRENLER KİMLERDİR?
Kamuoyları, yönetimde güç sahibi olan siyasilerin ve iş dünyasının güdümünde, merkezden oluşturulmakta olan Türkiye gibi ülkelerde, toplumsal tercihler, daima güç sahiplerinin belirledikleri yönlerde tecelli eder. Ve merkezdeki siyaset baronları, sürekli olarak kullanırlar ve bu şekilde halkı yanıltarak ortaya çıkardıkları toplumsal tercihleri, sanki “demokrasinin nimetleri” gibi sadece kendi lehlerine kullanırlar ve ülkeyi soymaya devam ederler. Bu tür toplumların, zamanla bilim, teknoloji ve katma değer (ve tabii, yüksek düzeyli sanat eserleri) üretme kabiliyetleri iyice zayıflayacağından, ülke kaynakları üzerine, çöreklenmiş olan ve çoğu zaman ülkenin düşmanı olan dış güçlerle de işbirliği yapmakta olan “siyasi ve iktisadi çeteler”in elinde, zamanla her şeylerini yitirirler. Bu durum, taa ki, bir toplumsal patlama meydana gelinceye kadar sürer gider…
Maalesef, tüm Türkiye’de olduğu gibi, Balıkesir’de de, “gündem” adı altında, gündelik olaylarla ilgili olarak, yalan ve yanlış bilgi bombardımanına maruz kalan insanlar, durup düşünebilme ve sorgulama imkanına sahip olamıyorlar. Düşünme ve sorgulama becerisini yitiren insanlar ve toplumlar ise, adeta yönünü rüzgarların tayin ettiği dümensiz bir gemi misali, kendilerine mahsus gerçekçi bir rota (istikamet) sahibi olamazlar ve belli maksatlara matuf olarak estirilen sun’î rüzgarların istikametinde sürüklenmekten kurtulamazlar.
Gelecek yazımızda, “halkın doğru bilgilendirilmesi” anlamında, yine Balıkesir örnekleri üzerinden hareketle, “reklam ve propaganda” konularını ele alarak konuyu tamamlamaya çalışacağız. Kalın sağlıcakla...