Bugünkü anlamı ile internet, ilk olarak, İsviçre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) bilim adamlarından İngiliz Tim Berners-Lee’nin, 20 Aralık 1990 tarihinde, daha çok akademik iletişim amaçlı olarak yayınlamaya başladığı, “World Wide Web (Dünya Çapında Ağ)” adlı site ile uygulamaya girmiştir. Bundan iki yıl sonra da, bu sitenin adının baş harfleri, günümüzdeki internette adres taramalarının temeli olarak kullanılmaya başlandı. Türkiye’de ise, 1987 yılında, Ege Üniversitesi’nin öncülüğünde kurulan ve “internetin öncüsü” diyebileceğimiz, “Türkiye Üniversite ve Araştırma Kurumları Ağı (TÜVAKA)” olsa da, bugünkü anlamıyla internet, halkın kullanımına 1993 yılında sunulmuştur.
BİLGİ İŞLEM VE İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİNDE BAŞ DÖNDÜRÜCÜ GELİŞME
Haberleşme uyduları, bilgisayarlar, akıllı telefonlar vb gibi, bilgi işlem ve iletişim teknolojileri ile, internet yazılımlarında eşzamanlı olarak meydana gelen gelişmeler, insanlar arasındaki iletişimi (ve dolayısı ile de “etkileşimi”), önceden öngörülemeyecek derecede arttırmıştır. Günümüzde, internet kullanımı, artık lüks olmaktan çıkmış, zorunlu gündelik bir ihtiyaç haline gelmiştir. İnternetin gerek insan ve toplum hayatına ve gerekse, sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi vb gibi, hemen her alanda sağladığı faydalar sayılacak gibi değildir. Bu konuda, herkes kendi kapasitesi ve birikimine göre belli fikirlere sahiptir.
Ancak, sayısız faydalarına rağmen, internetin yapısından kaynaklanan, pek çok zararlarının da bulunduğu gözardı edilemez! Biz, bu yazımızda, insanlar ve toplumlar arasındaki iletişim alanına mahsus, çok önemli birkaç zararı üzerinde duracağız.
İnternetin, en önemli toplumsal zararlarının başında, “bilgi kirliliği” gelmektedir. İnsanlar, bildiklerini ve düşündüklerini (cep telefonlarını ve bilgisayarları kullanarak), kolayca paylaşabilme imkanına sahip olduklarından, “doğruluğu şüpheli”, sonsuz sayıda bilgiler internet ortamına yayılıyor. İnternet öncesinde, topluma yönelik bilgi ve düşünce paylaşımı (yayını), münhasıran, gazete, dergi, kitap, radyo, TV vb gibi, basın-yayın (bugün “medya” diyoruz) organları ile “gazeteci” denen meslek erbabı tarafından yapılabiliyordu. Bugün, eskiden “basın(matbuat)” denilen ve günümüze “konvansiyonel medya” olarak adlandırılan gazete, dergi, kitap, radyo ve TV gibi yayınlar devam ediyor olsa da, bunların dışında, son 20-25 yıl içinde ortaya çıkan ve giderek toplumsal ağırlığı artmakta olan “internet medyası”, yeni ve çok önemli bir olgudur.
TÜFEK İCAT OLDU MERTLİK BOZULDU!
Basın, tüm dünyada devlet yapılarından bağımsız, çok önemli bir “kamu görevi” olarak değerlendirildiğinden, gazeteciler, hemen tüm ülkelerde (ve uluslararası alanda da) özel kanunlarla ve hukuk düzenlemeleri ile korunmaktadırlar. Basın-yayın kanunları kapsamına girebilmek ve yaptıkları işin sorumluluklarını, hem kanunlar ve hem de kamuoyu önünde taşıyabilmeleri için de, gazetecilerin, belli niteliklere, kabiliyetlere ve deneyime sahip olmaları gerekiyor.
İnternet ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle, adeta “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu!” denilecek bir durum ortaya çıktı ve hemen herkes her bildiğini ve her düşündüğünü, keyfince tüm dünya ile paylaşma imkanına sahip oldu. Bunun ise ilk ve en büyük etkisi, çok ciddi boyutlarda “bilgi kirliliği”nin ortaya çıkması oldu. Her ne kadar internetten alınan bilgileri doğrulama konusunda bazı yöntemler geliştiriliyor olsa da, henüz, halihazırdaki devasa zararların önlenmesi bakımından, kayda değer bir imkan ortaya çıkmış değildir.
İnternet ortamında dolaşımda olan zararlı bilgilerin karşısında, yararlı bilgilerin oranı son derece düşüktür. Bu haliyle internet mecralarında her zaman doğru bilgiye ulaşmak (ve ulaşılan bilgilerin doğruluğundan emin olmak), adeta, pirince çok benzeyen taşlarla birlikte aynı çuvala doldurulmuş olan gerçek pirinçleri ayıklamak kadar zordur.
BİR İLETİŞİM DAHİSİ: GOEBBELS
Almanya’da, Hitler döneminin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels (1897-1945), bir iletişim dâhisi olmakla birlikte, “iletişimin halka karşı silah olarak kullanılması” yöntemlerinin de mucididir. Goebbels’in şu iki ilkesi çok enteresandır:
1) Halka, doğruları söylemeye gerek yoktur; onların, “inanmaya hazır oldukları” yalanlar vardır.
2) Halka, “büyük yalanlar” söyleyin ve bunları mümkün olduğunca sık tekrar edin.
İşte, internet, bu iki hususta, insanlara çok büyük imkanlar sağlamaktadır. Son zamanlarda, kısaca “trol” denen, internette “belli ve planlı maksatlarla asılsız paylaşımlar” yapan ve sayıları birkaç yüz bini bulan, ücretli sahte bilgi yayıcılarından söz edildiğini duymuşsunuzdur.
Özellikle ve maalesef, bu konudaki tüm söylentiler (ve hatta itiraflar), iktidar partisi cenahlarını işaret ettiği halde, aylardır, hiçbir yalanlama ya da itiraz gelmiyor! Kanunlarımıza göre, “kamuoyuna yönelik yalan bilgi yaymak” suç olduğu halde, açıkça sürekli halka yalan bilgiler yaymakta oldukları konuşulmakta olan bu örgütlenmeyle ilgili olarak, maalesef Cumhuriyet Savcılarının herhangi bir girişimlerinin olup-olmadığı konusunda bilgimiz bulunmuyor. Ayrıca, bu kadar büyük bir mevcutla yürütülmekte olan bu faaliyetin nasıl finanse edildiğini de kimse sormuyor?
“SOSYAL MEDYA” FELAKETİ
İnternetin zararları konusunda, dünyanın diğer ülkelerinde durum nedir bilemiyorum. Ancak, ülkemizde, basının asli fonksiyonu olan “kamuoyunu yansıtma” ve “kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşmasını sağlama” hususlarında, ciddi sorunlara sebep olduğu açıktır. Bilhassa, şu son 20 yıla yakın bir süreden bu yana, internette en yaygın biçimde kullanılmaya başlanan, facebook, twitter, instagram, youtube, tik-tok vb gibi “sosyal medya” mecralarında paylaşılmakta olan hiçbir bilgiye ve habere, maalesef, hiçbir şekilde güvenme imkanı bulunmuyor! Paylaşımların (yayınların), hızlı ve kolay olmasını yanısıra, bireylere yönelik kayda değer bir maliyetinin de olmaması, herkesin bilir-bilmez ve rasgele bir şekilde bu mecraları rahatça kullanabilmelerine imkan veriyor.
Basının, Dünyada ve ülkede olup-biten gündelik olaylarla ilgili olarak hazırlayıp yayınladığı haberler için, meşhur “5N-1K” kuralı olduğunu, muhtemelen herkes biliyordur. Peki, nedir bu 5N-1K? Bunlar, haberlerde gerçeğin tam olarak ifade edilebilmesi için, mutlaka olması gereken (“olmazsa olmaz” olan) 6 bilginin metinde yer alması gereğini ifade eden, mesleki bir çerçevedir. Şöyle ki;
5N: 1) Ne (olmuş)? / 2) Nerede (olmuş)? / 3) Ne zaman (olmuş)? / 4) Neden (olmuş)? / 5) Nasıl (olmuş)? ve 1K: Kim (yapmış)?
5N-1K KURALINA UYMAYAN PAYLAŞIMLARIN ZARARLARI
Dünyada ve yurtta olup-bitenlerle ilgili olarak yapılacak haber niteliğindeki her paylaşımda bu altı ögenin bulunması şarttır. Ne var ki, internet ortamında “sosyal medya” denen mecralarda yapılan paylaşımlarda, bu ögelerin çoğunu bulmak mümkün olmuyor! Dahası, farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı nedenlerle, farklı insanlar tarafından ve farklı usullerde yapılmış olan ve farklı olayların, aralarındaki farklar belirtilmeden bir ya getirilerek yapılan paylaşımlar, toplumda çok ciddi kafa karışıklıklarına sebep oluyor. Kafaların karışık olduğu toplumlarda ise, insanlara hiçbir konudaki gerçeklerin kavratılması mümkün olmaz!
Sosyal medya paylaşımlarındaki tek sorun elbette, sadece bu 5N-1K kuralı değildir! Haber mahiyetindeki paylaşımlarda, o altı sorunun cevabı yer almadığında, okuyan/izleyen insanlar tarafından, “muhtevanın gerçekliğinin bizzat teyit edilmesi” de zorlaşmakta ve hatta imkansız hale gelmektedir. Kamuoyuna yönelik olarak paylaşılan/yayınlanan haberlerdeki bu tür teknik yetersizliklerin yanısıra, bir de bireysel tercihlerle ve hiçbir kural tabi olmadan yapılan aslı-astarı bulunmayan çarpıtmalar da, bir diğer önemli sorundur.
BİREYSEL VE TOPLUMSAL KAFA KARIŞIKLIKLARI
Gerek toplum olarak (kamuoyu anlamında) ve gerekse bireysel bakımdan, insanlardaki ülke ve dünya gündemleri ile ilgili kafa karışıklıkları, en çok “niteliksiz ve ahlaksız” siyasetçilere, üreticilere, tüccarlara, esnafa vb gibilerine, “haksız rant ve istismar” fırsatı doğmasına yol açar.
Çağdaş toplumlar için, “insan hakları ve özgürlükleri” ile “demokrasi” vazgeçilemez hususlardır. Ancak, bunların gereğince yaşatılabilmesi ve korunabilmesi, “bireysel ve toplumsal zihin berraklığı”, olmadan mümkün olamaz! Daha da kötüsü, otoriter dikta yönetimi ve toplumsal baskılar, halka “insan hakları ve özgürlükleri” ile “demokrasi” adları altında empoze edilir.
Tıpkı, bugün kendilerine “Müslüman” denen toplumların 1362 yıl önce Muaviye (602-680) ve onun oğlu Yezit (647-683) tarafından İslam gerçeğinden koparılarak, dinin, “hanedan saltanatını kutsayan” bir siyasi ideoloji haline getirilmesine benzer durumlar yaşanır ki, İslam dünyası, maalesef bu nedenle (rakip ülkelerin zayıf olmalarından kaynaklanan sebeplerle yaşadıkları hükümranlık dönenleri dışında), 13 asrı aşan bir süredir, rakip dinlere mensup toplumlar ve ülkeler karşısında acziyetten kurtulamıyor. Müslümanlar açısında, bilhassa şu son 200 yıllık dönem, kendi tarihlerinde eşine rastlanmayacak derecede vahamet arz ediyor.
GELİŞMEMİŞ TOPLUMLARIN EVLERE ŞENLİK DEMOKRASİLERİ!
Geri kalmış ülkelerde, “herkesin oyunun eşit olduğu” sözde demokrasi uygulamalarında, iktidarları, zihinsel, sosyal, kültürel ve ekonomik bakımlardan, “halkın en az gelişmiş çoğunluğu” (ki bunlar, geri kalmış ülkelerde %80’leri buluyor) tarafından belirlenir. Gelişmiş ülkelerde, nüfusun oransal olarak en büyük kesimi (%50-70) ve nispeten gelişmiş “orta sınıf”tır. Orta sınıflar, aynı zamanda, nüfusun kendilerinden daha aşağıdaki (gelişmemiş) ve genel nüfus içindeki yüzdeleri %10-15 gibi, nispeten düşük olan kesimlerini de etki altına aldıklarından (ve toplumun üst kesimiyle çok daha sağlıklı ilişkiler kurduklarından), iktidarların belirlenmesinde orta sınıfını etkisi, toplumun diğer kesimlerine kıyasla çok daha büyüktür. Bu gibi ülkelerde, gerek demokrasinin ve gerekse devletin sürekliliği hususlarında, istikrarlı bir gidiş söz konusudur. Ama, Türkiye gibi ülkelerde (toplumsal yetersizlikler sebebiyle), batılı anlamdaki demokrasi (ve hukuk) uygulamaları ile sağlıklı bir devlet hayatının dürdürülmesi pek mümkün değildir.
GERİ KALMIŞ ÜLKELERDE HUKUK NE İŞE YARAR?
1789’dan bu yana, 234 yıldır yürürlükte olan ABD Anayasası’nda, bu süre içinde, toplam olarak, sadece 27 kez, bazı maddelerde değişiklikler yapılmış. Türkiye’de ise, Anayasal süreç, ABD’den 19 yıl sonra, 1808’de Sened-i İttifak’la başlamıştır. Ve o günden bu yana, toplumsal gelişmişlik düzeyindeki yetersizlikler sebebiyle, dördü Osmanlı Devleti döneminde olmak üzere, toplam 6 kez A’dan Z’ye topyekun Anayasa yenilemeleri olmuş ve bu Anayasaların her birinde de, tamamı siyasilerin keyiflerine ve paşa gönüllerine göre, haddi hesabı belirsiz değişiklikler yapılmıştır.
Hukukun, ülkedeki güçlüler tarafından, zayıfları denetim aracı olarak kullanıldığı bizim gibi ülkelerde, demokrasi, insan hakları, özgürlükler vb gibi çağdaş mefhumlar masaldan ibarettir!..