İlginçtir, bizde siyaset yapanların kahir ekseriyeti, adeta “ağızlarından ishal olmuş” gibidirler. Maalesef tıp araştırmacıları bu konuda hiçbir çalışma yapmıyorlar! Bu nedenle de, bu hastalığın önü alınamıyor! İnsanların siyasette statüleri yükseldikçe, bu ishal vaziyeti daha da azıyor ve etkisi de ona göre artıyor. Bu millet bu durumdan nasıl kurtulacak, açıkça hiçbir fikrim yok!
Son yıllarda, bilhassa iktidara yakın çevrelerde, akla geldikçe eleştirilen ve Türkiye’yi kıskandıkları iddia edilen ülkelerde, insanlar için ve bilhassa da siyasetçiler için en büyük korku kaynağı “yalan söylediklerinin ortaya çıkması”dır! Adamlar, bir şekilde yalan söylediği kesinleşen insanları (sosyal, siyasal, mesleki vb gibi), mensubu bulunduğu ortamlardan siliyorlar! Bizde ise, nedense, sabah-akşam yalan söyledikleri açık olanların önleri açılıyor ve halkta da adeta, onların “dışkılarında boncuk arama” telaşı başlıyor!
HALKA DOĞRULARI SÖYLEMEYE GEREK VAR MI?
Bilhassa devlet yöneticilerinin, siyasetçilerin ve diplomatların yalan konusunda uzmanlaşmalarının tarihsel kökenleri, taa ilk çağlara kadar uzanır. Bu konuda sayısız kitap yazılmıştır… Mesela, ünlü İngiliz devlet adamı ve siyasetçisi Winston Churchill, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, göreve yeni atanan bir grup genç diplomata karşı yaptığı bir konuşmada, “Rakiplerimize karşı yalan söylemekten asla çekinmeyin. Söylediklerinize inananlar, bizim çıkarlarımız için yeterli olacaktır.” der.
Ama, “yalan”ı adeta bir manifesto haline getiren, Adolf Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’tir. Goebbels, bilhassa sivil kitleleri sevk ve idare etmek konusunda, gerçekten bir dâhidir. Almanya’yı 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde, dünyanın en büyük gücü haline getiren devlet politikalarını ortaya koyan İçişleri Bakanı Heinrich Himmler’i ve Alman halkını Hitler’in ağzından çıkan sözlerle, adeta koyun sürüsü gibi sevk ve idare eden Goebbels’i çıkardığımızda, geriye Hitler’den neredeyse hiçbir şey kalmaz! İşte bu Goebbels, “Halka gerçekleri söylemeye gerek yoktur.” der ve ekler: “İnsanların, inanmaya hazır oldukları yalanlar vardır, siz onları bulun ve her yerde tekrar edin.”
ORALARDA, “YALAN” SÖYLEYENİ RESMEN GÖMERLER
Batılı ülkelerde artık, Churchill’in ve Goebbels’in teorilerine karşı oldukça etkili tedbirler alınmıştır; ama, Türkiye gibi ülkelerde, “yalan söyleyen devlet görevlilerine karşı”, yasal, sosyal ve siyasal anlamda hiçbir müeyyide olmadığı gibi, halkta bu tür karakterlere karşı da, sanki özel bir ilgi oluşmaktadır! ABD’de, 1998’de yaşanan Bill Clinton-Monica Lewinsky skandalını hatırlayın lütfen. Clinton ABD Başkanıdır ve Monica’nın kendisiyle cinsellik yaşadığına dair iddialarının doğru olmadığını söyler. Ancak, ilişkinin varlığı açıkça ortaya çıktığında, Clinton kendisini önce Savcının, sonra da mahkemenin karşısında bulur; neticede, Beyaz Saray’da “ücretsiz stajyer eleman” olan Monica ile uzlaşmak zorunda kalır ve ABD siyaset sahnesinden adı silinir gider.
Mesela Almanya’da da, devletin ilgili dairelerine verdikleri ticari ve mali evraklarda, en küçük bir yalan beyanda bulundukları tespit edilen kişiler, ticari hayattan tamamen men edilir ve devlet, o kişilere, “ücretli” işlerde çalışmaktan başka hiçbir çıkar yol bırakmaz! Bu sebeple, işadamlarının, ticari manevralarını yaparlarken en korktukları şey, yalanla itham edilmektir.
Yani, Batılı ülkelerde, yalan söylediği kesinleşen herkesi, mensubu bulunduğu her türlü ortamlarda sistem dışına iterler ve adeta, söz sahibi olduğu sektörün özel mezarlığına gömerler…
VE GELELİM BALIKESİR’E
Şimdi, bu genel çerçeveden çıkalım ve Balıkesir’e gelelim… Tabii, önce tanıdıklarımız arasında, “ağızlarından ishal olma” bakımından en ileri seviyelerde olan tipleri bir gözden geçirelim… Elbette, bu noktada konumuz, köy ve mahalle kahvehanelerinde, kendi tanıdık ortamlarında palavra savuran hemşehrilerimiz değil!
Yaşadığımız bu şehirle ilgili en etkili görevlerde bulunan ve il siyaseti (ve siyasetçileri) üzerinde en etkili olan bazı zevat-ı nâ-muhteremleri düşünelim mesela! Siyasi, toplumsal, bürokratik ve meslekî ortamlarda isimleri öne çıkmış olan kişilerle olan diyaloglarınızı hatırlayın; onlarla mutabık kaldığınız konuları, o konularla ilgili gelişmeleri ve ortaya çıkan sonuçları bir düşünün bakalım, bizim bu ifadelerimize siz neler ekleyebiliyorsunuz?!.
Burada, gerçekten tüm detayları ile, isim isim pek çok örnek üzerinde durmamızı bekliyor olabilirsiniz belki! Ancak, benim bilip de, sizlerin bil(e)meyebileceği pek çok detaylar olacağından, verdiğim örnekler, hem gereksiz polemik konusu olur, hem de, sürekli karşı karşıya bulunduğumuz “olumsuz belli bazı durumları anlatma” maksadımızın dışına çıkarak, konu tamamen “kişiye mahsus” bir hal alır ki, bu da, adeta “reklam” etkisi yapar ve o kişilerin işlerine yarar. Rahmetli Erbakan hocanın “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” demesi bundandır!
Öte yandan, bir de, aslında kendilerinin son anda haberdar oldukları, gerçekte nasıl karar verildiğini ve neden yapıldığını dahi bilmedikleri, ilimizdeki sözüm ona bazı yatırımları (ya da önemli bir atamayı ve/veya görevden almayı, maddi bir kaynak aktarımını filan), kendilerinin organize ettiklerini söyleyen, acar siyasetçiler vardır! Ben böyle bir mevzu yakaladığımda, ilgili siyasetçilerle muhabbet etmeyi çok severim. Zira, onlarla konuşmak çok eğlencelidir. Çünkü, konuyla alakalı, binbir çelişki ihtiva eden övünme ifadeleri, başka türlü, böylesine bir arada bulunmuyor.
ACABA, YALANCILARIN DESTEKÇİLERİ NEDEN ÇOK OLUYOR?
Bir şekilde, Vali, Milletvekili, Rektör, Belediye Başkanı, Dekan, Genel Müdür, İl Müdürü, Daire Başkanı vb olduklarında, gerçekten kendi dışkılarında boncuk aramaya başlayanlar, hiç de az değildir Balıkesir’de… Kendileri, aradıkları boncuğu bulamadıklarında ise, çevrelerinde taklalar atmakta olan mebzul miktardaki “kıç yalayıcılar”ından yardım alırlar. Nedense, o kıç yalayıcılar, her dakika, Syracuse’lı matematikçi Archimedes (M.Ö. 287-212 ) gibi, “Buldum, buldum…” diye ortalığı velveleye verirler ve bu sayede geçinip giderler…
Geçtiğimiz günlerde, Balıkesir’de bu konuda çok ünlü olan (eğitim camiasından mütekait) önemli (!?) bir ismi kaybettik mesela... Şehrimizdeki bazı dostlarımızın, bu sebeple üzüntülerinin çok büyük olduğunu zannediyorum! Ama, bence üzülmelerine gerek yok; çünkü, etraflarına şöyle alıcı gözle bir baksalar, ölenden çok daha muhteşemlerini kolayca bulabilirler.