Batılı ülkelerde yetişen insanların, Türkiye’de cereyan etmekte olan hadiseleri ve insanların o hadiseler karşısındaki tutumlarını anlamaları ve mantığını kavramaları hiç de kolay bir iş değildir. Bizler, düşünmede ve davranışlarımızda, ulusal ve evrensel ortak insani değerlerden, kurallardan ve ölçülerden “münezzeh” insanlarız. Hemen her konuda, “anlık kişisel çıkar” merkezli düşünmek ve davranmak, bizim yegane düsturumuzdur. Toplumsal ve evrensel kurallara, ölçülere ve ortak değerlere göre düşünmek ve davranmak, bizim için fanteziden ibarettir.
Yeryüzünde, tüm ülkelerin aynı kuralları ve ölçüleri uygulamaya koyduğu en önemli alan trafiktir. Nitekim, Avrupa ülkelerindeki trafik kuralları ile Türkiye’deki trafik kuralları, birbirinin aynıdır. Peki, bizim yollarımızdaki ve onların yollarındaki araç hareketliliği arasındaki çarpıcı farklılıkların sebebi nedir? Bunun tek bir izahı var, o da şudur: Biz, trafik kurallarına ne zaman uyacağımıza ya da uymayacağımıza kendimiz karar veririz ve mecbur kalmadıkça da, kurallara uymayız. Onlar ise, her durumda, mutlaka trafik kurallarına riayet ederler. Bir batılının, bizim trafik kurallarına neden uymadığımızı anlaması ise imkansızdır.
Biz burada, örnek olarak, sadece trafik kurallarını aldık; ama, gerek kişisel ve gerekse toplumsal hayatımızda, hemen her alanda, geçerli olan ortak değerleri, kuralları ve ölçüleri (maddî, fizikî, sosyal, siyasi vb.), gücümüze ve anlık kişisel çıkar değerlendirmelerimize göre dikkate alırız. O nedenle (Uzak doğudaki birkaç ülke hariç) tüm doğulu ülkelerde hukuk(?), daima iktidarların elinde, halka ve rakiplere yönelik sopadan başka bir şey değildir. Batılı ülkelerde, hukukun yegane sahibi bizatihi halktır. Bizde ise halk, hukukun kendisine ait ve sahip çıkması gereken bir sistem olduğu fikrinde olmadığından, iktidarların elinde, halka ve rakiplere yönelik silah gibidir.
AVRUPA’NIN, DÜŞMANINI TANIMA VE ALT ETME YÖNTEMİ!
Tarihte, Türkler karşısında yüzyıllarca yenilen Avrupa insanı, “Türk insanının hangi durumlarda nasıl davrandığına dair bilgi sahibi olmamalarından dolayı, davranışlarını önceden tahmin edememeleri”ni, sürekli kaybedişlerinin sebebi olarak görmüş ve bu durumu aşmak için bilimsel bir yöntem geliştirmiştir. Bu bilimsel yöntemin adı “Türkoloji (Türk bilimi)”dir. Avrupalılar, gerek savaş ve gerekse barış dönemlerinde, başta Türkler olmak üzere, doğulu halkları anlayabilmek için üniversitelerinde “orientalist (şarkiyat)” okullar kurma ihtiyacı duyarlar. Dünyada ilk Türkoloji Bölümü, Paris’te, “Ecole des Langues Orientales Vivantes (Modern Doğu Dilleri Okulu)” bünyesinde kurulmuştur. Hemen müteakip yıllarda, Rusya’da, Almanya’da (Prusya), Macaristan, İngiltere’de vs. Türkoloji bölümleri kurulmuştur.
Avrupa ülkelerinde kurulan bu Türkoloji bölümleri, bizim tarafımızdan da taklit edilmiş ve Türkiye’de de kendi kendimize Türkoloji bölümleri kurmak, bir marifet olarak görülmüş. Batılı ülkeler, iki asrı aşkın bir zaman içinde, doğulu toplumların tüm psikolojik ve sosyolojik kodlarını çözmüş, doğulu insanlarla kuracakları ilişkilerde, nasıl “sürekli kazanan taraf” olacaklarının yol ve yöntemlerini geliştirmişlerdir. Batılılar, sadece bilim ve teknolojideki ilerleme ile değil, işte bu şarkiyat bölümlerinde yaptıkları bilimsel çalışmalarla elde ettikleri bilgiler sayesinde, doğulu toplumlarla hangi işleri nasıl yapmaları gerektiğini, büyük bir doğrulukta öğrenmişlerdir.
Batılı ülkelerin üniversitelerinde ardı ardına açılan “şarkiyat” bölümleri ile bu bölümlerde yer alan “Türkoloji, Araboloji, Farsoloji, Sinoloji, Hindoloji vb. gibi” alt bölümlere karşı, doğulu ülkelerde “garbiyat” bölümleri ile bu bölümlerde, örneğin, Anglo-Saksonoloji, Frankoloji, Slavoloji, Grekoloji vb. gibi alt bölümlerin açılması, iki yüz şu kadar yıldır akıl bile edilememiştir. Dolayısı ile doğulu ülkelerin insanları, batılıları yeterince ve doğru bir şekilde anlama imkanı bulamamışlardır. Doğulular, batılılarla olan ilişkilerini kişisel deneyimlerine göre ve el yordamı ile yapa-yanıla yürütmeye çalışırken, batılılar, son derece planlı ve akla dayalı usullerle, doğulular karşısında sürekli kazanmaktadırlar.
BATILI ÜLKELERİN İŞLERİ, ARTIK HAYLİ KOLAY…
Artık son 30-40 yıldır, doğulu toplumları kolaylıkla manipüle edebilen batılı ülkeler; bu ülkelerde kolayca elde edebildikleri yerel işbirlikçilerin de katkılarıyla, her durumda kendi politikalarını yürütebilmektedirler. Sürekli batılı ülkelerin kültürel, sosyal, siyasi, ekonomik vb. gibi manipülasyonlarına maruz kalmakta olan, bizim de içlerinde yer aldığımız orta doğulu toplumlar, spontane tepkiler dışında, batılılara karşı kendi davranışlarını ve politikalarını ortaya koyamaz çıkarlarını koruyamaz haldedirler. Batılılar ise, karşılaştıkları tepkilere göre, sadece yöntem değiştirerek işlerini yürütmeye devam ediyorlar. Doğulular da, gösterdikleri tepkiyle bir şeyler elde ettiklerini zannediyorlar ve batılılar, hedeflerine doğru kesintisiz ilerlemelerini sürdürüyorlar.
Batılı ülkeler, doğulu toplumları nasıl manipüle edeceklerini gayet iyi öğrendiklerinden, bu ülkelerin sosyal ve siyasi düzenlerini kolayca dizayn edebiliyorlar, kültürlerini değiştirebiliyorlar. 30 yıl önce ABD, İsrail ve İngiltere tarafından hazırlanmasına başlanan, Fransa ve Almanya’nın da desteği alınarak, 25 yıl önce uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), işte bu yeni dönemdeki ilk aşamadır. BOP kapsamında müdahale edilmekte olan ülkelerden hiçbirinin, bu projeyi engelleme kapasiteleri yoktur; Türkiye, “Eşbaşkan” olarak, zaten uygulayıcıların yanındadır! Müdahaleye maruz kalan ülke halklarının (hoşlarına gitmeyen bir şeyler olduğunda ortaya çıkan), spontane tepkilerinden başka, BOP’un önünde kayda değer bir engel yoktur. Proje sahipleri, karşılaştıkları tepkilere göre, basit yöntem değişiklikleri yaparak, engelsiz bir şekilde yollarına devam ediyorlar.
Bilhassa şu son 20 yıldır Türkiye’de yaşanan her şeyi, işte bu perspektiften değerlendirmek gerekiyor.
BEKLENEN SİYASİ FİLM, YARGI SİNEMASINDA VİZYONA GİRDİ
Şimdi gelelim, şu İmamoğlu meselesine: Ekrem İmamoğlu, 2019 ve 2023 Mahalli İdareler Seçimleri’nde, İstanbul’da, emsali görülmemiş siyasi başarılar elde etti. Ancak, İmamoğlu’nun bu başarıları, merkezi idareyi elinde bulunduran AK Parti’nin lideri tarafından hazmedilemedi! 31 Mart 2019’da, aynı zarfın içinde sandığa atılan 4 oydan, sadece Büyükşehir Belediye Başkanı için kullanılan oy pusulaları, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından, 06 Mayıs 2019 tarihinde “geçersiz” sayılarak, seçim iptal edildi ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı için, yaklaşık üç ay sonra 23 Haziran’da seçim tekrar edildi. İmamoğlu bu sefer, aradaki oy farkını, yaklaşık 60 kat arttırarak, 13 bin 729’dan, 806 bine çıkardı. AK Parti kurmayları her ne kadar hazmedemeseler de, bu sonucu kabullenmek zorunda kaldılar. 31 Mart 2024’te İmamoğlu, oylarını ezici bir şekilde arttırarak (%51,21oy oranıyla), AK Parti adayını sildi-süpürdü… AK Parti liderinin, elbette böyle bir seçim yenilgisini kabullenmesi ve köşesine çekilip oturması beklenemezdi.
İmamoğlu’nun yakasından tutabilmek için, kendilerince makul birtakım sebeplerin ortaya çıkarılması (gerekirse imal edilmesi) gerekiyordu ki, bu da epey bir zaman aldı. İmamoğlu hakkında, yıllardır, çok ciddi bir yargı kadrosunun dosya hazırlıkları yaptığı, kamuoyunda biliniyordu. Nihayet, geçtiğimiz 19 Mart’ta, “suç örgütü lideri” olarak suçlanan Ekrem İmamoğlu, “irtikap, rüşvet, dolandırıcılık, terör örgütüyle işbirliği ve yolsuzluk” suçlamalarıyla, büyük bir polis operasyonu şovu yapılarak, gözaltına alındı.
MEDYA ORTAMINDA KÖR DÖVÜŞÜ
Sadece yapılan açıklamalar ve “bilgi” denilerek, bu paralelde planlı bir şekilde sızdırılan iddialar ile ülke medyası, böyle bir meseleyi tam bir curcunaya çevirdi. Artık, İmamoğlu aleyhine konuşmanın ve yazmanın hiçbir ölçüsü kalmadı. Elbette, bu gürültü-patırtı arasında, gerçek durumun ne olduğu hiç anlaşılamadığı gibi, zaten gerçeklerle kimsenin ilgilendiği de söylenemez. Herkes, kendisini konumlandırdığı yere göre, olayla ilgili bir “taraf” olduğundan, doğru bilgiler ve işin aslının gerçekte ne olduğu, hiç kimsenin umurunda değil. Bakalım bu kargaşada, kim altta kalacak ve kimin canı çıkacak!
Şöyle düşünelim: Sahnede, envai çeşit enstrümanlarla, büyük bir orkestra var; ancak, başlarında bir “şef” yok ve müzisyenlerin her biri, kendi kafalarına göre bir şeyler çalıyor… Ortaya nasıl bir görüntü ve nasıl dayanılmaz bir ses kirliliği çıkar, düşünün. İşte, Türkiye’de “gündem” adı altında, oldukça sık bir şekilde yaşanan irili-ufaklı durumların, bu örnekten hiçbir farkı yok. Gayet açık ki, iktidarın İstanbul emniyetine ve yargısına aylar önce yaptığı bazı kritik atamalar ile, bu atamalardan sonra başlatılan dosya talepleri ile gelinen bu nokta zaten biliniyordu. Yani, İmamoğlu’nun tutuklanması, hiç kimse için sürpriz olmamalı.
BEKLENEN KARŞILAŞMA
Peki, İmamoğlu, tutuklanacağını bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Gerek İçişleri Bakanlığı ve gerekse İstanbul Başsavcılığı tarafından istenen dosyaların içeriklerinden haberi yok muydu, elbette ki vardı. O dosya içeriklerinin, hukuki bakımdan ne anlama geldiğini de, elbette kendi hukukçu kadrosu biliyor olmalı.
Yani, bir taraf “gözaltına alma” hazırlıkları yaparken, diğer tarafın da, “gözaltına alınma” hazırlığı yaptığı gayet açık. Aylardır, birbirleriyle meydan savaşı yapacak iki ordunun savaş öncesi hareketlerini andıran, kıyasıya bir çatışmaya hazırlanma süreci yaşanıyordu… Nihayet, önce İmamoğlu’nun, 35 yıl önce aldığı üniversite diploması iptal edildi ve geçtiğimiz Çarşamba sabahı da, ilk ciddi saldırı ile iktidar kuvvetleri, sıcak çatışma dönemini başlatmış oldu. O günden bu yana gerek gazetelerde ve TV kanallarında ve gerekse internetteki sosyal medya mecralarında yaşanmakta olan yayınlara, paylaşımlara ve yorumlara bakılırsa, iktidar cenahının, tam bir “imha savaşı” yaptığı görülüyor. Kamuoyu nezdinde yürütülmekte olan bu savaşın galibinin hangi taraf olacağını söylemek için, vakit henüz çok erken. Çünkü, her iki tarafın da elinde, birbirlerine karşı kullanabilecekleri güçlü kozlar var. İktidar cenahı, devletin tüm imkanlarını ve gücünü eline alarak başlattığı saldırıda, çok ciddi bir “hukuki yetersizlik” sorunu ile karşı karşıya bulunuyor. Ulusal ve evrensel hukuk normları büyük ölçüde İmamoğlu’dan yana görünüyor.
NETİCEYİ KAMUOYU VE HUKUK BELİRLEYECEK
Bu arada, “diploma iptali”nin, kamuoyunda ve akademik camiada kabul görmediğini unutmamak lazım. Fazla uzak olmayan bir zaman içinde, iktidar, bu diploma iptalinden geri adım atmak zorunda kalacaktır. “Hukuk kurallarını geriye doğru işletmek”, dünyada ve Türkiye’de hiç kimse tarafından anlaşılmaz ve kabul edilmez. İktidar, açtığı bu yolda çok şey kaybeder; yandaşlarının bu işlemi desteklemesi, sonucu değiştiremez!
İstiklal Mahkemeleri’nden bu yana, gerek DP tarafından yapılan bazı siyasi yargılamalar, gerek DP’lilerin maruz kaldıkları darbe ve Yassıada Mahkemesi ve gerekse 12 Eylül’den sonra Sıkıyönetim Mahkemeleri’nin yargılamaları kamuoyu tarafından kabul görmemiştir. Yakın tarihimizdeki bu olumsuz örneklere yeni bir sayfa ekleyen taraf, hiçbir kazanım elde edemeyeceği gibi, yarın aynı uygulamaya, kendilerinin maruz kalmaları ihtimalini kuvvetlendiriyor. Tarih, bu gibi örneklerle doludur. Ne var ki, bu örneklerden ders almayanlar yüzünden tarih, sürekli kendini tekrar etmek zorunda kalıyor!..
-----------------
24 Mart 2025