Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

“LAİKLİK VE ÜNİTER YAPI” OLMADAN, “TÜRK DEVLETİ” OLUR MU?

Toplumdaki iktidara muhalif kesimlerin temsilcisi ve sesi olması gereken, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel de “tamam” dedikten sonra mesele bitmiştir… İktidar tarafından, 16.07.2014 tarih ve 29062 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”la(*) başlatılan ve bir yıl sonra (22.07.2015’te), Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde, 2 polisin ölümüyle sonuçlanan PKK saldırısından sonra vazgeçilen, açılım ve sözde “Çözüm Süreci”nde(**) ve sonrasında yaşananlar, henüz hafızalardaki tazeliğini koruyorken, ülkemizin aynı bataklığa ikinci kez sokulmaya çalışılmasını, iyi niyetle değerlendirmek mümkün değildir. İşin en anlaşılmaz tarafı ise, bu sefer iktidar bu işte yalnız değil; güya en amansız siyasi rakibi(?!) olan CHP ve sözde diğer muhalifler de iktidarın yanında saf tutmuş görünüyorlar!   TOPLUMSAL BİRLİĞİN DAYANAĞI LAİKLİK VE ÜNİTER DEVLETTİR Türkiye Cumhuriyeti, ülkede yaşamakta olan insanların etnik köken ve inanç farklılıklarının dışında ve üzerinde, “haklar ve yükümlülükler bakımından eşit vatandaşlık” ilkesine dayanır. Bunun Anayasal ifadesi ise, “üniter, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”dir. Halkın zihninde bu ilkeler aşındırılmadan ve aşılmadan, devletin yapısının ve vatandaş-devlet ilişkilerinin değiştirilmesi mümkün değildir. İşte o nedenle, başta laiklik ve üniter yapı olmak üzere, Anayasamızda bu ilkeleri hükme bağlayan maddelere karşı, iktidar desteği ve öncülüğünde, halkın zihnini bulandırmayı amaçlayan, sistemli ve haince bir faaliyet yürütülüyor. Bu ise, açık bir Anayasal suçtur; lakin, bugün Türkiye’de, bu suçla ilgili işlem yapması gereken tüm merciler felç edilmiştir. Laikliğe karşı, 1950 yılında Demokrat Parti’nin (DP) iktidar olması ile başlayan gizli ve açık faaliyetler, 2002’den sonra (yürürlükteki Anayasa’ya ve yasalara rağmen), iktidarın göz yumması ve desteklemesi ile kabul edilemeyecek derecede ileriye gitmiş ve güçlenmiştir. Günümüzde, devletin en stratejik birimlerinin dahi, büyük ölçüde, dinci birtakım teşekküllerin kontrolünde olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Devletin üniter yapısına karşı, gizli-açık “bölücülük” faaliyetleri ise, Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara geldiği 1983 yılından itibaren, benzer şekilde sistemli olarak başlatılmış ve dışarıdan da desteklendiği için, artık bugün, açıkça devletle pazarlık yapabilecek seviyelere gelmiştir. Gerek laikliğe ve gerekse devletin üniter yapısına karşı olan tüm faaliyetler, aynı dış güçler ve içeride de, yine o dış güçlerin kontrolünde bulunan ve halkın birbirine rakip zannettiği, yerli işbirlikçi teşekküller, din ve siyaset baronları tarafından yürütülmektedir.   KÜRTLERİN, 220 YILLIK “OTORİTE VE PRESTİJ” KAVGALARI! Biz bu yazımızda, son günlerde siyasi çevrelerde yaşanmakta olan bazı can sıkıcı gelişmeler sebebiyle, kürt meselesinin, iki asıl önceki temellerine dikkatlerinizi çekmeye çalışacağız. Osmanlı Devleti tarafından, 1806 yılında, Süleymaniye Valisi Babanzade İbrahim Paşa’nın vefatından sonra yerine, yine Babanzadeler aşiretinden Halil Paşa’nın Vali tayin edilmesine karşı çıkan (İbrahim Paşa’nın yeğeni) Abdurrahman Paşa’nın isyanı, devletimize karşı meydana gelen “ilk kürt isyanı”dır. Bölgede, 1919 yılına kadar meydana gelen irili-ufaklı yirmiyi aşkın isyandan hiçbirinin, halktan kaynaklanan, tek bir sebebi yoktur! Yani, hiçbiri “halk isyanı” değildir. Devlet tarafından kuvvet kullanılarak, kanla bastırılan (ve bilhassa son zamanlardakiler olmak üzere), pek çoğu dışarıdan desteklenen o isyanlar temelde, aşiret ağalarının, bölgesel otorite sahibi olarak, devlet ve halk nezdinde, “prestij ve statü elde etme” kavgalarıdır. Daha sonra, Cumhuriyet döneminde o bölgede birkaç isyan teşebbüsü olmuş ise de, bunlar kolayca bastırılmıştır. İşte, tamamı kısa sürelerde (en çok birkaç yıl içinde) bastırılmış olan o isyanların, günümüzdeki devamı olan PKK terörü ile 40 yıldır baş edilememiş olması, asla kabul edilemez! I. Dünya Savaşı’ndan sonraki o yıkım yıllarında bile, Anadolu’da yedi düvele diz çöktüren Türk milleti, böyle bir şeye izin vermez! Bölgenin bilinen tarihinde, kürt toplulukları tarafından kurulmuş tek bir tane bile “devlet” yoktur. 13. yüzyıl sonlarındaki Moğol saldırıları nedeniyle zayıflayan Selçuklu Devleti’nin (1040-1308) yıkılmasından sonra, meydana gelen siyasi otorite boşluğunda, Anadolu’yu, Suriye’yi, Irak’ı, İran’ı, Azerbaycan’ı ve Ermenistan’ı kapsayan coğrafyada, tamamı Türk olan, irili-ufaklı 24 beylik kurulmuştur. O dönemde, kürt aşiretleri de, pek âlâ kendileri, hiç olmazsa bir beylik kurabilirlerdi, ama kur(a)madılar! Halbuki, ortada onları engelleyebilecek hiçbir siyasi ve askerî güç yoktu! Ama, tek bir tane bile beylik kurmadılar, ya da kuramadılar! Dolayısı ile, bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de, kendilerini “kürt” diye adlandıran toplulukların, “devlet kurma” konusunda, tarihi hiçbir müktesebatları bulunmuyor. Kaldı ki, hâlen kendi aralarında kullandıkları konuşma şekli de, müstakil bir lisan değil, 3-4 farklı dilden alınan kelimelerle oluşmuş, kendine mahsus grameri olmayan bir diyalekttir. Bilinen herhangi başka bir dile ait olmayan, tamamen kendilerine mahsus tek bir kelime bile yoktur! Aynı şekilde, tarihçiler tarafından, bilimsel olarak kabul gören etnik bir kökenleri de bulunmuyor. Konuşma ve yaşama biçimlerine bakıldığında, aslında, sanki, çeşitli sebeplerle mensup oldukları uluslardan ve topluluklardan kopan grupların, bölgesel kozmopolit birliktelikleriyle oluşan topluluklar gibi görünüyorlar.   TÜRKİYE, PKK’YA KARŞI GERÇEK BİR MÜCADELE YÜRÜTMEMİŞTİR! Hâlen, tüm dünyada “terör örgütü” olarak kabul edilen Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistanê-PKK) 27.11.1978 tarihinde, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, Abdullah Öcalan ve 22 arkadaşı tarafından kurulmuştur. PKK’nın, kamuoyu tarafından bilinen ilk en büyük eylemleri, 15.08.1984 akşamı, Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdiği, bir askerin şehit düştüğü, 9 asker ve 3 sivilin yaralandığı olaylardır. O günden bu yana geçen 40 yıllık sürede, 40 bine yakın can kaybına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından, PKK’ya karşı, “sonuç almaya matuf”, gerçek bir mücadele yürütülmemiştir. “Terörle mücadele” söylemleri ile halk sürekli oyalanmış ve geçen süre içinde, başlangıçta silahlı militan mevcudu 40-50 kişiden ibaret olan örgütün, bugün yüz bini aşkın düzenli silahlı birliklere sahip olması sağlanmıştır. PKK ile mücadele için bölgeye sevk edilmiş ve halen de sevk edilmekte olan güvenlik güçlerinin, somut netice elde etmelerine izin verilmemiştir. Bu arada PKK, batılı emperyalist ülkelerin gizli servisleriyle ilişkilerini geliştirmiş ve yüz bin kişilik bir silahlı kadroyla saldırılar düzenleyebilecek maddi kaynaklara sahip olduğu gibi, uluslararası bir kimliğe sahip olmuştur. Zaman zaman, PKK’yı gerçekten bitirmek amacıyla mücadele başlatan (Org.Eşref Bitlis, Cem Ersever, Gaffar Okkan vb. gibi) komutanlar ve polis müdürleri olmuşsa da onlar, ilginç suikastlerle veya şüpheli kazalarla ortadan kaldırılmışlardır.   PKK TERÖRÜ, BOP’A EKLEMLENMİŞTİR! Bu arada,1990’tan itibaren uygulamaya konulan ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı kapsayan ve Büyük Ortadoğu Projesi-BOP (Greater Middle East) adıyla bilinen proje kapsamında, PKK’ya da, bölgesel bazı önemli görevler verildiği anlaşılmaktadır. İsrail, ABD ve İngiltere tarafından ortaklaşa yürütülmekte olan BOP’un kapsadığı ülkelerde (ve tabii, Türkiye’de de), çok sayıda “yerel işbirlikçi” örgütler ve siyasetçiler, “Eşbaşkanlık” dahil, çeşitli görevler üstlenmişlerdir. 1990 yılından bu yana, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar olan ülkelerde meydana gelen tüm hadiselerin, bir şekilde mutlaka BOP’la alakaları vardır. Her ne kadar, Erdoğan da BOP Eşbaşkanlarından biri olarak görevlendirilmiş olsa bile, bu projenin, Türkiye’nin yararına hiçbir muhtevası yoktur. Ancak ve elbette, BOP kapsamında Türkiye aleyhine gerçekleştirilecek teşebbüslerin Türk halkına allanarak-pullanarak anlatılması ve kabul ettirilmesi; dahası bu teşebbüslere karşı ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefetin etkisiz hale getirilmesi gibi hususlar çok önemlidir ki, bugünkü iktidarın ve topyekun muhalefetin, esasen birlikte bu görevi ifa etmekte oldukları gayet açıktır.   SİYASETTE ZIT KUTUPLARIN İLGİNÇ BİRLİKTELİĞİ Mıknatıslarda zıt kutupların birbirlerini çekmelerinde ve elektriğin zıt kutupları bir araya getirilerek fonksiyonel hale getirilmesinde olduğu gibi, Türk politikasında da, halkın “zıt kutuplar” zannettiği siyasi partiler, son zamanlarda, acayip bir şekilde canciğer kuzu sarması modundalar. 2016 yılına kadar, AK Parti ile MHP’nin ve şu birkaç hafta öncesine kadar da, iktidar cenahı ile güya siyasette onlara karşı kutupta olduğu zannedilen DEM/PKK’nın bir araya gelebileceklerini söyleyenlerin, akıllarından şüphe ediliyordu! Ancak, Özgür Özel’in şu son günlerdeki konuşmalarına bakılırsa, “iktidar-DEM/PKK aşkı”na, CHP’nin (muhtemelen, İYİ Parti’nin) de teşne olduğu anlaşılıyor. Bu durum karşısında, acaba neden hiç kimse, “Ne oluyoruz?” diye sormuyor? Siyaset sosyolojisinde, çok bilinen bir kural vardır: Açlık ve cehalet köleliğin anne-babasıdır. Geri kalmış ülkelerde, insanları idare etmenin ve sömürmenin en etkili yöntemi, “halkın aç ve cahil bırakılması”dır! Cehalet ve açlık sebebiyle halk, ülkede ve dünyada gündelik olan-biten hadiseler arasında bağ kuramaz, iktidarın icraatlarını sorgulayamaz; kaçınılmaz olarak, önüne bir parça yiyecek atmakta olan iktidarın “din sosuna bulanmış” söylemlerinde keramet arar ve sorgusuz-sualsiz biat eder. Zaman geçtikçe hem bireysel ve hem de ülke olarak ne derece fakirleşmekte olduklarını anlayamayan insanlar, kendi başlarına hiçbir güce sahip olmadıklarından ve aralarında birlik olmayı da akıl edemediklerinden dolayı, iktidarların kurşun askerlerine dönüşürler ki, bugün Türkiye’de yaşanan süreç budur.   GETİRİLEN SON ÜCRET ARTIŞLARI NE İFADE EDİYOR? Ülke nüfusunun neredeyse 4’te 3’ügibi büyük bir kesimini teşkil eden emeklilerin maaşlarına ve asgarî ücretle çalışanlara yapılan cüz’î artışlar, bu kesimlerin, enflasyon sebebiyle kaybettiklerinin onda birini bile karşılamıyor! Bu durumda, asgarî ücretle ve emekli maaşı ile geçinmekte olan 60 milyonu aşkın nüfusun, gündelik karın doyurma derdinden kurtulması imkansızdır. Çalışan nüfusun, asgarî ücretlilere ve emeklilere oranla bir parça daha yüksek maaş almakta olan kesimleri de, kendi gündelik maişetleri ve gelecek kaygıları sebebiyle, etkili olabilecek hiçbir sosyal ve siyasal davranışlarda bulunamazlar; bulunsalar bile, zaman, para ve emek kaybının ötesinde, ellerine hiçbir şey geçmez, BOP kervanı da yoluna devam eder gider. Zaten, toplumda ortaya çıkan doğal muhalefetin siyasi bir karşılığı da olmadığından, ülke, iktidar için adeta dikensiz gül bahçesi olur. İktidarın, ülke ve halk aleyhine olan ve/veya halk tarafından beğenilmeyen icraatlarına karşı, doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkan toplumsal muhalefetin, organize siyasi bir muhatabı olması gerekir. Bu olmadığında, insanlar, çoğu gayrimeşru olan güç sahiplerine boyun eğmekten başka kendilerine yol bulamazlar ki, bugün Türkiye’de yaşanan da, tam olarak budur. Cumhuriyet döneminde, ülkemiz nüfusunun büyük bir kısmını ayakta tutan tarım ve hayvancılık sektörlerinde, son 20 yıl içinde yaşanan gerilemeler, en büyük stratejik öneme sahip olan gıda üretimini tehlikeli derecede zayıflatmıştır. Öyle ki, eskiden ekilen tarlalar ve hayvan otlatılan meralar boşalmış, market raflarını mebzul miktarlarda ithal tarım ve hayvancılık ürünleri işgal etmiş bulunuyor.   TÜRK MİLLETİNİ NASIL UYUTACAKLARINI ÇOK İYİ BİLİYORLAR! Halihazırdaki gidişata bakılırsa, 2011 yılından bu yana, Suriye’de beş yüzü aşkın şehit veren, yüz milyarlarca Dolar para harcayan, on milyarlarca Dolarlık askeri araç-gereç sarfeden ve demografik yapısı, milyonlarca “niteliksiz transfer nüfus” ile deforme edilen Türkiye’yi, yakın gelecekte hiç de iyi günler beklemiyor! Ne yazık ki, ülke olarak karşı karşıya bulunduğumuz yakın tehlikeleri bile, insanlarımıza anlatabilmenin bir yolu bulunamıyor! Maalesef batılı emperyalist güçler, Türk milletini ayakta uyutacak yöntemleri çok iyi biliyorlar ve bu yöntemleri, içimizden devşirdikleri işbirlikçilere kullandırarak, istedikleri sonuçları almaya devam ediyorlar. Umarım, millet olarak aklımız başımıza geldiğinde ve daldığımız derin ve tatlı uykudan uyandığımızda, geleceğimizi kurtarabilecek imkanlar hâlâ elimizde olur!.. _________________   (*) https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/07/20140716-1.htm (**)ttps://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87%C3%B6z%C3%BCm_S%C3%BCreci#:~:text=S%C3%BCre%C3%A7%2C%2016%20Temmuz%202014'te,sonras%C4%B1%20s%C3%BCrecin%20sona%20erdirilmesi%20ba%C5%9Flad%C4%B1.
Ekleme Tarihi: 06 Ocak 2025 - Pazartesi

“LAİKLİK VE ÜNİTER YAPI” OLMADAN, “TÜRK DEVLETİ” OLUR MU?

Toplumdaki iktidara muhalif kesimlerin temsilcisi ve sesi olması gereken, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel de “tamam” dedikten sonra mesele bitmiştir… İktidar tarafından, 16.07.2014 tarih ve 29062 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”la(*) başlatılan ve bir yıl sonra (22.07.2015’te), Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde, 2 polisin ölümüyle sonuçlanan PKK saldırısından sonra vazgeçilen, açılım ve sözde “Çözüm Süreci”nde(**) ve sonrasında yaşananlar, henüz hafızalardaki tazeliğini koruyorken, ülkemizin aynı bataklığa ikinci kez sokulmaya çalışılmasını, iyi niyetle değerlendirmek mümkün değildir. İşin en anlaşılmaz tarafı ise, bu sefer iktidar bu işte yalnız değil; güya en amansız siyasi rakibi(?!) olan CHP ve sözde diğer muhalifler de iktidarın yanında saf tutmuş görünüyorlar!

 

TOPLUMSAL BİRLİĞİN DAYANAĞI LAİKLİK VE ÜNİTER DEVLETTİR

Türkiye Cumhuriyeti, ülkede yaşamakta olan insanların etnik köken ve inanç farklılıklarının dışında ve üzerinde, “haklar ve yükümlülükler bakımından eşit vatandaşlık” ilkesine dayanır. Bunun Anayasal ifadesi ise, “üniter, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”dir. Halkın zihninde bu ilkeler aşındırılmadan ve aşılmadan, devletin yapısının ve vatandaş-devlet ilişkilerinin değiştirilmesi mümkün değildir. İşte o nedenle, başta laiklik ve üniter yapı olmak üzere, Anayasamızda bu ilkeleri hükme bağlayan maddelere karşı, iktidar desteği ve öncülüğünde, halkın zihnini bulandırmayı amaçlayan, sistemli ve haince bir faaliyet yürütülüyor. Bu ise, açık bir Anayasal suçtur; lakin, bugün Türkiye’de, bu suçla ilgili işlem yapması gereken tüm merciler felç edilmiştir.

Laikliğe karşı, 1950 yılında Demokrat Parti’nin (DP) iktidar olması ile başlayan gizli ve açık faaliyetler, 2002’den sonra (yürürlükteki Anayasa’ya ve yasalara rağmen), iktidarın göz yumması ve desteklemesi ile kabul edilemeyecek derecede ileriye gitmiş ve güçlenmiştir. Günümüzde, devletin en stratejik birimlerinin dahi, büyük ölçüde, dinci birtakım teşekküllerin kontrolünde olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Devletin üniter yapısına karşı, gizli-açık “bölücülük” faaliyetleri ise, Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara geldiği 1983 yılından itibaren, benzer şekilde sistemli olarak başlatılmış ve dışarıdan da desteklendiği için, artık bugün, açıkça devletle pazarlık yapabilecek seviyelere gelmiştir. Gerek laikliğe ve gerekse devletin üniter yapısına karşı olan tüm faaliyetler, aynı dış güçler ve içeride de, yine o dış güçlerin kontrolünde bulunan ve halkın birbirine rakip zannettiği, yerli işbirlikçi teşekküller, din ve siyaset baronları tarafından yürütülmektedir.

 

KÜRTLERİN, 220 YILLIK “OTORİTE VE PRESTİJ” KAVGALARI!

Biz bu yazımızda, son günlerde siyasi çevrelerde yaşanmakta olan bazı can sıkıcı gelişmeler sebebiyle, kürt meselesinin, iki asıl önceki temellerine dikkatlerinizi çekmeye çalışacağız.

Osmanlı Devleti tarafından, 1806 yılında, Süleymaniye Valisi Babanzade İbrahim Paşa’nın vefatından sonra yerine, yine Babanzadeler aşiretinden Halil Paşa’nın Vali tayin edilmesine karşı çıkan (İbrahim Paşa’nın yeğeni) Abdurrahman Paşa’nın isyanı, devletimize karşı meydana gelen “ilk kürt isyanı”dır. Bölgede, 1919 yılına kadar meydana gelen irili-ufaklı yirmiyi aşkın isyandan hiçbirinin, halktan kaynaklanan, tek bir sebebi yoktur! Yani, hiçbiri “halk isyanı” değildir. Devlet tarafından kuvvet kullanılarak, kanla bastırılan (ve bilhassa son zamanlardakiler olmak üzere), pek çoğu dışarıdan desteklenen o isyanlar temelde, aşiret ağalarının, bölgesel otorite sahibi olarak, devlet ve halk nezdinde, “prestij ve statü elde etme” kavgalarıdır. Daha sonra, Cumhuriyet döneminde o bölgede birkaç isyan teşebbüsü olmuş ise de, bunlar kolayca bastırılmıştır. İşte, tamamı kısa sürelerde (en çok birkaç yıl içinde) bastırılmış olan o isyanların, günümüzdeki devamı olan PKK terörü ile 40 yıldır baş edilememiş olması, asla kabul edilemez! I. Dünya Savaşı’ndan sonraki o yıkım yıllarında bile, Anadolu’da yedi düvele diz çöktüren Türk milleti, böyle bir şeye izin vermez!

Bölgenin bilinen tarihinde, kürt toplulukları tarafından kurulmuş tek bir tane bile “devlet” yoktur. 13. yüzyıl sonlarındaki Moğol saldırıları nedeniyle zayıflayan Selçuklu Devleti’nin (1040-1308) yıkılmasından sonra, meydana gelen siyasi otorite boşluğunda, Anadolu’yu, Suriye’yi, Irak’ı, İran’ı, Azerbaycan’ı ve Ermenistan’ı kapsayan coğrafyada, tamamı Türk olan, irili-ufaklı 24 beylik kurulmuştur. O dönemde, kürt aşiretleri de, pek âlâ kendileri, hiç olmazsa bir beylik kurabilirlerdi, ama kur(a)madılar! Halbuki, ortada onları engelleyebilecek hiçbir siyasi ve askerî güç yoktu! Ama, tek bir tane bile beylik kurmadılar, ya da kuramadılar!

Dolayısı ile, bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de, kendilerini “kürt” diye adlandıran toplulukların, “devlet kurma” konusunda, tarihi hiçbir müktesebatları bulunmuyor. Kaldı ki, hâlen kendi aralarında kullandıkları konuşma şekli de, müstakil bir lisan değil, 3-4 farklı dilden alınan kelimelerle oluşmuş, kendine mahsus grameri olmayan bir diyalekttir. Bilinen herhangi başka bir dile ait olmayan, tamamen kendilerine mahsus tek bir kelime bile yoktur! Aynı şekilde, tarihçiler tarafından, bilimsel olarak kabul gören etnik bir kökenleri de bulunmuyor. Konuşma ve yaşama biçimlerine bakıldığında, aslında, sanki, çeşitli sebeplerle mensup oldukları uluslardan ve topluluklardan kopan grupların, bölgesel kozmopolit birliktelikleriyle oluşan topluluklar gibi görünüyorlar.

 

TÜRKİYE, PKK’YA KARŞI GERÇEK BİR MÜCADELE YÜRÜTMEMİŞTİR!

Hâlen, tüm dünyada “terör örgütü” olarak kabul edilen Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistanê-PKK) 27.11.1978 tarihinde, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, Abdullah Öcalan ve 22 arkadaşı tarafından kurulmuştur. PKK’nın, kamuoyu tarafından bilinen ilk en büyük eylemleri, 15.08.1984 akşamı, Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdiği, bir askerin şehit düştüğü, 9 asker ve 3 sivilin yaralandığı olaylardır. O günden bu yana geçen 40 yıllık sürede, 40 bine yakın can kaybına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından, PKK’ya karşı, “sonuç almaya matuf”, gerçek bir mücadele yürütülmemiştir. “Terörle mücadele” söylemleri ile halk sürekli oyalanmış ve geçen süre içinde, başlangıçta silahlı militan mevcudu 40-50 kişiden ibaret olan örgütün, bugün yüz bini aşkın düzenli silahlı birliklere sahip olması sağlanmıştır.

PKK ile mücadele için bölgeye sevk edilmiş ve halen de sevk edilmekte olan güvenlik güçlerinin, somut netice elde etmelerine izin verilmemiştir. Bu arada PKK, batılı emperyalist ülkelerin gizli servisleriyle ilişkilerini geliştirmiş ve yüz bin kişilik bir silahlı kadroyla saldırılar düzenleyebilecek maddi kaynaklara sahip olduğu gibi, uluslararası bir kimliğe sahip olmuştur. Zaman zaman, PKK’yı gerçekten bitirmek amacıyla mücadele başlatan (Org.Eşref Bitlis, Cem Ersever, Gaffar Okkan vb. gibi) komutanlar ve polis müdürleri olmuşsa da onlar, ilginç suikastlerle veya şüpheli kazalarla ortadan kaldırılmışlardır.

 

PKK TERÖRÜ, BOP’A EKLEMLENMİŞTİR!

Bu arada,1990’tan itibaren uygulamaya konulan ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı kapsayan ve Büyük Ortadoğu Projesi-BOP (Greater Middle East) adıyla bilinen proje kapsamında, PKK’ya da, bölgesel bazı önemli görevler verildiği anlaşılmaktadır. İsrail, ABD ve İngiltere tarafından ortaklaşa yürütülmekte olan BOP’un kapsadığı ülkelerde (ve tabii, Türkiye’de de), çok sayıda “yerel işbirlikçi” örgütler ve siyasetçiler, “Eşbaşkanlık” dahil, çeşitli görevler üstlenmişlerdir. 1990 yılından bu yana, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar olan ülkelerde meydana gelen tüm hadiselerin, bir şekilde mutlaka BOP’la alakaları vardır.

Her ne kadar, Erdoğan da BOP Eşbaşkanlarından biri olarak görevlendirilmiş olsa bile, bu projenin, Türkiye’nin yararına hiçbir muhtevası yoktur. Ancak ve elbette, BOP kapsamında Türkiye aleyhine gerçekleştirilecek teşebbüslerin Türk halkına allanarak-pullanarak anlatılması ve kabul ettirilmesi; dahası bu teşebbüslere karşı ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefetin etkisiz hale getirilmesi gibi hususlar çok önemlidir ki, bugünkü iktidarın ve topyekun muhalefetin, esasen birlikte bu görevi ifa etmekte oldukları gayet açıktır.

 

SİYASETTE ZIT KUTUPLARIN İLGİNÇ BİRLİKTELİĞİ

Mıknatıslarda zıt kutupların birbirlerini çekmelerinde ve elektriğin zıt kutupları bir araya getirilerek fonksiyonel hale getirilmesinde olduğu gibi, Türk politikasında da, halkın “zıt kutuplar” zannettiği siyasi partiler, son zamanlarda, acayip bir şekilde canciğer kuzu sarması modundalar. 2016 yılına kadar, AK Parti ile MHP’nin ve şu birkaç hafta öncesine kadar da, iktidar cenahı ile güya siyasette onlara karşı kutupta olduğu zannedilen DEM/PKK’nın bir araya gelebileceklerini söyleyenlerin, akıllarından şüphe ediliyordu! Ancak, Özgür Özel’in şu son günlerdeki konuşmalarına bakılırsa, “iktidar-DEM/PKK aşkı”na, CHP’nin (muhtemelen, İYİ Parti’nin) de teşne olduğu anlaşılıyor. Bu durum karşısında, acaba neden hiç kimse, “Ne oluyoruz?” diye sormuyor?

Siyaset sosyolojisinde, çok bilinen bir kural vardır: Açlık ve cehalet köleliğin anne-babasıdır. Geri kalmış ülkelerde, insanları idare etmenin ve sömürmenin en etkili yöntemi, “halkın aç ve cahil bırakılması”dır! Cehalet ve açlık sebebiyle halk, ülkede ve dünyada gündelik olan-biten hadiseler arasında bağ kuramaz, iktidarın icraatlarını sorgulayamaz; kaçınılmaz olarak, önüne bir parça yiyecek atmakta olan iktidarın “din sosuna bulanmış” söylemlerinde keramet arar ve sorgusuz-sualsiz biat eder. Zaman geçtikçe hem bireysel ve hem de ülke olarak ne derece fakirleşmekte olduklarını anlayamayan insanlar, kendi başlarına hiçbir güce sahip olmadıklarından ve aralarında birlik olmayı da akıl edemediklerinden dolayı, iktidarların kurşun askerlerine dönüşürler ki, bugün Türkiye’de yaşanan süreç budur.

 

GETİRİLEN SON ÜCRET ARTIŞLARI NE İFADE EDİYOR?

Ülke nüfusunun neredeyse 4’te 3’ügibi büyük bir kesimini teşkil eden emeklilerin maaşlarına ve asgarî ücretle çalışanlara yapılan cüz’î artışlar, bu kesimlerin, enflasyon sebebiyle kaybettiklerinin onda birini bile karşılamıyor! Bu durumda, asgarî ücretle ve emekli maaşı ile geçinmekte olan 60 milyonu aşkın nüfusun, gündelik karın doyurma derdinden kurtulması imkansızdır. Çalışan nüfusun, asgarî ücretlilere ve emeklilere oranla bir parça daha yüksek maaş almakta olan kesimleri de, kendi gündelik maişetleri ve gelecek kaygıları sebebiyle, etkili olabilecek hiçbir sosyal ve siyasal davranışlarda bulunamazlar; bulunsalar bile, zaman, para ve emek kaybının ötesinde, ellerine hiçbir şey geçmez, BOP kervanı da yoluna devam eder gider. Zaten, toplumda ortaya çıkan doğal muhalefetin siyasi bir karşılığı da olmadığından, ülke, iktidar için adeta dikensiz gül bahçesi olur.

İktidarın, ülke ve halk aleyhine olan ve/veya halk tarafından beğenilmeyen icraatlarına karşı, doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkan toplumsal muhalefetin, organize siyasi bir muhatabı olması gerekir. Bu olmadığında, insanlar, çoğu gayrimeşru olan güç sahiplerine boyun eğmekten başka kendilerine yol bulamazlar ki, bugün Türkiye’de yaşanan da, tam olarak budur.

Cumhuriyet döneminde, ülkemiz nüfusunun büyük bir kısmını ayakta tutan tarım ve hayvancılık sektörlerinde, son 20 yıl içinde yaşanan gerilemeler, en büyük stratejik öneme sahip olan gıda üretimini tehlikeli derecede zayıflatmıştır. Öyle ki, eskiden ekilen tarlalar ve hayvan otlatılan meralar boşalmış, market raflarını mebzul miktarlarda ithal tarım ve hayvancılık ürünleri işgal etmiş bulunuyor.

 

TÜRK MİLLETİNİ NASIL UYUTACAKLARINI ÇOK İYİ BİLİYORLAR!

Halihazırdaki gidişata bakılırsa, 2011 yılından bu yana, Suriye’de beş yüzü aşkın şehit veren, yüz milyarlarca Dolar para harcayan, on milyarlarca Dolarlık askeri araç-gereç sarfeden ve demografik yapısı, milyonlarca “niteliksiz transfer nüfus” ile deforme edilen Türkiye’yi, yakın gelecekte hiç de iyi günler beklemiyor! Ne yazık ki, ülke olarak karşı karşıya bulunduğumuz yakın tehlikeleri bile, insanlarımıza anlatabilmenin bir yolu bulunamıyor!

Maalesef batılı emperyalist güçler, Türk milletini ayakta uyutacak yöntemleri çok iyi biliyorlar ve bu yöntemleri, içimizden devşirdikleri işbirlikçilere kullandırarak, istedikleri sonuçları almaya devam ediyorlar. Umarım, millet olarak aklımız başımıza geldiğinde ve daldığımız derin ve tatlı uykudan uyandığımızda, geleceğimizi kurtarabilecek imkanlar hâlâ elimizde olur!..

_________________

  (*) https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/07/20140716-1.htm

(**)ttps://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87%C3%B6z%C3%BCm_S%C3%BCreci#:~:text=S%C3%BCre%C3%A7%2C%2016%20Temmuz%202014'te,sonras%C4%B1%20s%C3%BCrecin%20sona%20erdirilmesi%20ba%C5%9Flad%C4%B1.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.