Suriye’de kendi kaybettiklerinin hesabını yap(a)mayan Türkiye, İsrail başta olmak üzere, ABD’nin, İngiltere’nin ve Avrupa Birliği ülkelerinin kazanımlarından da bî-haber görünüyor. Mîsâk-ı Millî, Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’a Şam’daki Emeviye Camisi’nde kıldırılan birkaç rekatlık namaz ve Halep kalesine, bir fotoğraf çekimi süre ile asılan Türk bayrağı görüntüleri üzerine kurulan hamaset masallarıyla uyutulmakta olan halkın kahır ekseriyeti, boş bakışlarla alkışlamakta olduğu Suriye’deki gelişmeler hakkında, neredeyse hiçbir bilgi ve fikir sahibi değil. Halbuki, Anadolu’da çok güzel bir söz vardır: Eğer aslan, tavşan, kurt ve ceylan birlikte aynı istikamette koşuyorlarsa, orman yanıyor demektir!
Cevabı merak edilen asıl soru şudur: Suriye’deki gelişmelere, hem İsrail (ABD vs…), hem Türkiye ve hem de bölgedeki Kürtçü ve selefi cihatçı terör örgütleri, nasıl oluyor da birlikte seviniyorlar? Bunlar, hep birlikte ne içtiler acaba?
TÜRKİYE, SURİYE POLİTİKASININ MUHASEBESİNİ YAPTI MI?
Türkiye’de hiç kimse, 2011 yılından bu yana, Suriye’de savaş halinde olan Türk ordusunun bugüne kadar orada kaç şehit verdiği, 13 yıldır devam etmekte olan askerî harekâtın maliyeti ve tüm bunlara karşılık, Türkiye’nin kazanımlarının ne olduğu konusunda, iktidar cenahından yapılmakta olan ve alelade seçim konuşmaları düzeyini geçmeyen açıklamalar haricinde, kayda değer bir bilgiye sahip değil.
Türkiye’nin gözünün içine baka baka ve hatta zaman zaman Türkiye’nin desteğini de alarak, PKK’yı Suriye’de YPG adı ile yeni baştan yapılandıran, askeri teçhizat ve para yardımları ile, 50 bin kişiyi aşkın bir ordu haline getiren ABD, bunlarla değil de, görünüşte kendisinin hiçbir katkısının olmadığı bir “terör koalisyonu” eliyle Beşar Esad’ı devirip, Baas rejimini yıkarak, İsrail’in bölgedeki en amansız düşmanı olan Suriye’yi etkisiz (ve hatta “dost”) hale getirdi.
Suriye’de, selefî cihatçı terör örgütlerinin birleşerek, 28.01.2017 tarihinde kurdukları Hey’etu Tahrîri’ş-Şam (HTŞ-Şam Kurtuluş Heyeti) adlı terör örgütünün başına, aynı yılın Ekim ayında geçen ve ABD tarafından, başına 10 milyon Dolar ödül konarak aranan Ebu Muhammed el-Cevlani (Ahmet Hüseyin eş-Şara), sadece bir gece içinde, Suriye’nin başına getirildi. Televizyonlarda ve internette izlenen görüntülerde, 08.12.2024 tarihinde, son model Toyota marka araçlarla, konvoylar halinde Şam’a giren HTŞ güçleri, hiçbir direnişle karşılaşmadan, birkaç saat içinde ülkede idareyi ele geçirdiler.
TRUMP, TÜRKİYE’Yİ VE ERDOĞAN’I, NEDEN BU KADAR ÖVÜYOR?
O günlerin en ilginç olayı ise, başta ABD ve Türkiye olmak üzere, tüm batılı ülkelerin terör örgütü olarak ilan ettikleri HTŞ’nin Suriye’de yönetimi ele geçirmesine karşı çıkmadıkları gibi, anında olumlu mesajlar vermeleri ve Cevlani ile görüşmek için, adeta birbirleriyle yarışa girmeleriydi. Nitekim, ABD de, terörist(!) Cevlani’nin başına koyduğu 10 milyon Dolar ödülü, ancak 12 gün sonra, 20 Aralık’ta kaldırdı.
Suriye’deki bu gelişmelerle ilgili diğer ilginç bir durum ise, 20 Ocak’ta ABD’de yönetimi devralacak olan Donald Trump’ın, Türkiye ve Erdoğan güzellemeleriydi. Bununla ilgili çok daha ilginç olan ise, Trump’ın, başkanlığının ilk döneminin son günlerinde, rahip Andrew Brunson olayı sebebiyle, Erdoğan’a gönderdiği hakaret dolu mektubunun (09.10.2019) Türkiye’de hiç kimse tarafından hatırlanmak istenmemesidir(*). Ülkemiz ve milletimiz adına en hazin olanı da, iktidar yandaşı medya organlarında ve internetteki sosyal medya mecralarında, Trump’ın övgülerinden iftiharla bahsedilmesidir. Sanki, Türkiye ABD eyaletlerinden biriymiş ve Erdoğan da o eyaletin Valisiymiş gibi sevinip ve bir de bu sevinçlerini halka yansıtmak için canhıraş bir tempoyla yayın yapanlar için ne demek lazım bilemiyorum.
CEVLANİ: İSRAİL, BÖLGE ÜLKELERİ İÇİN BİR TEHDİT DEĞİL!
Aslında, Suriye’de ortaya çıkan bu durum, ABD’nin, 02.08 1990 tarihinde, Irak’a yönelik I. Körfez Harekâtı ile başlattığı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından (26.12.1991) sonra, genişleterek sürdürdüğü Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen gelişmelerin devamından başka bir şey değildir. Bölgede bundan sonra ne olacağı ise, bu bölgenin halkları açısından meçhuldür. Türkiye dahil, toplumsal entelektüel seviyenin fevkalade düşük düzeyde olduğu bu gibi ülkelerde insanlar, ancak cereyan hadiselerden hareketle, bölgede gerçekte ne olup-bittiğini anlamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapamıyor.
Bölge ülkelerinin hiçbirinde, bundan sonraki muhtemel gelişmelerle ilgili olarak, olmuş-bitmiş hadiseler üzerinden, herhangi bir somut bilgi ve dayanağı olmayan afaki görüşler ötesinde, kayda değer sağlam öngörüler yok. Medya organlarında ve sosyal medya mecralarında konuyla ilgili ahkam kesenler, gelecekle ilgili olarak ileri sürdükleri görüşlerine, sadece, yakın geçmişte cereyan eden hadiseleri ve gelişmeleri delil ve örnek olarak gösterebiliyorlar.
“Suriye’de, Esad güçlerine karşı savaşan ve bir kısmı Türkiye ve diğer batılı ülkeler tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen, irili-ufaklı silahlı grupların, çoğu zaman birbirleriyle de silahlı çatışmalara girdikleri bir ortamda, bir gecede ne oldu da herkes böylesine sus-pus oldu?” diye merak eden de yok galiba! Öte yandan, Suriye’nin güneyinde yer alan Golan Tepeleri’nin bir bölümünü, 1967’deki “6 Gün Savaşları”ndan bu yana işgal altında tutan İsrail’in, HTŞ’nin Şam’a girdiği gün aniden harekete geçerek, Golan Tepeleri’ndeki “tampon bölge”yi kendi kontrolü altına alması ve Golan Tepeleri’nin ebediyen “İsrail toprağı” olduğunu ilan etmesi karşısında da, en başta HTŞ lideri Cevlani olmak üzere, nedense kimse sesini çıkarmıyor! Cevlani’nin, Şam’daki ilk üç haftası içinde yaptığı açıklamalara bakılırsa, Suriye, artık İsrail’in bölgedeki en yakın dostlarından biri haline geldi; nitekim, 29 Aralık Pazar günü yaptığı bir açıklamada da, “İsrail’in, bölge ülkeleri için bir tehdit olmadığını” söyledi!..
ŞAM İLE TEL AVİV FLÖRTÜ NE ANLAMA GELİYOR?
Şimdi tam da burada, halka yönelik açıklamalarda, sürekli olarak, hayli sert “İsrail aleyhtarı” ifadeler kullanan, ancak şimdi adeta “Suriye fatihi” pozlarına bürünen AK Parti iktidarına ve Erdoğan’a, Şam ile Tel Aviv arasındaki bu heyecan dolu flörtün ne anlama geldiğini sormak gerekmez mi? Eğer Ankara, Şam’da iktidarı ele geçiren HTŞ ile yakın ise, İsrail’e karşı öteden beri bilinen sert tutumu ne olacak? Esad rejimine karşı, Suriye’de 2011’den beri savaşan taraflar arasında yer almayan İsrail’in, HTŞ’nin Şam’a girdiği günden itibaren, “en kazançlı ülke” olması ne ile izah edilecek? Yani, 13 yıldır, Suriye’de kopmakta olan kıyamette, tek bir taş bile atmayan İsrail, nasıl oluyor da, bugün en kazançlı ülke oluyor?
Bu ve benzeri pek çok sorunun cevaplarını bugün Türk halkı olarak bizler bilmiyoruz; umarız, ülkemizi yöneten siyasetçiler, bürokratlar ve askerler biliyordur! Elbette en baştan bu yana, bu ve benzeri soruların cevaplarını bilen birileri vardır; ancak, o bilenler arasında Türk tarafının olmadığı gayet açıktır. Şimdilik, Suriye’deki durumu, “iç politikada seçmen konsolidasyonu” malzemesi olarak kullanmaktan öteye, kayda değer hiçbir açıklama yapmayan siyasi iktidarın, bu konuyu, hangi siyasi amaçları için nasıl kullanacağını zaman gösterecek.
Yandaş medya yorumcularının, bu konuyla ilgili olarak, geleceğe dair ileri sürdükleri (tamamen kendilerine göre olan) görüşlerin hiçbirinde, BOP’un sahiplerinin (İsrail, ABD, İngiltere) ve destekçilerinin (AB ülkeleri), Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bundan sonraki hedefleriyle ilgili, en küçük bir bilgi kırıntısı yoktur. Entelektüel yetersizlik sebebiyle, stratejik konularda, geleceğe dair, somut bilgilere dayalı açıklamalar ve analizler yapılamadığı için, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı bölge ülkeleri, hem iç ve hem de dış politikalarında, BOP’un sahiplerinin ve destekçilerinin etkilerine açık, tamamen edilgen konumlarda kalıyorlar.
Meselenin diğer önemli yanı, ülkemizdeki siyasi ve toplumsal muhalif kesimlerin, iktidarın Suriye politikasıyla ilgili, sağlam eleştiriler yap(a)mamaları ve mevcut uygulamalara karşı, çok daha akla yatkın, alternatif görüşler ortaya koy(a)mamalarıdır. Muhalefetin bu yetersizliği, iktidarın Suriye’de izlediği yolun, ülkemizin haldeki ve gelecekteki çıkarları bakımından, ne derece doğru ya da yanlış olduğu hususunda, halk nezdinde kayda değer görüşlerin ortaya çıkmasını da engelliyor.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BALIKESİR’DE
Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, partisinin 8. olağan il kongresine katılmak için Balıkesir’e geldi. Yaptığı konuşmada, Balıkesir’de, Büyükşehir ve 20 ilçenin 16’sında belediye seçimlerini kaybetmelerini “yol kazası” olarak değerlendiren Erdoğan, 31 Mart 2024’ün rövanşının mutlaka alınması gerektiğini söyledi. Konuşmasının büyük bölümünü, seviye bakımından, Cumhurbaşkanlığı makamının çok çok altında, siyasi polemik konularına ayırması düşündürücü ve her iki cümlede bir, sürekli Allah’ın adını anması ve AK Parti iktidarı döneminde, Balıkesir’de ve ilçelerinde gerçekleştirilen yatırımları ve hizmetleri ayrıntıları ile tek tek sayması ilgi çekiciydi.
Kongrede göreve gelen AK Parti il yönetim kadrosunu tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşadıkları Balıkesir’de, insanların geçen 9 aylık dönemde, belediye hizmetlerinden ne derece memnun olup-olmadıklarının iyi araştırılması ve halkın nabzının hassasiyetle izlenmesi ve ilk seçimlerde, rövanşın mutlaka alınması gerektiğini söyledi.
Uzun sözün kısası, her ne sebeple olursa olsun, Balıkesir’e cumhurbaşkanının gelmiş olması, sıra dışı önemli bir olaydır. Ancak, beraberinde 9-10 bakanla birlikte yapılan bu ziyaretin, Balıkesir ve Balıkesirliler üzerinde ne gibi bir etkisinin ve anlamının olduğu hususunda söylenebilecek tek kelime de yok gibidir. Halbuki, eskilerde, sadece bir bakanın ziyaretinin bile, Balıkesir’le ilgili, halk tarafından bilinen ve önem verilen sonuçları olurdu! Yani, yüksek devlet erkanı (ve hele hele Başbakan ve Cumhurbaşkanı) Ankara dışına çıktıklarında, bu seyahatlerin ve ziyaretlerin, şimdikiler gibi şatafatı ve âlâ-yı vâlâsı olmazdı belki; ama, etkileri uzun süren, hatırı sayılır muhtevaları olurdu…
Böylece, 2024’ün sonunu da getirmiş olduk… Yeni yılınız kutlu olsun…
_______________
(*) https://medyascope.tv/2024/11/06/trump-erdogana-yazdigi-mektubu-barda-sergiliyor/