Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

“PKK’YI MEŞRULAŞTIRMA” İŞİ MHP’YE Mİ İHALE EDİLDİ?

Geçen hafta, DEM Partili Ayşegül Doğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), parti grubu adına yapacağı konuşmasına (o oturumu yöneten MHP’li Celal Adan’dan müsaade aldıktan sonra), “Kürtçe selamlama” ile başladı. Kimileri, “Canım bunda ne var? Ülkemizde serbestçe konuşulmakta olan dillerden herhangi biriyle mecliste selamlama yapılmasının ne sakıncası olabilir?” diyebilir. Elbette, bazı durumlarda, bir nezaket ifadesi olarak (Ermenice, Çerkesce, Gürcüce, Pomakça, …. vb. gibi dillerde) böyle bir selamlamanın, herhangi bir sakıncasının olabileceğini düşünmemek lazım. Ancak, Türkiye’de halk tarafından konuşulmakta olan diller arasında, bir tek Kürtçe’yi Türkçe’nin karşısına, adeta “rakip” ve hatta “alternatif” olarak çıkarmaya kalkan bir siyasi parti sözcüsü (hem de mecliste) böyle bir şey yaparsa, bu kabul edilemez! Çünkü, onun Kürtçe selamlamasının, “nezaket”le zerre alakası olamaz ve bu açıkça, “Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumak” anlamına gelir!   MİLLETİN EN YÜKSEK ORTAK DEĞERLERİ SİYASİ MALZEME Mİ? Rahmetli Alparslan Türkeş’in 1997’de vefatından sonra, partinin başına geçen Devlet Bahçeli döneminde, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin, en temel misyonu olan “Türk Milliyetçiliği ve Ülkücü siyasi eksen”den kaydığı ve hatta hızla uzaklaşmakta olduğu gözleniyor. Bugün gelinen noktada, hiç kimse, MHP’nin siyasi çizgisinin, Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük olduğunu söyleyemez! Nasıl ki, Siyasal İslamcılar, dini, sözde Atatürkçüler de Atatürk’ü ve O’nun ilke ve inkılaplarını ucuz siyasi malzeme olarak kullanıyorlarsa, MHP ve ülke genelinde bu partinin etiketi altında faaliyet yapmakta olan siyaset esnafı da, aynı şekilde Türk Milliyetçiliğini kendi siyasi pazarlarında, herhangi alelade bir malzeme gibi kullanıyor. Başta din olmak üzere, Türk milletine ait milli ve dini ortak değerleri alabildiğine istismar ederek, siyasetin adi işporta tezgahlarında pazarlamakta olan sözde siyasi partiler ile o partilerin yöneticileri ve mensuplarının ortak paydaları “kişisel çıkar” ve ortak gerçek Tanrı’ları da “para”dan başka bir şey değildir. Ne yazıktır ki, halk bu siyaset dolandırıcılarının içyüzlerini anlamakta zorlanıyor ve bunların peşlerinde koşmaktan kurtarılamıyor!..   BAHÇELİ, ÖCALAN ADIMINI NEDEN ATTI? Bu arada, Kürtçe konuşan vatandaşlarımızı istismar ederek, ülkemizin toprak, toplumsal ve siyasi bütünlüğünü tehdit etmekte olan bölücü Kürtçü hareketlerin adeta gemi azıya aldığı ve Suriye’de Kürtçü siyasi terör örgütlerine, başta ABD olmak üzere, hemen tüm batılı ülkelerin böylesine büyük tavizler verdikleri bir zamanda, Bahçeli’nin, “Apo gelsin mecliste konuşsun.” çıkışı ile başlattığı siyasi sürecin ülkemizin hayrına olduğunu söylemek için, insanların akıllarını peynir ekmekle yemiş olmaları gerekiyor. Böyle bir çıkış, pek çok siyasi çizgi açısından belki, bir ölçüde “olumlu” olarak değerlendirilebilir; ancak, Türk milletini yüceltme ve çıkarlarını her alanda koruma davasını üstlenmiş olan Tük milliyetçiliği açısından, ne derece büyük bir “yanlış” olduğu son derece açıktır. Adeta, “İmam yellenirse cemaat sı…r.” ifadesini doğrularcasına, Bahçeli o sözü söylerse, partisinin Meclis Grup Başkanvekili Celal Adan da, meclisi Kürtçe selamlamaya izin verir. Adan’ın böyle bir şeye izin vermesi bir yana, bu duruma, meclisten herhangi bir itirazın gelmemiş olması da ayrı bir meseledir… Geçen haftaki yazımızda da ifade edildiği üzere, Suriye nüfusu içinde en büyük ikinci kesim olan Türkmenlerin adları esameleri okunmuyorken, nüfusları Türkmenlerin üçte biri kadar bile olmayan Kürtlerle ilgili (hem Türkiye’de ve hem de dünyada) bu yaygara ve telaş nedir böyle? Suriye’deki mesele, Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasından mı ibaret idi, yoksa, Esad’ın ülkesinden uzaklaştırılmasına endekslenen, henüz kimsenin bilmediği başka meseleler mi var? Varsa (ki, mutlaka var), bunlar nelerdir ve kimlerin (hangi ülkelerin ya da güçlerin) meseleleridir?   SİYASİLER, HUKUKU ÇİĞNEMEYİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRDİ! Anayasa ve kanunlarla hüküm altına alınmış olan herhangi bir konuda, o hükümlerden birine aykırı olabilecek bir politika değişikliği olacağında, önce Anayasa’da ve ilgili kanunlarda, o hükmün uygun bir şekilde değiştirilmesi gerekir. Yoksa, yürürlükteki Anayasa (ve kanun) hükümlerini çiğneyerek, siyasi ve/veya idari emrivaki manevraların yapılması, ülkemizin hukuk sistemine olan güveni yıpratır ki, böyle bir durumun altından kalkılamaz! Maalesef, Anayasa ve kanun hükümlerini açıkça çiğneme konusundaki öncü siyasetçi Turgut Özal’dır. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine 02.08.1990 tarihinde başlattığı (ABD’nin “Çöl Fırtınası Harekâtı” adıyla başlattığı) I. Körfez Savaşı’nda, ABD uçaklarının Türk hava sahasını kullanma taleplerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürüldüğünde, halk nezdinde ve mecliste sahip olduğu desteği arkasına alan Özal, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” diyerek, kendisinden sonra gelenler için, Anayasa’yı ve yasaları çiğnemenin yolunu açmıştı! Özal bu tutumunu, radyo-televizyon yayınlarının devlet tekelinde olmasına dair Anayasa ve ilgili yasa hükümleri karşısında da sürdürdü. Büyük oğlunun da kurucu ortakları arasında olduğu Magic Box adlı şirket tarafından, güya Almanya üzerinden “Star-1” ekran adıyla, 04.08.1990 tarihinde başlatılan özel televizyon yayınları konusunda da sürdürdü. Bu konuyla ilgili Anayasa ve yasa değişiklikleri, pek âlâ daha önce yapılmalıydı; böylece hükümet, yönetmekte olduğu devletin (ve kendi varlığının da dayanağı olan) Anayasasını ve kanunlarını çiğnememiş olurdu. Maalesef, 2002 yılından bu yana devam eden halk desteğinden ve meclisteki çoğunluğundan güç alan Erdoğan da, zaman zaman Anayasa’yı çiğnemekte ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımamakta bir beis görmüyor. Erdoğan’ın, devlet hukukunu çiğnemenin açık örnekleri olan bu davranışlarına karşı ise, birkaç siyasi eleştiri haricinde, halk tarafından hiçbir tepkinin olmaması düşündürücüdür. Halbuki, ülkedeki hukukun gerçek sahibi ve korumakla yükümlü olan halkın kendisidir.   MHP TABANINDAKİ ÜLKÜCÜLER NEDEN SES ÇIKARMIYOR? Nihayet, hukuku çiğneme geleneğinin son örnekleri olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına kast eden Kürtçü bölücü terör örgütünün iddialarına açıktan kapı aralama görevi, Türk siyaset sahnesinde, güya Milliyetçi ve Ülkücü olarak bilinen, ilginç bir sözde siyasi figüre verilmiş bulunuyor. Bahçeli’nin araladığı bu kapıdan, artık kimlerin nasıl gireceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu konuda anlaşılması zor olan asıl mesele, rahmetli Osman Bölükbaşı tarafından 1958’de kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) döneminden bu yana, bir “dava ve ideoloji partisi” olarak bilinen ve temel siyasi ekseninin, “Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük” olduğu zannedilen MHP’nin, ülke genelindeki kadroları ile “Ülkücü Kuruluşlar”ın, Bahçeli ve ekibinin bu tür eksen kaymalarına karşı, neden ses çıkarmadıklarıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de, “emperyalist hedeflerin önünde engel olarak görülen” milli ve/veya dini bir ortak değerin zayıflatılması veya ortadan kaldırılması gerektiğinde, bu gibi işler, emperyalist güçler tarafından, o değeri savunma konusunda, adeta “siyasi marka” haline gelmiş olan kişi ve kuruluşlara yaptırılıyor! Türkiye’nin, demokratik, laik sosyal hukuk devleti olarak üniter yapısı ile “ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü”nün en güçlü savunucusu olması gereken sözde Türk Milliyetçisi ve Ülkücü MHP, 1984 yılından bu yana, 40 yıldır sürdürülen ve ülkemize çok pahalıya mal olan tüm mücadeleyi adeta çöpe atıyor ve on binlerce vatan evladının katilleri olan bölücü terör örgütünün elebaşılarını mecliste selamlamaya talip oluyor ki, bu akıl alacak bir durum değildir.   MHP TARAFINDAN DIŞLANAN KADİM ÜLKÜCÜLER ŞAŞKIN 1968-70’lerden bu yana Ülkücü hareketin içinde olan ve mevcut tüm entelektüel birikimlerini ve hayat tecrübelerini bu camia içinde edinmiş olan “Kadim Ülkücüler” son derece şaşkın durumdalar; çünkü, Devlet Bahçeli MHP’sinin, özellikle 2016’daki  o meşhur 15 Temmuz tiyatrosundan bu yana, gerçekte ne yapmakta olduğu hususunda, hiçbir fikir sahibi olamıyorlar! Yaşadıkları yerlerden, çalıştıkları işyerlerinden, okudukları okullardan ve üniversitelerden birbirlerini yakından tanıyan 1980 öncesinin Ülkücü lider kadroları ile benim de aralarında yer aldığım belli başlı Ülkücüler, bugünün MHP’sini ve Ülkücü kuruluşlarını hiçbir şekilde anlayamıyorlar! 1980 öncesindeki MHP ve Ülkü Ocakları ile Ülkücü Öğretmenler Birliği (Ülkü-Bir) ve Milliyetçi İşçi Sendikaları (MİSK) gibi tüm Ülkücü meslek kuruluşlarında, Ülkücülüğün, dışımızda olup bitenlere reaksiyon göstermekten ziyade, bizatihi “aksiyoner” bir hareket olduğu öğretilirdi. Bugünün MHP’sinin, Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük açısından, yıllardır “aksiyon” denilebilecek herhangi bir çıkışının olmaması, bu partide neden kimseyi rahatsız etmiyor acaba? Son 7-8 yıldır, açıktan ve kayıtsız şartsız AK Parti’yi destekleme sürecine giren MHP, Erdoğan’ın, atmak istediği herhangi bir adımda milli mülahazalarla engellerle karşılaşması ihtimali zuhur ettiğinde, hemen “kurtarıcı ve ön açıcı” güç olarak devreye giriyor. Devlet Bahçeli böyle bir görevi (?!) daha önce de, Demokratik Sol parti (DSP), Anavatan Partisi (ANAP) ve MHP koalisyonu olan Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki 57. Hükümet döneminde (14.02.1999'da Kenya’nın başkenti Nairobi’de), ABD tarafından, adeta paketlenerek teslim edilen Abdullah Öcalan’ın idam edilmesini önleyerek yapmıştı. Meclis onayı öncesinde gereken tüm hukuki süreç tamamlandığı halde, Öcalan hakkındaki idam cezasının infazının, Bahçeli tarafından önlendiği, artık herkesin bildiği bir gerçektir. Bahçeli, bugün de Öcalan’ı meclise taşımanın yolunu açmaya çalışıyor. Bu teşebbüsün asıl kaynağının MHP olması düşünülemez!   ANLAŞILAN O Kİ, PKK’NIN “MEŞRULAŞTIRILMASI” GEREKİYOR? Gayet açık ki, Öcalan’ın “meşru bir siyasi karakter” olarak TBMM’ne girmesi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için, bugün gelinen noktada, önemli bir gerekliliktir. ABD Suriye’de, daha önce başına 10 milyon Dolar ödül koyduğu bir terör elebaşı Ahmed Hüseyin el-Şara’yı (Koda Adı: Ebu Muhammed el-Cevlani) “Suriye Geçici Hükümet Başkanı” olarak tanımıştır. Diğer yandan, ABD tarafından kurdurulan, ancak Türkiye’nin “terör örgütü” olarak gördüğü ve tüm dünyaya ilan ettiği PKK/YPG’nin, Ferhat Abdi Şahin (Kod Adı: Mazlum Kobani) yönetiminde ilan ettiği “Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi”. Öyle anlaşılıyor ki, BOP kapsamında yürütülmekte olan plan gereği, Suriye’deki bu gelişmelerden sonra, Türkiye’de de, yarım asırdır terör örgütü olarak mücadele ettiğimiz, on binlerce şehide, bilmem kaç yüz milyar dolara mal olan PKK’nın da, Türkiye tarafından “meşru” bir Kürt siyasi örgütü olarak kabul edilmesi gerekiyor. Elbette, böyle bir şeyi halka anlatmak, hiç de kolay bir iş değildir. Bu konuda, Bahçeli’nin “yol açıcı” olarak görevlendirilmiş olması, milli çıkarlarımıza aykırı olsa da, BOP’un asıl patronları açısından, son derece akla yatkın görünüyor. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, birkaç parçaya bölünerek, milli sınırlarımız içinde bir Kürt devletinin kurulmasının çok gerekli, iyi ve muhakkak yapmamız gereken güzel bir iş” olduğunun halka anlatılması ve kabul ettirilmesi işinde, asıl görev MHP’ye verilmiş görünüyor. Bakalım Türk milletine, böyle bir zehir, MHP bardağı ile içirilebilecek mi? Birilerinin, oturup, tarihte bu tür teşebbüsleri yapanların akıbetlerini iyi okumaları gerekiyor…
Ekleme Tarihi: 23 Aralık 2024 - Pazartesi

“PKK’YI MEŞRULAŞTIRMA” İŞİ MHP’YE Mİ İHALE EDİLDİ?

Geçen hafta, DEM Partili Ayşegül Doğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), parti grubu adına yapacağı konuşmasına (o oturumu yöneten MHP’li Celal Adan’dan müsaade aldıktan sonra), “Kürtçe selamlama” ile başladı. Kimileri, “Canım bunda ne var? Ülkemizde serbestçe konuşulmakta olan dillerden herhangi biriyle mecliste selamlama yapılmasının ne sakıncası olabilir?” diyebilir. Elbette, bazı durumlarda, bir nezaket ifadesi olarak (Ermenice, Çerkesce, Gürcüce, Pomakça, …. vb. gibi dillerde) böyle bir selamlamanın, herhangi bir sakıncasının olabileceğini düşünmemek lazım. Ancak, Türkiye’de halk tarafından konuşulmakta olan diller arasında, bir tek Kürtçe’yi Türkçe’nin karşısına, adeta “rakip” ve hatta “alternatif” olarak çıkarmaya kalkan bir siyasi parti sözcüsü (hem de mecliste) böyle bir şey yaparsa, bu kabul edilemez! Çünkü, onun Kürtçe selamlamasının, “nezaket”le zerre alakası olamaz ve bu açıkça, “Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumak” anlamına gelir!

 

MİLLETİN EN YÜKSEK ORTAK DEĞERLERİ SİYASİ MALZEME Mİ?

Rahmetli Alparslan Türkeş’in 1997’de vefatından sonra, partinin başına geçen Devlet Bahçeli döneminde, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin, en temel misyonu olan “Türk Milliyetçiliği ve Ülkücü siyasi eksen”den kaydığı ve hatta hızla uzaklaşmakta olduğu gözleniyor. Bugün gelinen noktada, hiç kimse, MHP’nin siyasi çizgisinin, Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük olduğunu söyleyemez! Nasıl ki, Siyasal İslamcılar, dini, sözde Atatürkçüler de Atatürk’ü ve O’nun ilke ve inkılaplarını ucuz siyasi malzeme olarak kullanıyorlarsa, MHP ve ülke genelinde bu partinin etiketi altında faaliyet yapmakta olan siyaset esnafı da, aynı şekilde Türk Milliyetçiliğini kendi siyasi pazarlarında, herhangi alelade bir malzeme gibi kullanıyor.

Başta din olmak üzere, Türk milletine ait milli ve dini ortak değerleri alabildiğine istismar ederek, siyasetin adi işporta tezgahlarında pazarlamakta olan sözde siyasi partiler ile o partilerin yöneticileri ve mensuplarının ortak paydaları “kişisel çıkar” ve ortak gerçek Tanrı’ları da “para”dan başka bir şey değildir. Ne yazıktır ki, halk bu siyaset dolandırıcılarının içyüzlerini anlamakta zorlanıyor ve bunların peşlerinde koşmaktan kurtarılamıyor!..

 

BAHÇELİ, ÖCALAN ADIMINI NEDEN ATTI?

Bu arada, Kürtçe konuşan vatandaşlarımızı istismar ederek, ülkemizin toprak, toplumsal ve siyasi bütünlüğünü tehdit etmekte olan bölücü Kürtçü hareketlerin adeta gemi azıya aldığı ve Suriye’de Kürtçü siyasi terör örgütlerine, başta ABD olmak üzere, hemen tüm batılı ülkelerin böylesine büyük tavizler verdikleri bir zamanda, Bahçeli’nin, “Apo gelsin mecliste konuşsun.” çıkışı ile başlattığı siyasi sürecin ülkemizin hayrına olduğunu söylemek için, insanların akıllarını peynir ekmekle yemiş olmaları gerekiyor.

Böyle bir çıkış, pek çok siyasi çizgi açısından belki, bir ölçüde “olumlu” olarak değerlendirilebilir; ancak, Türk milletini yüceltme ve çıkarlarını her alanda koruma davasını üstlenmiş olan Tük milliyetçiliği açısından, ne derece büyük bir “yanlış” olduğu son derece açıktır. Adeta, “İmam yellenirse cemaat sı…r.” ifadesini doğrularcasına, Bahçeli o sözü söylerse, partisinin Meclis Grup Başkanvekili Celal Adan da, meclisi Kürtçe selamlamaya izin verir. Adan’ın böyle bir şeye izin vermesi bir yana, bu duruma, meclisten herhangi bir itirazın gelmemiş olması da ayrı bir meseledir…

Geçen haftaki yazımızda da ifade edildiği üzere, Suriye nüfusu içinde en büyük ikinci kesim olan Türkmenlerin adları esameleri okunmuyorken, nüfusları Türkmenlerin üçte biri kadar bile olmayan Kürtlerle ilgili (hem Türkiye’de ve hem de dünyada) bu yaygara ve telaş nedir böyle? Suriye’deki mesele, Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasından mı ibaret idi, yoksa, Esad’ın ülkesinden uzaklaştırılmasına endekslenen, henüz kimsenin bilmediği başka meseleler mi var? Varsa (ki, mutlaka var), bunlar nelerdir ve kimlerin (hangi ülkelerin ya da güçlerin) meseleleridir?

 

SİYASİLER, HUKUKU ÇİĞNEMEYİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRDİ!

Anayasa ve kanunlarla hüküm altına alınmış olan herhangi bir konuda, o hükümlerden birine aykırı olabilecek bir politika değişikliği olacağında, önce Anayasa’da ve ilgili kanunlarda, o hükmün uygun bir şekilde değiştirilmesi gerekir. Yoksa, yürürlükteki Anayasa (ve kanun) hükümlerini çiğneyerek, siyasi ve/veya idari emrivaki manevraların yapılması, ülkemizin hukuk sistemine olan güveni yıpratır ki, böyle bir durumun altından kalkılamaz! Maalesef, Anayasa ve kanun hükümlerini açıkça çiğneme konusundaki öncü siyasetçi Turgut Özal’dır. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine 02.08.1990 tarihinde başlattığı (ABD’nin “Çöl Fırtınası Harekâtı” adıyla başlattığı) I. Körfez Savaşı’nda, ABD uçaklarının Türk hava sahasını kullanma taleplerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürüldüğünde, halk nezdinde ve mecliste sahip olduğu desteği arkasına alan Özal, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” diyerek, kendisinden sonra gelenler için, Anayasa’yı ve yasaları çiğnemenin yolunu açmıştı!

Özal bu tutumunu, radyo-televizyon yayınlarının devlet tekelinde olmasına dair Anayasa ve ilgili yasa hükümleri karşısında da sürdürdü. Büyük oğlunun da kurucu ortakları arasında olduğu Magic Box adlı şirket tarafından, güya Almanya üzerinden “Star-1” ekran adıyla, 04.08.1990 tarihinde başlatılan özel televizyon yayınları konusunda da sürdürdü. Bu konuyla ilgili Anayasa ve yasa değişiklikleri, pek âlâ daha önce yapılmalıydı; böylece hükümet, yönetmekte olduğu devletin (ve kendi varlığının da dayanağı olan) Anayasasını ve kanunlarını çiğnememiş olurdu.

Maalesef, 2002 yılından bu yana devam eden halk desteğinden ve meclisteki çoğunluğundan güç alan Erdoğan da, zaman zaman Anayasa’yı çiğnemekte ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımamakta bir beis görmüyor. Erdoğan’ın, devlet hukukunu çiğnemenin açık örnekleri olan bu davranışlarına karşı ise, birkaç siyasi eleştiri haricinde, halk tarafından hiçbir tepkinin olmaması düşündürücüdür. Halbuki, ülkedeki hukukun gerçek sahibi ve korumakla yükümlü olan halkın kendisidir.

 

MHP TABANINDAKİ ÜLKÜCÜLER NEDEN SES ÇIKARMIYOR?

Nihayet, hukuku çiğneme geleneğinin son örnekleri olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına kast eden Kürtçü bölücü terör örgütünün iddialarına açıktan kapı aralama görevi, Türk siyaset sahnesinde, güya Milliyetçi ve Ülkücü olarak bilinen, ilginç bir sözde siyasi figüre verilmiş bulunuyor. Bahçeli’nin araladığı bu kapıdan, artık kimlerin nasıl gireceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu konuda anlaşılması zor olan asıl mesele, rahmetli Osman Bölükbaşı tarafından 1958’de kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) döneminden bu yana, bir “dava ve ideoloji partisi” olarak bilinen ve temel siyasi ekseninin, “Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük” olduğu zannedilen MHP’nin, ülke genelindeki kadroları ile “Ülkücü Kuruluşlar”ın, Bahçeli ve ekibinin bu tür eksen kaymalarına karşı, neden ses çıkarmadıklarıdır.

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de, “emperyalist hedeflerin önünde engel olarak görülen” milli ve/veya dini bir ortak değerin zayıflatılması veya ortadan kaldırılması gerektiğinde, bu gibi işler, emperyalist güçler tarafından, o değeri savunma konusunda, adeta “siyasi marka” haline gelmiş olan kişi ve kuruluşlara yaptırılıyor! Türkiye’nin, demokratik, laik sosyal hukuk devleti olarak üniter yapısı ile “ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü”nün en güçlü savunucusu olması gereken sözde Türk Milliyetçisi ve Ülkücü MHP, 1984 yılından bu yana, 40 yıldır sürdürülen ve ülkemize çok pahalıya mal olan tüm mücadeleyi adeta çöpe atıyor ve on binlerce vatan evladının katilleri olan bölücü terör örgütünün elebaşılarını mecliste selamlamaya talip oluyor ki, bu akıl alacak bir durum değildir.

 

MHP TARAFINDAN DIŞLANAN KADİM ÜLKÜCÜLER ŞAŞKIN

1968-70’lerden bu yana Ülkücü hareketin içinde olan ve mevcut tüm entelektüel birikimlerini ve hayat tecrübelerini bu camia içinde edinmiş olan “Kadim Ülkücüler” son derece şaşkın durumdalar; çünkü, Devlet Bahçeli MHP’sinin, özellikle 2016’daki  o meşhur 15 Temmuz tiyatrosundan bu yana, gerçekte ne yapmakta olduğu hususunda, hiçbir fikir sahibi olamıyorlar! Yaşadıkları yerlerden, çalıştıkları işyerlerinden, okudukları okullardan ve üniversitelerden birbirlerini yakından tanıyan 1980 öncesinin Ülkücü lider kadroları ile benim de aralarında yer aldığım belli başlı Ülkücüler, bugünün MHP’sini ve Ülkücü kuruluşlarını hiçbir şekilde anlayamıyorlar!

1980 öncesindeki MHP ve Ülkü Ocakları ile Ülkücü Öğretmenler Birliği (Ülkü-Bir) ve Milliyetçi İşçi Sendikaları (MİSK) gibi tüm Ülkücü meslek kuruluşlarında, Ülkücülüğün, dışımızda olup bitenlere reaksiyon göstermekten ziyade, bizatihi “aksiyoner” bir hareket olduğu öğretilirdi. Bugünün MHP’sinin, Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük açısından, yıllardır “aksiyon” denilebilecek herhangi bir çıkışının olmaması, bu partide neden kimseyi rahatsız etmiyor acaba?

Son 7-8 yıldır, açıktan ve kayıtsız şartsız AK Parti’yi destekleme sürecine giren MHP, Erdoğan’ın, atmak istediği herhangi bir adımda milli mülahazalarla engellerle karşılaşması ihtimali zuhur ettiğinde, hemen “kurtarıcı ve ön açıcı” güç olarak devreye giriyor. Devlet Bahçeli böyle bir görevi (?!) daha önce de, Demokratik Sol parti (DSP), Anavatan Partisi (ANAP) ve MHP koalisyonu olan Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki 57. Hükümet döneminde (14.02.1999'da Kenya’nın başkenti Nairobi’de), ABD tarafından, adeta paketlenerek teslim edilen Abdullah Öcalan’ın idam edilmesini önleyerek yapmıştı. Meclis onayı öncesinde gereken tüm hukuki süreç tamamlandığı halde, Öcalan hakkındaki idam cezasının infazının, Bahçeli tarafından önlendiği, artık herkesin bildiği bir gerçektir. Bahçeli, bugün de Öcalan’ı meclise taşımanın yolunu açmaya çalışıyor. Bu teşebbüsün asıl kaynağının MHP olması düşünülemez!

 

ANLAŞILAN O Kİ, PKK’NIN “MEŞRULAŞTIRILMASI” GEREKİYOR?

Gayet açık ki, Öcalan’ın “meşru bir siyasi karakter” olarak TBMM’ne girmesi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için, bugün gelinen noktada, önemli bir gerekliliktir. ABD Suriye’de, daha önce başına 10 milyon Dolar ödül koyduğu bir terör elebaşı Ahmed Hüseyin el-Şara’yı (Koda Adı: Ebu Muhammed el-Cevlani)Suriye Geçici Hükümet Başkanı” olarak tanımıştır. Diğer yandan, ABD tarafından kurdurulan, ancak Türkiye’nin “terör örgütü” olarak gördüğü ve tüm dünyaya ilan ettiği PKK/YPG’nin, Ferhat Abdi Şahin (Kod Adı: Mazlum Kobani) yönetiminde ilan ettiği “Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi”.

Öyle anlaşılıyor ki, BOP kapsamında yürütülmekte olan plan gereği, Suriye’deki bu gelişmelerden sonra, Türkiye’de de, yarım asırdır terör örgütü olarak mücadele ettiğimiz, on binlerce şehide, bilmem kaç yüz milyar dolara mal olan PKK’nın da, Türkiye tarafından “meşru” bir Kürt siyasi örgütü olarak kabul edilmesi gerekiyor. Elbette, böyle bir şeyi halka anlatmak, hiç de kolay bir iş değildir. Bu konuda, Bahçeli’nin “yol açıcı” olarak görevlendirilmiş olması, milli çıkarlarımıza aykırı olsa da, BOP’un asıl patronları açısından, son derece akla yatkın görünüyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, birkaç parçaya bölünerek, milli sınırlarımız içinde bir Kürt devletinin kurulmasının çok gerekli, iyi ve muhakkak yapmamız gereken güzel bir iş” olduğunun halka anlatılması ve kabul ettirilmesi işinde, asıl görev MHP’ye verilmiş görünüyor. Bakalım Türk milletine, böyle bir zehir, MHP bardağı ile içirilebilecek mi? Birilerinin, oturup, tarihte bu tür teşebbüsleri yapanların akıbetlerini iyi okumaları gerekiyor…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.