Türk milleti tarafından bilinmeyen birtakım dış emperyalist mahfiller nezdinde, “iktidar” ve “muhalefet” rollerini üstlenmiş bulunan (ve bazıları birbirleri ile yakın akraba da olan), Ankara’daki “Siyaset Baronları”, adeta “kırk katır mı, yoksa kırk satır mı” dercesine, halkın önüne, “Ekonomik sorunlar mı, yoksa anayasa değişikliği mi?” gibi bir ikilemle çıkıyor ve halkın kafasını bulandırıyorlar.
Ankara’daki Baronların, Anayasa değişikliği konusunda, kendi aralarında mutabık oldukları, artık kimsenin meçhulü değil! Anayasa değişikliğinin, son iki yıldır giderek ağırlaşan ekonomik sorunlar altında açlıkla mücadele etmekte olan halkın hangi derdine merhem olacağını ise soran yok!
Belli ki iktidar, ülkemizin geleceği ile ilgili sayısız riskleri içinde barındıran Anayasa değişikliği meselesini ortaya atarak, halka ekonomik sıkıntıları unutturmaya çalışıyor! CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere, sözde muhalefet partileri de, bu konuda alenen, iktidarın değirmenine su taşıyorlar! 22 yıldır, devlet düzeninden toplumsal yapıya, eğitimden kültüre ve sağlıktan yargıya kadar, içine edilmedik hiçbir alan bırakmayan iktidardaki (ve sözde muhalefetteki) siyasi kadroların, kişisel gelecekleri için, bugün yapmak istedikleri Anayasa değişikliğinin, Türk milletini, sonu belirsiz bir felakete sürükleyeceğini söylemek, hiç de yabana atılır bir ifade değildir.
İKTİDARIN SELAMETİ, TOPLUMSAL MUHALEFETİN PARÇALANMASINDADIR!
Meral Akşener öncülüğünde MHP’den ayrılanlar tarafından, 25 Ekim 2017’de kurulan İYİ Parti’nin, gerçekte ne için kurulduğu, artık şüphe götürmeyecek derecede açığa çıkmıştır. “Toplumda doğal olarak ortaya çıkan muhalefet eğilimlerinin belli bir siyasi parti etrafında toplanarak, iktidar cenahının işlerini zorlaştırmasını önlemek için, “iktidar muhalifi olan seçmenlerin parçalara ayrılarak etkisiz hale getirilmesi operasyonu”nda başrolün İYİ Parti’ye verildiği gayet açıktır. Elbette bu arada, aynı minval üzere, sözde muhalefet cenahında, irili-ufaklı başka rol dağılımlarının yapıldığını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Aynı yabancı emperyalist mahfiller tarafından teşkil edilen ve tüm faaliyetleri ustalıkla koordine edilmekte olan Ankara’daki siyasi tablonun, yerel yansımalarının temeli, “kişisel çıkarlar”dır. Geçen 31 Mart’ta gerçekleştirilen Mahalli İdareler Genel Seçimleri’nde açıkça görüldü ki, yereldeki kendi Siyaset Kâhyalarına “kişisel çıkar sağlama” imkanlarına sahip olan Ankara’daki Baronların, yerel aday listelerini oluştururken (kamuoyu araştırmaları ile belirledikleri seçmen eğilimlerine göre), birbirleri ile isim alışverişleri yapmaları, ilginç bir şekilde, hiç kimse tarafından umursanmadı!
Bunun, Balıkesir’deki en belirgin örneği, hücrelerine kadar AK Partili olduğunu herkesin bildiği Karesi Belediye Başkanı Mesut Akbıyık’tır. Nitekim, CHP tarafından aday gösterilen ve seçilen Mesut Akbıyık’ın kurduğu çalışma ekibinin, büyük ölçüde kendisi gibi, “gerçekte CHP’li olmayan” isimlerden oluştuğu da, bilinen diğer bir gerçektir.
Aslında Altıeylül’de de durum pek farklı değildir; seçimi kazanan Hakan Şehirli her ne kadar, kadim Kuva-yı Milliyeci ve CHP’li bir aileden geliyorsa da, seçimi kazanması için, bağımsız aday olarak sahaya sürülen (bir önceki AK Partili Altıeylül Belediye Başkanı) Hasan Avcı’nın rolü inkar edilemez! Bu arada, Hakan Şehirli’nin teşkil ettiği çalışma kadrosunda da, hatırı sayılır sayıda AK Partililerin yer aldıkları ortadadır.
Balıkesir’in merkez ilçelerini örnek olarak gösterdiğimiz “siyasi işbirliği”, tüm diğer ilçeler için de geçerlidir. Tüm ilçelerin kendi özel ve yerel şartlarına göre, seçilen CHP’li Belediye Başkanlarının (hatta pek çoğu 31 Mart seçimlerinde bile), iktidar cenahında saf tutmuş olan birçok ismi, kendi çalışma kadrolarına dahil ettikleri görülüyor.
TÜRKİYE’DEKİ MUHALEFETİN ASLÎ GÖREVİ
Gelişmiş ülke demokrasilerinde, “iktidarlara karşı halkın haklarını koruma” görevini üstlenen muhalefet partileri, Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde, “toplumsal doğal muhalefetin, iktidarın işlerini zora sokmasını önleme” fonksiyonunu üstleniyorlar. Ne yazıktır ki, bugüne kadar, geri kalmış ülke halklarına bu gerçeği anlatabilmenin yolu bulunamamıştır! Toplumsal değerbilmezlik ve ağır yaşam koşulları, geri kalmış ülkelerin gelişmiş beyinlerini, kendi ülkelerini terk etmeye zorluyor.
Geri kalmış ülkelerde zorluklarla yetiştirilebilen yüksek nitelikli insanlar, kendi ülkelerinde işlerini yapabilme imkanlarını bulamadıkları ve ağır yaşam koşullarını iyileştirebilme imkanlarından yoksun kaldıkları için, onların değerlerini bilen ve kendi ülkelerine kıyasla çok daha iyi yaşam koşulları sağlayan gelişmiş ülkelere gidiyorlar.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi olduğu dönemde (1968-69) Türkiye’den gelişmiş ülkelere göç eden bilim adamlarıyla ilgili çok değerli bir araştırma yapan Prof.Dr. A.Turhan Oğuzkan (1923-1992) ülkemizin en değerli yetişmiş beyinlerinin neden ülkeyi terk etmekte olduklarını araştırmış ve onları göçe zorlayan etkenleri, “Türkiye’den onları dışarıya iten” ve “gelişmiş ülkelerde onları çeken” faktörler şeklinde, başlıca iki kategoride incelemiştir. Ne yazık ki, kendi bilim insanlarının çalışmalarını devlet işlerinde değerlendirme kültürüne sahip olmayan siyasiler tarafından yönetilmekte olan Türkiye’de bu sorun bugün de, ağırlaşarak devam etmektedir. Türkiye’deki iktidarların, maalesef, ülkede hasbelkader yetişmekte olan birinci sınıf beyinleri muhafaza etme ve ülke yararına değerlendirme dertleri olmamıştır. Bugün de, kendi iktidarını, “biat kültürü”ne ve “okumamış cahil halk kitlelerinin ferasetine(*)” borçlu olan AK Parti öncülüğündeki iktidarın da, böyle bir derdinin olmadığı açıktır.
YÜKSEK NİTELİKLİ İNSANLAR GİDERSE, ÜLKE VASIFSIZLARA CENNET OLUR
Geri kalmış ülkelerin başlıca iki ortak noktası, “nitelikli insanlarını ihraç” ederken, sözde “sığınmacı” adı altında, dışarıdan “cahil ve vasıfsız nüfus ithal” etmeleridir. Kaldı ki, zaten içeride kalan kendi nüfusları da, kahir ekseriyetle, “niteliksiz” insanlardan oluşur. Kendi ülkelerinde yetişen nitelikli insanları muhafaza edemeyen (daha doğrusu, “etmeyen”) ve bunları gelişmiş ülkelere kaptıran geri kalmış ülkelerin sözde siyasetçileri için bu durum, onların iktidarlarını sürdürebilmelerinin garantisidir aynı zamanda. Eğer Türk milleti, kendi yetişmiş beyinlerine sahip çıkmayı ve onlardan yararlanmayı becerebilseydi, bu ülkede, “nass var” diyerek, halka “faizi enflasyonun sebebi olarak gösteren” ve bu kafayla ülke ekonomisini mahvedenler, iktidar koltuklarında oturamazlardı! Dahası, yabancı emperyalist mahfiller, Türkiye’de siyaseti dizayn edemez ve kurdukları siyasi sistemin devamını sağlayamazlardı!
Gelişmiş ülkeler, “yükte hafif pahada ağır (yani çok pahalı)” ihracat ve “yükte ağır, pahada hafif (yani çok ucuz)” ithalat yaparken, geri kalmış ülkeler, bunun tam tersini yaparlar; yani, “yükte ağır, pahada hafif (yani çok ucuz)” ihracat yaparken, “yükte hafif pahada ağır (yani çok pahalı)” ithalat yaparlar. Böylece, kendilerini, “gelişmiş ülkelerin gönüllü köleleri” haline getiriler ve ne yazık ki, bu gibi ülkelerin halkları, içine düşürüldükleri bu vahametin farkında bile olamazlar. Gündelik yaşamlarında, gelişmiş ülkelerin icadı ve ürünü olan teknolojileri kullandıklarında, kendilerini gelişmiş(!) ve yaşam standartları yükselmiş(!) zannederler.
HALKIN FARKINA VARAMAYACAĞI MİLLİ FELAKET
Yetişmiş beyinlerin ülkeyi terk etmeleri çok büyük bir milli felakettir. Ancak, bu felaket, yine yüksek nitelikli yetişmiş beyinler sayesinde toplum tarafından fark edilebilir. Halk, gündelik yaşamındaki unsurlara bakarak, kendi geleceğini, eline geçirebildiği maddi imkanlarla şekillendirir. Geri kalmış ülkelerde insanlar, yetiştirdikleri çocukların ülkeyi terk etmelerinden kişisel olarak hiçbir rahatsızlık duymadıkları gibi, aksine (o çocuğun dışarıdan sağlayacağı maddi destekle, kendi yaşamlarında elde edecekleri kolaylıklar sebebiyle), bir de mutlu olurlar!
Gelişmiş ülkelerin yöneticileri, kendi insanlarına yaptırmakta oldukları alt düzey üretim ve hizmet işlerinde kullanmak üzere, ihtiyaçlarına göre (planlı ve ölçülü olarak) zaman zaman, gayet kontrollü bir şekilde, “vasıfsız işçi” ithal ederler. Gelişmiş ülkelerde, geri kalmış ülkelerden gelen yüksek nitelikli insanlara, ülkelerinin de, bilim ve teknoloji merkezlerinin de kapıları daima açıktır! Geri kalmış ülkelerin vatandaşları ise, bir şekilde elde edebildikleri ileri teknoloji ürünleriyle, kişisel mutluluklar yaşamaktan öteye hiçbir fikir geliştiremezler ve milli düzeyde ortak bir ideale sahip olamazlar.
MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER VE HALK
Elbette gelişmiş ülkelerde de insanlar, doğal olarak kendi kişisel gündelik ihtiyaçlarına odaklı yaşarlar; ancak, örneğin makro ekonomik göstergelerde bir olumsuzluk söz konusu olduğunda, ülkenin aydınları toplumu bilgilendirirler ve halkın ortak tepkisinin ortaya çıkmasında etkili olurlar. Geri kalmış ülke halkları ise, ülkelerinin makro ekonomik göstergelerinden tamamen habersiz yaşarlar ve hatta böyle yaşamak, onların vazgeçilmez tercihleridir de. Yani, ülkenin dış borçlarındaki ve cari açığındaki paralel artış ile kişisel milli gelirdeki düşüş, kimseyi ilgilendirmez! Kısacası, enflasyon ve hayat pahalılığı felaketi kendi kapısına dayanıncaya kadar, ekonomideki genel gidişatla kimse ilgilenmez! İstismara son derece açık olan bu durum, ülke yöneticilerinin ülkelerini borçlandırarak, kendilerine dünyevî saltanatlar kurmaları için son derece elverişli imkanlar sağlar.
2002 yılı sonunda, sadece 125 milyar Dolar seviyesinde olan Türkiye’nin dış borç portföyü, bugün 1 trilyon Doları aşmıştır; dahası bu portföye, yurt içinde (ne derece gerekli ve fizibl oldukları belirsiz) “müşteri garantili” yol, köprü, hastane, havaalanı vb. gibi yatırımlar için Dolar olarak ödenecek olan meblağ dahil değildir ve bu ödemelerin yıllık miktarının hesabı, önceden yapılamaz ve ödemeleri planlanamaz durumdadır. Bu, herhangi bir gelişmiş ülkede kolay kolay olmayacak bir durumdur; olması halinde ise, buna sebep olanların siyasi kariyerleri, ebediyen sona erdirilir. Bizim gibi geri kalmış toplumlarda ise, insanların subjektif bakışlarıyla “olumlu” olarak değerlendirilen her icraat için siyasi iktidara toplumsal prim verilirken, “olumsuz” olarak değerlendirilen icraatlardan da onların sorumlu olmaları gerektiğini kimse düşünmez!
Bu durumdaki ülkeler, siyasi yöneticiler (ve onlarla işbirliği yapanlar) için, adeta “dikensiz gül bahçeleri” gibidir.
_____________
(*) https://www.dailymotion.com/video/x3z61l7