Evet, “Elveda Cumhuriyet!”
Bu, aslında 21 yıl gecikmiş bir nidadır! Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran, “Kuva-yı Milliyeci” arkadaşları tarafından 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’i, eksiği ve gediğiyle, hatası ve kusurlarıyla, düşe-kalka da olsa, 2002 yılına kadar ayakta tutabilmiştik. Ne var ki, 03 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen Milletvekili Genel Seçimleri’nde AKP’nin tek başına iktidarı ele geçirmesinden itibaren, alenen Cumhuriyet’in tuğlaları birer-ikişer sökülmeye başlandı ve buna, bugüne kadar hiç kimseden kayda değer bir itiraz da olmadı! Maalesef!..
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, iktidara geldikten sonraki yıllarda, sık sık “Biz Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Eş Başkanıyız. Bizim, bu kapsamda yüklendiğimiz bir görev var ve biz o görevi yerine getiriyoruz. Bağlı bulunduğum Merkez, bana Papaz elbisesi giyeceksin dese, ben o elbiseyi giyer görevimi yaparım.” vb. konuşmalar yaptığı halde; hiç kimse, “Arkadaş o BOP dediğin nedir, o bağlı olduğun Merkez neresidir?” diye sormadı! Tüm siyasi yatırımlarını, sürekli olarak, toplumun kahir ekseriyetini teşkil eden, “en cahil” ve “en aptal” kesimlerine yaparak, ülkemizdeki demokrasi anlayışının ve buna göre kurgulanan sözde seçim(!) sistemi sayesinde, 21 yıldır tek başına iktidarda kalmayı başarmıştır ve görünüşe bakılırsa, bundan sonraki seçimlerde de kaybetmesi beklenmemektedir.
Kendisinin aleyhine olduğunu değerlendirdiği en küçük bir konuşmaya, davranışa, paylaşıma ve yazıya karşı 360 bini aşkın dava açan Erdoğan’ın, diploma ve etnik kökeni konusundaki konuşmalara, yazılara ve paylaşımlara karşı tek bir dava açmamış olması, acaba neden kimsenin dikkatini çekmiyor?
DİPLOMA BİLGİLERİ
2014 yılında sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görev süresi dolduktan sonra, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Adayı olması, Anayasamızın 101. maddesine rağmen (birkaç etkisiz itiraz dışında) nedense engellenmemiştir. Bu ülkede, bir insanın tahsil durumunu ispatlamak kadar kolay ne olabilir? Diploma tartışmalarına, hiçbir değeri olmayan birkaç fotokopi ile verilen cevaplar yeterli olmuş ve Erdoğan yoluna devam edebilmiştir. Hiç kimse, nedense bu konuda mahkemeye gitmemiştir!
Erdoğan’ın İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndan mezun olduğu 1973 yılında (Ortaokul’dan sonra gidilen tüm diğer Meslek Okullarının mezunları gibi) üniversite sınavlarına girme hakkı yoktur. Öğretmen Okulları dahil, tüm Meslek Okulu mezunları gibi, İmam-Hatip Okulu mezunlarının da, üniversite sınavlarına girebilmek için “lise fark dersleri” sınavlarını geçerek “lise mezunu” sayılmaları gerekiyordu. İddialara göre Erdoğan’ın, İstanbul İktisadi İlimler Akademisi (İİTİA)’ne bağlı, 3 yıllık Aksaray Yüksek Ticaret Okulu’ndaki Öğrenci Kayıt Dosyası’nda, Eyüp Lisesi’ne ait “fotoğrafsız ve mühürsüz” bir “Mezuniyet Belgesi”nin, Noter onaylı “sureti” bulunuyor. Halbuki, kayıt sırasında Mezuniyet Belgesi ile kayıt yapılsa bile, birkaç ayı geçmeyecek belirli bir süre içinde, orijinal diplomaların getirilip, Öğrenci Kayıt Dosyalarına konulmuş olması gerekiyor.
İzninizle burada, bilmeyenler için diplomaların düzenlenmesiyle ilgili bilgileri vermemizde yarar var: Gerek Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda ve gerekse Üniversitelerde, “diploma” sadece tek bir tane düzenlenir; diploma kaybedildiğinde ya da tahrip olduğunda, “ikinci kez aynı diploma” tanzim edilemez! Diplomalar, öğrencilerin mezun oldukları tarihte görevde bulunan Okul Müdürleri ya da Dekanlar (Yüksek Okul, Enstitü vb. Müdürleri) tarafından imzalanır. Diplomalar, düzenleyen okulun ya da fakültenin “Diploma Defteri”nden “Kayıt Sıra Numarası (Diploma No)” alır. Diploma Defterlerinde, Diplomalardaki tüm bilgilerin yanı sıra, fotoğraf ve mezun olan öğrencinin (diplomayı teslim aldığında dair) “imzası” yer alır. Eğer Diploma Defteri’nde öğrencinin imzası yoksa, diploma, okuldaki “Öğrenci Kayıt Dosyası”nda duruyordur.
ERGÜN POYRAZ’IN KİTABI: DİPLOMASIZ
Eğer bir kişi, herhangi bir resmi kuruma diplomasının suretini ibraz etmişse, “diplomasını okulundan almış, kendisinde” demektir. Noter onaylı suretler, mutlaka “belgelerin (ve diplomaların da) orijinalleri görülerek” çıkartılır; yani, eski bir surete bakılarak, yeni bir suret çıkarılamaz! Kısacası, Erdoğan’ın “Mezuniyet Belgesi” aldığı Eyüp Lisesi’nin 1973 yılına ait Diploma Defterinde (aynı şekilde, 1982’de kapatılan İİTA Aksaray Yüksek Ticaret Okulu'nun evraklarının devredildiği Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin 1981 Yılı Diploma Defteri’nde de), adının yer alması gerekiyor! Peki, oralarda adı var mı? Çok merak eden gitsin baksın, diploma kayıtları “gizlilik dereceli” değildir. Bu konudaki en önemli sorulardan biri şudur: Neden acaba, şu sözde “muhalefet” partilerinin yetkilileri bu konuları merak edip araştırmazlar? Örneğin, biri gidip dava açsa, mahkeme tüm bu belgeleri ister ve hakimler, mutlaka orijinallerini inceleyerek, ayrıca Bilirkişi Raporlarına bağlarlar.
Erdoğan, 2014’ten bu yana basına, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 1981-Şubat Dönemi’ne ait, “birbirine benzemeyen iki farklı lisans diploması fotokopisi” vermiştir. Ergün Poyraz, bu konuda “Diplomasız (Siyah-Beyaz Yayınevi-2017, 310 sayfa)” adlı bir kitap yazdı; bu kitapla ilgili hiçbir dava açılmadı, piyasada halen satılmaktadır. Bu konudaki detayları merak edenler alıp, okuyabilirler.
ANAYASA’YA SELAM, HUKUKSUZLUĞA DEVAM!
Kim ne derse desin, bugün Türkiye, yürürlükteki Anayasa’nın 101. maddesinde, “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” denmesine rağmen, lisans diploması şaibeli biri tarafından yönetilmektedir. Böyle bir durumda, başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere, sözde muhalefet partilerinin hiçbirinin, etkili bir tavır takınmamış olmaları fevkalade düşündürücüdür!
Toplumun büyük bir çoğunluğunu teşkil eden en eğitimsiz ve muhakeme kabiliyetinden yoksun kesimlerinin oylarına dayalı siyasi güçle Anayasa’yı alenen çiğneyebilen biri, bugün ülkeyi babasının bostan tarlası gibi yönetiyor ve buna hiç kimse sesini çıkarmıyor! 2014’teki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde, lisans diploması şaibeli Erdoğan’ın adaylığının, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından kabul edilmesi üzerine, muhalefet partilerinin seçimden çekilmeleri gerekirken, karşısına aday çıkararak, Erdoğan’ın adaylığını, “hukuken” değil, ama siyaseten meşrulaştırmış oldular. Aynı hata, Anayasa’ya rağmen, akıl almaz bir şekilde, 2018 ve (diplomanın yanı sıra, “3. kez aday gösterilerek”) 2023 seçimlerinde de tekrarlandı.
Tabii, tüm bunlar, hem Türk milletinin hem de, tüm dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor! Muhalefet partileri, böylesine aleni hukuksuzluk karşısında siyasi bir varlık gösteremediğinde, halkın iktidarın haksız uygulamalarına karşı, güvenebileceği hiçbir merci kalmıyor! Bu da, zorunlu olarak, “toplumun güce teslim olması” gibi, son derece tehlikeli bir durum yaratıyor!
“ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ” İLE ACABA ASIL NE HEDEFLENİYOR?
Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, ortaya bir “Anayasa değişikliği” lafı attı. Son beş altı yıldır, “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Din, Tek Bayrak” sloganları atan Erdoğan’ın bu sefer, “milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan” bir Anayasa hedeflediklerini ifade etmesi son derece ilginçtir.
I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin, İngiltere öncülüğündeki galip devletlerle 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesi’nden sonra ülkemizi işgale başlayan İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a karşı Kurtuluş Savaşı’nı (1919-1922) başlatan ve zaferle sonuçlandıran, sadece Türk milletidir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU UNSURU TÜRK MİLLETİDİR!
Kurtuluş Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin tebaası olan diğer milletler, ya düşman tarafında yer almışlar ya da tarafsız kalmışlardır. Zaferden sonra Ankara TBMM Hükümeti, arkasına Türk milletini alarak, Lozan’da (24.07.1923), tüm diğer devletlere karşı masaya tek başına oturmuş ve o masadan aldıkları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Gerek 1921, gerek 1924 ve gerekse daha sonraki Anayasa metinlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “kurucu unsur”unun, Türk milleti olduğu yer almıştır.
Başta Erdoğan olmak üzere, partisinin her kademesindeki yöneticileri, 2002’den bu yana (ve hatta ondan önceki yıllarda da) ilginç bir şekilde, Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu unsuru olmasından rahatsızlıklarını dile getirmektedirler. 21 yıllık tek başına iktidar sürecinden sonra bugün geldikleri noktada, en başta “BOP kapsamında almış oldukları (milletin ne olduğunu bilmediği) görev”lerini tamamlamaya çalışacakları anlaşılmaktadır.
MUAVİYE’NİN VE HİTLER’İN USULLERİ
Erdoğan eğer, bu sözünü ettiği Anayasa değişikliğini de başarırsa, ondan sonra Türkiye’de ne cumhuriyetten ne de demokrasiden söz edilebilecektir. 1362 yıl önce Muaviye’nin Hz.Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e karşı kullandığı usullerle, sözde İslam adına, başta ülkemiz olmak üzere, Türk milletine ait olan her şeyi keyiflerince yağmalamakta olan bir siyasi kadronun elinde telef olup gidiyoruz. Ne yazık ki, halkın en cahil ve en aptal kesimleri, her şeye rağmen (ve ülke olarak, nerelere sürüklenmekte olduğumuzu düşünmeden), yıllardır aynı partilere destek vermeye devam etmektedirler. Görünen o ki, Türkiye bu gidişattan kendisini kurtaramayacak ve millet işin nereye gittiğini fark ettiğinde iş işten geçmiş olacak!
Öte yandan, Hitler Almanya’sının Propaganda Bakanı Josef Goebbels’in yöntemleriyle, ülkede ve dünyada olan-biten gündelik olaylar hakkında “zamanında ve doğru” bilgi alması engellenerek, halk gerçeklikten kopartılıyor. Hiç kimse, Erdoğan’ın 2002 seçimlerinden bu yana halka neler vadettiğinin ve ülkenin gerçekte nereye gelmiş olduğunun muhasebesini yapmıyor! Tıpkı Goebbels’in vaktiyle Alman halkına yaptığı gibi, şimdi de Türk milleti yıllardır “tatlı yalanlar”la uyutuluyor! Tatlı yalanlarla uyutulan insanları uyandırmanın ise bugüne kadar bilinen tek yolu “helak olmak”tır! Almanlar, Goebbels ve Hitler’in tatlı yalanlarıyla daldıkları uykudan, Nisan 1945’te, Rus askerleri kapılarını kırarak evlerine dalıncaya kadar uyanmamışlardı!
Dileğimiz ve duamız odur ki, Cenab-ı Allah bu millete acısın ve bir an evvel aklını başına getirsin…