Bugün, otuzdan fazlası eski Osmanlı devletinin toprakları üzerinde kurulmuş olan, dünyadaki elli altı sözde İslam ülkesi içerisinde, Türkiye, hemen her bakımdan tüm diğerlerinden açık ara ileride olan bir ülkedir.
Bu nedenle, Türkiye'den hiç kimse, gidip, güya “şeriat”la yönetildikleri söylenen o ülkelerde yaşamayı aklından bile geçirmez. Ama o ülkelerin hepsinden, insanlar (eğer gelişmiş bir Hristiyan batı ülkesine gidemiyorlarsa), yıllardır, “laik” cumhuriyetle yönetilmekte olan Türkiye'ye geliyorlar! Hem de hepsi Türkiye’nin laik rejimini eleştirdikleri halde… Bu durum, en azından 50-60 yıldır, böyledir.
Ve bugün bu ülkede birtakım insanlar, iyi bir şey zannettikleri şeriat adına, laikliğe ve cumhuriyete karşı mücadele ediyorlar. Dahası, kadınların çoğu da bunlara oy veriyor. Hem de o “oy verme hakkı”nı, 80 yıl önce onlara vermiş olan Atatürk’e ağır hakaretler ederek… Akıl alacak gibi değil!
KADINLAR, ELLERİNDEKİ HAKLARA SAHİP ÇIKACAKLAR MI?
Geçen haftaki yazımızda, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri’nin, devlet erklerinin (yasama, yürütme ve yargı) tek bir kişide toplanmasını (kuvvetler birliği) öngören siyasi anlayış ile erklerin birbirlerinden bağımsızlığını (kuvvetler ayrılığı) öngören siyasi anlayış arasında geçeceğini dile getirmiştik.
Şimdi de bir başka açıdan benzer bir değerlendirme yapalım:
Rahmetli Atatürk’ün TBMM’ye yaptığı teklifler doğrultusunda, 1930-34 yılları arasında, tedrici olarak, kadınlara “seçme ve seçilme” haklarının verilmesinden bu yana, 80 yılı aşkın bir süre geçti. O dönemde, dünyanın (ve Avrupa’nın da) pek çok ülkesinde, kadınlar henüz oy kullanamıyor ve seçimlerde aday olamıyorlardı! Bugün, Atatürk sayesinde oy kullanan ve tüm seçimlerde aday olabilen kadınlarımızın (maalesef, çok büyük bir kısmının), Atatürk’e ve onun kurduğu Cumhuriyet’e karşı olan tavır ve davranışlarını anlamak çok zor. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti (hem de O’nun verdiği hakları kullanarak) yıkmak isteyenlere, kadınların böylesine büyük destekler vermeleri, anlaşılabilir bir durum değil!
Bugün Atatürk ve Cumhuriyet aleyhtarlarına destek veren kadınlar, kendilerine Atatürk tarafından verilen hakların, destekledikleri adamların kuracakları rejimde, ellerinden alınamayacağını zannediyorlar. Halihazırda, iktidar cenahında bir araya gelen partilere, cemaatlere ve tarikatlara bir baksınlar; işte, o kesimlerin talepleri gerçekleşip, “şeriat” dedikleri sözde İslami düzen kurulduğunda, Türkiye’de de kadınlar, tıpkı Afganistan’da ve İran’da olduğu gibi, şeriatla yönetildiği iddia edilen ülkelerin kadınlarının durumuna düşecekler. Her şey son derece açık-seçik göz önündeyken, Türk kadınlarının, bu gidişi göremiyor olmalarını anlamak mümkün değil! Verdikleri ve verecekleri oylarla kadınlar, adeta şehvetle, kendi cehennemlerini inşa etmek için çabalıyorlar!
LAİK CUMHURİYETİN DÜŞMANLARI SALDIRIYOR
Bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti, çok büyük birtakım risklerle karşı karşıya bulunuyor. Çünkü karşılaşabileceği, gizli ve açık tehlikelerden kendisini koruyacak tüm sistemler, son 20 yıl içinde, birer birer ortadan kaldırılmış, devlet kendi siyasi rejimini koruyamaz hale getirilmiştir. Herhangi bir demokratik talep için meydanlara çıkan en küçük gruplara dahi anında müdahale eden ve nefes aldırmayan polis, yürürlükteki Anayasa’ya ve tüm diğer kanunlara rağmen, sokaklarda şeriat naraları atan cübbeli ve sarıklı güruhlara hiçbir müdahalede bulunmadığı gibi, vatandaşların muhtemel tepkilerine karşı, bir de “koruma görevi” yapıyor!
Atatürk, laiklik ve cumhuriyet düşmanlığını kendilerine düstur edinmiş insanlar, bugüne kadar hiç olmadıkları kadar büyük paralara ve güçlü birtakım örgütlere sahipler. Öyle ki, on yıldır, “lisans diploması”nın olup-olmadığı ispatlanamayan bir adamı Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmayı başardıkları gibi, Anayasa’nın 101. maddesine rağmen bugün, 3. kez aynı makama aday olarak ileri sürebildiler. Ne yazık ki, halkın kahir ekseriyeti, bu ve buna benzer konuları umursamıyor ve adamlar, pervasızca yollarına devam ediyorlar ki, ülkemiz için tehlikenin asıl kaynağı da, halkın bu umursamazlığıdır.
İslamiyeti kullanarak, halkın cehaletini “siyasi sermaye” olarak kullanan birtakım hainler (hem de devletin güç ve imkanlarından yararlanarak), kendilerinden olmayan herkese karşı, aklın almayacağı derecede ahlaksız davranışlar sergiliyorlar; çalıp-çırpmak, iftira atmak vb. gibi hiçbir aşağılık fiilden de geri durmuyorlar! Türk milletinin cumhuriyetle elde ettiği kazanımları, hem kullanarak ve hem de adice istismar ederek, Atatürk’e ve laik cumhuriyete karşı, sözde İslam adına (ve İslam’ın asla kabul etmeyeceği yol ve yöntemlerle), emsali görülmemiş, düşmanca davranışlar sergiliyorlar. Siyasi dincilerin kolaylıkla kullanmakta oldukları insanların ortak özellikleri, hemen her konuda ağır şekilde cahil olmaları ve sadece akıllarını değil, tüm benliklerini ipotek altına aldırdıkları birtakım sözde İslami cemaatlere ve tarikatlara mensup olmalarıdır.
TÜRKİYE, ÇOK KESKİN BİR YOL AYRIMINDA
Son 20 yıl içinde, laik cumhuriyetin kazanımları ile devleti ve siyasi rejimi koruyan tüm kurum ve kuruluşlar, birer-ikişer etkisiz hale getirilmiştir. Resmi ve sivil, öz savunma sistemlerinin tamamı çökertilmiş olan Türkiye, 14 Mayıs’ta, geleceği açısından hayati önem arz eden bir seçime gidiyor. Bu seçimde halkımız, bundan sonra “çağdaş medeniyet yolu”na doğru mu, yoksa “ortaçağ karanlıkları”na doğru mu dümen kıracağına karar verecek. Ne var ki, siyasilerin yalanları ile kafaları allak bulak edilmiş olan insanlar, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu gerçek durumun vahametini kavrayamıyorlar.
Eğer gözlemlerim beni yanıltmıyorsa, halkımız, bu seçimin, bundan önceki seçimlerin tamamından, son derece farklı ve tehlikeli sonuçlar doğuracağının hiç farkında değil. Hâlâ insanlar, siyasi konularda, kahvehane köşelerindeki alelâde futbol muhabbetleri seviyesinde, lak lak ederek zaman öldürüyorlar ve hâlâ, mevcut partiler hakkında, geçmiş seçimlerdeki tecrübeleri bağlamında değerlendirmelerle zaman harcıyorlar.
Halbuki bu sefer iş çok başka, gerçekten çok başka! Ama bu başkalığı bu millete kimse anlatamıyor!
Halkımıza, ülke olarak, bugün karşı karşıya bulunduğumuz kritik durumu kavratabilmek için olağanüstü bir çabanın içine girmemiz gerekiyor. Ülkemizin aydın ve aklı başında insanları olarak, Milleti uyandırmak amacıyla, 1920’lerdeki Kuvâ-yı Milliye ruhuna benzer, yeni bir heyecan yaratabilmeliyiz. Aksi takdirde, önümüzdeki 15 Mayıs sabahının, tarihimizin en karanlık dönemlerinden birinin başlangıcı olması işten bile değil.
PEKİ, EKONOMİNİN DÜZELME İHTİMALİ NEDİR?
Türkiye Cumhuriyeti, ilki 1950’de, ikincisi 1980’de ve üçüncüsü de 2002’de olmak üzere, “üretim kapasitesi”nin hayli üzerinde, çok büyük ve hızlı “borçlandırılma” süreçlerine sokulmuştur. Çok büyük bedeller ödeyerek ilk ikisinin üstesinden gelmeyi başaran Türkiye, acaba, bu yeni borçlandırılma sürecinden çıkabilecek midir?
Buradaki, 21 Mart 2023 tarihli, “Devletin, Dışarıya Ölçüsüz ve Hesapsız Borçlandırılmasının Sonu” başlıklı yazımızda, ayrıntılı olarak incelediğimiz konu bağlamında, ülkemizin son 20 yıllık dönemini değerlendirdiğimizde, ekonomimiz için pozitif bilgiler verebilmemiz hiç de kolay bir iş değildir.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonu itibarı ile dış borçları 125 milyar dolar ve yıllık Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’sı (GSYH) 236 milyar dolar olan Türkiye’nin, 2022 yılı sonu itibarı ile dış borçları -Hazine garantili özel sektör borçları (250 milyar dolar) ile “müşteri garantili” yatırımlara yapılmakta olan döviz ödemeleri hariç- 460 milyar dolar ve yıllık GSYH’sı da 905 milyar 675 milyon dolar kadardır. Vadeleri 2023 yılı içinde dolacak olan ve bu yıl içinde ödenmesi gereken Dış Borçlar toplamı ise 197 milyar dolardır. Devletin, bugün ayrıca, 1,6 trilyon lira da iç borç stoku bulunuyor.
Önde gelen ekonomi, ticaret, finans ve dış politika uzmanları, her şeye rağmen, Türkiye’nin, “doğru yönetilmesi” ve “akılcı politikalar izlenmesi” durumunda, içine düşürüldüğü girdaptan kurtarılabileceği görüşündeler. Evet, “doğru yönetilmesi” ve “akılcı politikalar izlenmesi” halinde…
MİLLETİMİZ, KENDİ KADERİNE SAHİP ÇIKABİLECEK Mİ?
İyi de, bu nasıl olacak?
Bunun için her şeyden evvel, “bu ülkenin, yıllardır yabancı mahfillerle işbirliği yaparak kendi çıkarları için memleketi yağmalamakta olan kadroların elinden kurtarılması” gerekiyor. Bunun için bugün görünen yol ise seçim. Ne var ki 14 Mayıs seçimlerinde, bu milletin, kendi geleceğini kurtaracak kadroları işbaşına getirebilme ihtimali son derece zayıf görünüyor. Dahası, bu seçimlerde de doğru insanlar devletin başına getirilemediği takdirde, muhtemelen bir daha seçim filan yapmaya da imkan kalmayacak ve Türkiye, kuruldukları günden bu yana hiçbir alanda iç istikrarlarını sağlayamamış olan tipik Orta-Doğu ülkelerinden birine dönüşerek, dünyanın “en etkisiz” devletlerinden biri haline gelecektir.
Bu bakımdan, halkımızın, 14 Mayıs seçimlerine, bundan önceki seçimlerin tamamından farklı bir açıdan bakması ve toplumsal kabiliyetini ortaya koyması gerekiyor. Öyle ümit ediyorum ki milletimiz, siyasetçiler tarafından kendilerine söylenmekte olan yalanları aşacak ve kendi gerçekleri ile yüzleşmeye karar verecektir.