Değerli okuyucularımız, en başından bu yana, ağırlıklı olarak Balıkesir’le ilgili ve zaman zaman da genel konularda olmak üzere, gündelik meselelerden ziyade, dönemsel etkileri olan konularda yazdığımı bilirsiniz. Ancak, bu yazımda, gündemde önemli bir yer tutan ve halen TBMM’de görüşülmekte olan, sosyal medya ile ilgili düzenlemeleri ihtiva ettiği söylenen, “Basın Kanunu ile diğer bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi” nedeniyle, önemli bir gündem maddesi haline gelen “basın özgürlüğü” konusunda yazmak gereği doğdu.
ÖZGÜRLÜK, SADECE “İNSAN HAKLARI” İLE SINIRLANABİLİR…
Maalesef, gelişmemiş olan toplumlarda, “insan hakları” ve “özgürlük” kavramları, insanlara, doğru ve yeterli düzeyde anlatılamıyor! Özgürlük, bireyin, doğrudan ya da dolaylı olarak kendisini ilgilendiren her konuda, her istediği zaman ve kendisinin dışında hiçbir etkiye maruz kalmadan, dilediğince hareket edebilme hakkı ve imkanıdır. Özgürlüğün tek sınırı ise, insan haklarıdır. İnsanlar, özgürlük adına diğer bireylerin haklarına etkide bulunamazlar, bireyin rızası olmadan da, özel hayat sınırlarına giremezler!
Gelişmemiş toplumlarda, “basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek” adı altında, çeşitli sınırlama, kısıtlama ve ceza hükümlerine haiz yasalar filan çıkarılır. Ve maalesef, bu tür yasalar sadece toplumda vicdanları kanatan zulüm uygulamalarından başka hiçbir sonuç getirmez! Yani, sözde “basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek” için, sınırlama, kısıtlama ve ceza kanunları ile yola çıkıldığında, varılacak yer, despotizm ve adaletsizlik ve hatta siyasi ahlaksızlıktır ki, milletin bu uygulamalardan uğrayacağı zararın ne hesabı yapılabilir, ne de açtığı yaralar tedavi edilebilir!
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN KAYNAKLANAN SORUNLARIN ÇARESİ
Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, basına çok büyük önem vermiş ve yeryüzünde, belki de basın özgürlüğünden hiçbir bahsin olmadığı bir zamanda, milletin ve devletin geleceği bakımından çok önemli gördüğü basının görev ve sorumluluklarını yeterli düzeyde yerine getirebilmesi için, özgür olması gerektiğine, ısrarla ve defalarca işaret etmiştir. Bir konuşmalarında, “Basın, hiçbir sebeple baskı ve etki altına alınamaz.(1923)” diyen Mustafa Kemal, bir başka vesile ile, “Basın özgürlüğünden doğan sakıncaların giderilme aracı, yine basın özgürlüğüdür.(1924)” ifadesini kullanarak, aslında meseleye son noktayı koymuştur.
“Gazetecilik”, toplumsal etkileri sebebiyle, her dönemde ve her ülkede daima, özel bir konuma sahip olmuştur. Bu özel konum, elbette, kendisi ile doğru orantılı olmak üzere, gazetecilik mesleğine ağır sorumluluklar da yüklemektedir… Bu nedenle, bu sorumluluğu yüklenebilecek niteliklere sahip olmadan, bu mesleğin icra edilmesi, tasvip edilen bir davranış değildir. Özellikle şu son 25-30 yıllık süreçte, iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler sayesinde, bireylerin kolayca kitlesel yayın yapabilme imkanlarının ortaya çıkması, beraberinde, yepyeni bazı sorunlara neden olsa da, bu durumdan kaynaklanan sıkıntıları önlemenin yolu asla “sansür” ya da “özgürlükleri kısıtlamak” olamaz!
SİYASETÇİ, SABIRLI VE HOŞGÖRÜLÜ OLMAYA MECBURDUR!
İster demokratik, ister totaliter rejimlerde olsun, siyasetle uğraşan ve ülke yönetiminde şu ya da bu düzeyde görev alanlar için, “basın konusunda, azami derecede sabırlı ve hoşgörülü olmak”tan başka, hiçbir “çıkar yol” yoktur! Ülkede iktidar sahibi olanların, “basının daima muhalif” tutum içinde olmasının önemli bir “zaruret” olduğunu bilmeleri, bu durumu “anlamaları”, “kavramaları” ve “kabullenmeleri” şarttır! Esasen, bunu anla(ya)mayanların siyasetten uzaklaştırılmasının yollarını bulmak, ülke çıkarları bakımından çok daha doğru olur.
Gelişmiş ülkelerin gündemlerinde, basın özgürlüğü ile ilgili problemlere pek rastlanmazken, geri kalmış toplumlarda, bu konu hep gündemin en üst sıralarındadır. Ülkenin rejimi ne olursa olsun, “iktidar”ları meşruiyet çizgisinde tutan en önemli güç ve mekanizma, tartışmasız bir şekilde basındır! Basın, esasen, toplum adına kamu hukukunun da, en önemli koruyucusudur. İktidarlar, basın tarafından eleştirilen yönlerini ve uygulamalarını gözden geçirmek ve varsa yanlışlarını düzeltmek, yoksa, halkı o konuda “zamanında, doğru ve yeterli” bir şekilde aydınlatmak zorundadırlar.
BASIN, İKTİDARLAR KARŞISINDA, MUHALİF OLMAK ZORUNDADIR
Basın, “muhalif” karakterini ve söylemini sürdürebildiği sürece, halk nezdinde “inandırıcılığını” koruyabilir. Bir ülke için, “basının halkın gözünde inandırıcılığını kaybetmesi”, “yargının güvenilirliğini yitirmesi”nden çok daha kötü bir durumdur. Güvenilir bir adalet teşkilatı ülkeye güvenilir basını getiremez, ama halkın yüksek düzeyde inandırıcı bulduğu bir basın, ülkeyi güvenilir bir yargı sistemine kavuşturabilir.
Yeryüzündeki en önemli NGO (Non-Governmental Organisation) faaliyetleri, basın tarafından yapılanlardır. Bu ifade, Türkçe’ye, yaygın olarak “Sivil Toplum Kuruluşu (STK)” şeklinde çevrilse de, NGO, aslında tam olarak, “hükümet dışındaki toplumsal örgüt” anlamına gelmektedir; yani, “STK” değil, “HDTÖ” demek, çok daha doğru olacaktır. O nedenle, iktidarlarla birlikte hareket eden sivil toplum kuruluşları, gelişmiş ülkelerde, NGO olarak kabul edilmezler! Bu da demektir ki, NGO’lar, “hükümetlerin karşısında, halkın tarafında” konumlanırlar ki, basın bunların en başında gelir.
HER MESLEK, KENDİ ÇÜRÜĞÜNÜ KENDİSİ AYIKLAMALIDIR!
Gazetecilik mesleğinin imkanlarını ve yasal imtiyazlarını, şu ya da bu şekilde kötüye kullanan basın mensuplarına (gazetecilere) uygulanacak müeyyidelerin, mesleğin etkili isimleri (duayenler) tarafından belirlenmesi ve müeyyidelerin mutlaka “meslekî nitelikte” olması, çok ciddi bir zorunluluktur. Geçmişte, “işine hile katan” esnafın, “ahîlik” denen (ve bireylere “mesleği icra etme icazeti”ni de veren) meslek teşkilatı tarafından, o meslekle ilgili yöntemlerle cezalandırıldıklarını ve bu uygulamanın, her mesleğin en iyi ve en doğru bir şekilde icra edilmesi noktasında etkili olduğunu hatırlamamız lazım.
Aslında, meslek adamlarının, meslekleri ile ilgili kusurlu (ve hatta suç teşkil edebilecek) davranışlarıyla ilgili hususlarda, resmi kurumlar ve/veya adalet (yargı) sistemi tarafından muhakeme edilmeleri (zaman içinde doğuracağı sonuçlar bakımından), son derece yanlıştır. Sadece basın mensupları değil, tüm mesleklerde, bireylerin (ve şirketlerin de) meslekî faaliyetleriyle ilgili hususlarda, kanunla teşkil edilmiş ve yetkilendirilmiş olan, kendi meslek örgütlerine ait, bir tür “Disiplin ve Adalet Kurulları” niteliğindeki birimleri tarafından incelenmeleri, muhakeme edilmeleri ve müeyyideye tâbi tutulmaları çok daha doğru olacaktır.
BU GİDİŞLE, “KAŞ YAPIYORUZ” DİYENLER “GÖZ” ÇIKARACAK!
Ortaya çıkışı çok yeni olan “sosyal medya” alanında, suç işlenmesinin önlenmesi ve insan haklarının korunması bakımından, etkili bir “meslekî denetim ve müeyyide” mekanizmasının, kurulması için, belki henüz biraz erken sayılabilir. Ancak bu durum, asla basın özgürlüğünü zedeleyici (belki “yasal” denecek, ama asla “hukukî” olmayacak şekilde) yasal uygulamaların ve müeyyidelerin getirilmesine gerekçe olarak görülmemelidir.
İçinde bulunduğumuz şu günlerde, iş işten geçmeden, toplumun bu konuda sesini yükseltmesi ile, iktidardaki siyasetçilerin, girdikleri bu yanlış yoldan dönmeleri sağlanmalıdır. Çünkü, Allah muhafaza, iktidara (“sansür” denebilecek türden), “basın üzerinde baskı kurma” yetkisi ve imkanının, TBMM tarafından “yasayla” verilmesi ile, hesabı ve telafisi imkansız toplumsal ve siyasi olumsuzluklara yol açılacaktır ki, daha sonra bu yoldan dönülmesi de, son derece zor (ve belki de imkansız) olacaktır.
Maalesef, ülkemizde, devlet adına yapıldığı söylenen pek çok işte, örneğin maden yasasının değiştirilmesi, tohum yasasının çıkarılması vb. gibi, pek çok konuda, güya kaş yaparken, sayısız gözler çıkarılmıştır ve halen de çıkarılmaktadır.
Ne yazıktır ki, halen Meclis gündeminde bulunan ve kamuoyunda “sansür yasası” olarak nitelendirilen “Basın Kanunu ile diğer bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi”ne karşı, muhalefet partilerinden çıkan birkaç cılız sesten başka, kamuoyuna yönelik, etkili bir bilgilendirme ve tepki görünmüyor! Bu anlamda, sadece basın kuruluşlarının bir kısmı ve muhalefetin değil, gerek ülke genelinde ve gerekse yerel düzeyde faaliyet göstermekte olan, başta medya kuruluşları olmak üzere, oda, sendika vb gibi tüm meslek kuruluşları ile dernek, vakıf, kulüp vb. gibi, hükümet dışı tüm örgütlerin, topyekun olarak ayağa kalkmaları gerekiyor. Bu kurumsal yapılar dışında, bireysel planda, tüm aydınlar, sanatçılar ve sporcular da, seslerini şimdi yükseltmelidirler; çünkü, yarın çok geç olacaktır.
Balıkesir yerel basını ile ulusal basın kuruluşlarının buradaki temsilcilerinin, bu konuda herhangi bir yayınlarının ya da faaliyetlerinin olduğuna dair, bu güne kadar, maalesef hiçbir bilgim yok!
Boyunduruk takılırken itiraz etmeyenlerin ömürleri, öküz gibi, günde iki avuç yem karşılığında, çifte koşulmakla geçer! O nedenle, iktidar tarafından, boynumuza boyunduruk takılmadan önce, basın özgürlüğü konusunda toplumsal itirazımızı ortaya koymamız gerekiyor! Çünkü, basın özgürlüğü olmadan ne toplumsal, ne de bireysel özgürlükten söz edilebilir!