Bizde, “siyaset”ten anlaşılan, sadece “particilik yaparak, kamu kaynaklarından nemalanmak”tır! Yereldeki kâhyaların da, siyaset esnafının da ve onların asıl patronları olan, Ankara’daki Siyaset Baronlarının da, esasen halkı aldatarak, “şahsi çıkar”dan başka hiçbir dertleri, maksatları ve gayeleri yoktur! Tabii, bunu için milli, manevi ve evrensel insani değerler üzerinden, hayal ötesi parlak nutuklar atma konusunda bilgi, birikim, beceri ve deneyim sahibi olmaları lazım.
KANDIRILAN İNSANLARI, KANDIRILDIKLARINA İNANDIRMAK İMKANSIZDIR!
Siyasetçiler, bu özelliklerle, halkı, başta “din” olmak üzere, milli ve evrensel değerleri kullanarak kandırabildikleri sürece başarılı olurlar ve aslına bu, onlar için hiç de zor bir iş değildir. Ve çok ilginçtir ki, kandırılan insanları, “kandırıldıklarına inandırmak” neredeyse imkansızdır! Dolayısı ile, halkı kandırma konusunda becerikli olan her siyasetçinin, en güvendiği husus da halkın bu durumudur. İnsanlar (ve özellikle de kalabalıklar), sürekli olarak açıkça kandırıldıkları ve kendilerine yalan söylendiği halde, peşine katıldıkları siyasetçilerin, kendilerini kandırmakta olduklarına asla inanmazlar, onların açık yalanlarını daima gözardı eder, hatta işitmek dahi istemezler! Bu, sanırım, psikiyatrların üzerinde kafa yormaları gereken önemli bir konu olmalı!
Elbette, siyaset sahnesinde, gerçekten vatanın ve milletin çıkarlarını amaç edinen insanlar da yok değildir. Ancak, onlar, mensubu bulundukları siyasi partilerde “vitrin malzemesi”, daha doğrusu, oltanın ucuna takılan “yem” olmaktan öte, hiçbir etkinliğe sahip olamazlar.
GERÇEKTEN, HALKIN VE ÜLKENİN ÇIKARLARINI DERT EDİNEN BİRİNİ TANIYOR MUSUNUZ?
Geçmişte, bilim adamı, filozof, devlet adamı, edebiyatçı, sanatçı vb gibi, ünlü pek çok kişinin, siyasetle ilgili veciz tanımlamaları ve ifadeleri vardır. Bunlar, tümüyle, “siyasetçileri eleştiren” ifadelerdir. Türkiye’deki duruma uygunluğu bakımından, ben buraya sadece bir tanesini alacağım: Ülkesinde köleliği kaldıran ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln (1809-1865), “Politikacılar, halkın çıkarlarından farklı çıkarlara sahip olan insanlardır.” demiştir. İşte, Lincoln’ün o “farklı” dediği çıkarlar, onların sadece kendi şahsi çıkarlarıdır. Eğer, bizzat çok yakından tanıdığınız ve bu tanımlamaya uymadığını bildiğiniz herhangi bir siyasetçi varsa ve partisinde kayda değer bir etkinliğe de sahipse, lütfen söyleyin, biz de kendisini tanıyalım…
Kalabalıklar karşısında, vatana ve millete faydalı işlerin yapılması hususunda konuşmak kadar kolay ve halktan takdir toplayan, çok az iş vardır. Halk, toplumsal yaşam standartlarını yükselten, ülkeyi ve devleti güçlendiren somut işleri, beğeni ile karşılasa da, siyaset cambazları, gerçekleştirdikleri kayda değer projelerle, ülkeye geçekten hizmet etmiş olan devlet adamlarını (“devlet adamları”nı, siyasetçilerle aynı kategoride görmek doğru değil) itibarsızlaştırma konusunda, şeytanın aklına gelmeyecek davranışlar sergilerler.
Örneğin, 1912 yılında, Trablusgarp savaşından sonra, Uşi Antlaşması ile İtalyanlara verilen (ve birkaç yıl sonra da, İtalyanlar tarafından Yunanlılara devredilen) Ege’deki “12 Adalar” denen ve aslında irili-ufaklı 18 adadan meydana gelen adlar grubunun, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile Yunanlılara verildiğini ileri sürerler (maalesef, tüm tarihçiler buna itiraz ettikleri halde) ve onlara adeta biat etmiş olan kalabalıklar, bu yalana, ayetlere inandıklarından çok daha kuvvetle inanırlar. Buna benzer, yerel düzeyde geçmişte olan-biten hadiselerle ilgili olarak, “karalama” amaçlı, akıl almaz çarpıtmalar yaparak halkı kandırmak, siyasetçilerin en çok kullandıkları bir yöntemdir.
Özellikle, bizim gibi geri kalmış ülkelerde, günümüzdeki iletişim imkanlarından elde edilen güçle, yoğun bir şekilde tekrarlanan ve yaygınlaştırılan siyasetçi yalanlarından halkı kurtarmak, neredeyse imkansız gibidir.
BALIKESİR’DEN İLGİNÇ BİR ÖRNEK
Burada, Balıkesir’den çok ilginç bir örnek vereceğim:
2007-2008 yıllarında, Balıkesir Belediye Başkanı Sabri Uğur, şehrin genelinde yürütmekte olduğu “yolların yenilenmesi” çalışmaları kapsamında, Milli Kuvvetler caddesini de yenilemeyi planlar. Bunu haber alan bizim anlı-şanlı Milli Kuvvetler esnafımız, “Belediye tarafından bu işe girişilmesini engellemek için” çevirmedik dolap, yapmadıkları girişim bırakmazlar. Ve bu iş, 2009 seçimleri öncesine adar geciktirilmiş olur.
Ancak, bakarlar ki, Başkan bu işte kararlı; bu sefer (seçimi de fırsat bilerek), kendisi ile zorlu bir pazarlığa girişirler. Sonunda, “15 gün içinde işleri tamamlamak” şartı ile Belediye tarafından caddenin yenilenmesine razı olurlar. Belediye, Şubat ayı içinde caddeyi ulaşıma kapatır, çalışma başlar ve 15’inci günün akşamı işler bitirilerek, cadde ulaşıma açılır! 517 metre uzunluğu bulunan caddenin zemini bir metre derinliğe kadar kazılıp tamamen kaldırılır (tüm altyapısı yenilendikten sonra), yerine, asfalt tesisindeki taş ocağından getirilen sarı renkli taş tozu ile doldurularak sıkıştırılır ve üzeri asfalt ve parke ile kaplanır. Ayrıca, işlevlerini yitirmiş olan akasya ağaçları da kesilerek, yerlerine manolyalar dikilir.
2009’da Belediye Başkanlığına seçilen İsmail Ok zamanında (artık nereden icap ettiyse), Milli Kuvvetler caddesinin zemin kaplamaları, yaklaşık 2 ay süren bir çalışma ile yenilenmişti! Şimdi de, orada bir çalışma var ve cadde yaklaşık 3 aydır ulaşıma kapalı. Arada, çalışmaların tamamlanacağı güne dair bazı tarihler veriliyor, ancak o gün geldiğinde hiç kimse, “Ya hu, ne oldu, bugün bu çalışma neden bitmedi?” diye Belediyeye sormuyor!
En son, geçen 6 Eylül tarihine kadar, çalışmaların tamamlanarak, caddenin ulaşıma açılacağı bildirilmişti… Gidin, caddenin bugünkü haline bir bakın bakalım; o çalışma, sizce kaç haftada (ya da ayda) biter, görün! Çok merak ediyorum, Sabri Uğur’un anasından emdiği sütü kırk defa burnundan getiren o Milli Kuvvetler esnafı, acaba, vaktiyle caddeyi 2 ay kapatan İsmail Ok’a itiraz etmişler miydi ve şimdi de, yaz başından bu yana, caddeyi ulaşıma kapatmış olan Yücel Yılmaz’a, itiraz ediyorlar mı?
Rahmetli Sabri Uğur, siyaset sahnesinde, gerçekten halka hizmeti gaye edinmiş olan, “son derece istisnai” bir şahsiyetti. Yaptığı işlerle bu özelliğinin ortaya çıkmasından sonra, Balıkesir halkı, biat ettikleri yerel siyaset Kâhyalarının peşine takıldı ve kerameti kendinden menkul (ve sürekli parti değiştirmekte) olan İsmail Ok’a oy vererek, hizmetleri bugün hâlâ takdirle ve hatta hayranlıkla hatırlanmakta olan bir adamı, siyaset sahnesinden sildi attı!
Buradaki asıl sorun şuydu: Sabri Uğur, hasbel kader siyaset sahnesinde boy göstermiş değerli bir devlet ve hizmet adamıydı. Yani, “özlenen ve olması gereken” bir siyasi şahsiyetti. Dolayısı ile Sabri Uğur ile diğerleri aynı terazide tartılamazdı! Kısacası o, ülkemiz siyaset ortamına uygun biri değildi ve tabii, bir çiçeğin açmış olması ile bahar gelmiyordu!
PEKİ, 2009 YEREL SEÇİMLERİNDE, ASIL KAYBEDEN KİMDİ?
Varlıklı bir aileden gelen Sabri Uğur, maddi bakımdan tuzu kuru bir adamdı. Seçimi kaybettiğinde, onun hiçbir şeyi eksilmemişti; ama, Balıkesir halkı, belediye hizmetleri anlamında, tüm şansını kaybetmişti. Sabri Uğur dönemi ile bugünkü Belediyeyi kıyaslayarak (hem de, akıl almaz büyüklükteki bütçe imkanlarına rağmen), 2004-2009 döneminde, üstelik tek kuruş borç alınmadan yapılan işler ile bugün yapılan işler arasındaki farkı ve belediyelerin saplanmış oldukları borç batağını bir değerlendirin bakalım!
Sadece bu örnek bile, gerçekten halka hizmet için siyasete atılabilecek imkanları ve niyetleri olan insanları bu düşünceden vaz geçirmeye yeter de artar! Ve bu durum, Ankara’daki Siyaset Baronları ile onların yerel Kâhyalarını ve onların çevresinde konuşlanmış olan siyaset esnafını, “sadece kendi şahsi çıkarlarını düşünme” noktasında haklı çıkarır.
Bizim, halk olarak, kendilerini yakından tanıdığımız, gerçekten ülkemize ve devletimize hizmet etme niyet ve arzusunda olan nitelikli insanları, kendi şahsi çıkarlarından başka hiçbir dertleri bulunmayan Baronlara ve Kâhyalara karşı desteklememiz ve koruyabilmemiz lazım! Millet olarak bunu yapamadığımızda, başta devletimiz ve ülkemiz olmak üzere, tüm varlıklarımız ve kaynaklarımız, mevcut Baronların yereldeki Kâhyaların ve onların elleri-ayakları konumunda olan “siyaset esnafı”nın elinde yağmalanır gider.