Öncelikle, yazılarımıza yaklaşık üç hafta ara verdiğimiz için özürlerimi ifade etmeliyim. Aktüel konularda yazmakta olan yazarların, yazılarının yayın periyotlarına riayet etmeleri, her şeyden önce okurlarına (ve sonra da kendilerine) olan saygı anlamında, son derece önemlidir. Ancak, insan hayatında “mücbir sebepler” denen ve insanları hiç de mutlu etmeyen şartlar, maalesef, bazen rutin işleri ve sorumlulukları aksatabiliyor...
Hatırlayacağınız üzere, 23 Mayıs tarihinde yayınlanmış olan, bundan önceki son yazımızda, il olarak, “Balıkesir’in gerçek işler yapma performansı”nı ele almıştık. O yazımızın yayınlandığı günlerden itibaren, bu içeriğe uygun 4/4’lük bir örnek olayı yakinen yaşadık. Şimdi burada, bahsettiğimiz olayla ilgili kuruluşun ve yöneticilerinin adlarını yazmaya kalksak, bir dünya gereksiz ve faydasız polemikle uğraşmak zorunda kalacağız; o nedenle, kurum ve kişi adını yazıda kullanmayı gerekli görmüyoruz. Geçen haftalarda meydana gelen ve A’dan Z’ye tüm detaylarını bildiğim (ve ancak özel dostlarımıza “of the record” kaydı ile anlatabileceğim) bir olay, ülkemizin önde gelen iş adamlarının, neden “Balıkesir’de iş olmaz” kanaatinde olduklarını, mükemmelen anlatıyor!
İlimizdeki fabrikalardan birine bir müşteri geliyor (üstelik, üretim kapasitesi de müsait), üretim kapasitesini göz önüne alıp, düzenli olarak almak üzere, “önce ödeme, sonra malın çekilmesi” şartı ile, çok büyük bir miktar ürün talebinde bulunuyor; ve bu kuruluşun yöneticileri bu müşteriye, talep edilenin sadece “200’de biri (yazı ile ikiyüzde biri)” kadar mal vermeyi teklif ediyorlarsa, acaba bundan ne anlamamız gerekiyor?
ŞEKERCİOĞLU, ÜRÜNLERİNİ ÖLDÜM FİYATA SATIYOR!
Yıllar önce, üretmekte olduğu muhteşem kalitedeki ürünleri her yerde kolaylıkla müşteri bulabilecek Dursunbey’li Şekercioğlu’nun, önce Türkiye, sonra da Dünya markası olması için Balıkesir Belediyesi adına, bizzat benim tarafımdan yapılmış olan teklifle ilgilenmemesine hayret etmiştim! Mevcut üretimini ve satışını (yani halihazırdaki işleyişini) değiştirmeden ve tek kuruş harcamasına gerek kalmadan, ürünleri ile ilgili olarak tamamen belediye tarafından hazırlanan bir AB hibe projesi ile yürütülecek olan “marka ve kurumsal kimlik” çalışmalarına, neden sıcak bakmadıklarını hala anlayabilmiş değilim. 2006-2007 yıllarında, İstanbul’da kendine göre bir piyasası bulunan Malatya Pazarı denen firmaya, “dökme” olarak, “öldüm fiyata” mal vermekte olan Şekercioğlu, ürünleri dünya piyasalarında, bugün üzerlerine koymakta olduğu perakende satış fiyatlarının en az 25-30 katına rahatlıkla satılabilecekken, burada üç kuruşa satmayı, ticaret(!) zannetmeye devam ediyor!
NEREDE YANTURALI?
Benim gibi, Balıkesir’in her bakımdan gelişmesine önem veren ve bu konuda üzerine düşeni yapmaya hazır pek çok kişi var. Ancak, bu insanlar, kendileri herhangi bir üretim yapabilecek imkanlara sahip değiller. İçlerinden bazıları, mevcut firmaların kadrolarına katılarak, işleri farklı boyutlara taşımayı düşünseler de, en son Yanturalı sucukları olayında gördüğümüz üzere, sonuç olumsuz oluyor. Ailenin en önemli iki üretici ismi, “birlikte, babalarının yarattığı markayı daha ileriye bir yerlere taşıma” hedefine doğru yürümeleri, hatta koşmaları gerekirken, incir çekirdeğini doldurmayacak gerekçelerle birbirleri ile rekabet (aslında “kavga” demek lazım) ettiklerinden, hem o güzelim sucuk markasını yok ettiler; hem de, kaliteleri ve toplam satışları, o eski “Yanturalı sucukları”nın çok gerisine düşmüş bulunuyor. İlimiz, çok önemli köklü bir markasını yitirirken, bu durumdan kimin ne kazandığın, hiç anlayabilmiş değilim!
Tabii, böyle can sıkıcı durumlar ortaya çıktığında, ildeki duayen(!) işadamları ile Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf ve Sanatkarlar Birliği gibi sözüm ona meslek kuruluşları ne tutum takınırlar, onu da bilemiyorum!
BAŞKALARI YAPIYOR, AMA BİZ YAPAMIYORZ! NEDEN?
Kahramanmaraş’ın ünlü Yaşar Pastanesi’nden, yaklaşık 25 yıl önce “MADO” gibi bir dünya markasının çıkış hikayesini, neden hiç kimse merak etmez bu memlekette, Allah aşkına? Şu anda, sadece Kahramanmaraş’ta, sırf MADO için çalışan kaç bin kişi olduğunu bilen yok; ayrıca, ülke genelinde ve dünyadaki şubelerinde çalışanları da bir düşünün! Ürünlerini severiz ya da sevmeyiz, o ayrı bir konu; ama, yerel imkanlarla ilde ve ülkede yeni istihdam imkanlarının nasıl yaratılacağının son derece güzel bir örneğidir MADO.
Gerek insan sermayesi ve gerekse topraklarındaki zenginlikler ile, coğrafi konumu bakımından Balıkesir’le kıyaslanması bile mümkün olmayan Kahramanmaraş gibi bir yerden, harikulade markalar (Balıkesir’de pek bilinmediklerini düşündüğümden burada mevzu etmediğim, başta tekstil olmak üzere başka markaları da var) çıkarak, hatırı sayılır yeni istihdam imkanları yaratabiliyorken, bizdeki bu ataleti anlayabilmek mümkün olmuyor! Daha yeni yaşadık işte, üretim kapasitesi müsait olduğu halde, müşterinin peşin ödemeli olarak talep ettiği malın, neden sadece 200’de birini vermeyi teklif eder ki insan?
Yaklaşık 30 yıl kadar İstanbul’da yaşadım. Orada, hemen Türkiye’nin her yerinden çıkmış, hatırı sayılır marka değerleri olan pek çok firmanın sahipleri ile tanıştım; bazıları ile yakın dostluk ilişkilerimiz de oldu. Onlar arasında, rahmetli Sabri Ülker’in damadı ve uzun yıllar Ülker Grubu’nun CEO’su olarak, Türk ekonomisine etki edebilecek düzeyde pek çok projeye imza atan, Orhan Özokur’dan başka, Balıkesirli olarak bildiğimiz kimse yok maalesef.
İNEGÖL MUCİZESİNİ NEDEN KİMSE MERAK ETMEZ?
Balıkesir’in üçte biri kadar bir nüfusa ve yüzölçümüne ancak sahip olan Bursa’nın İnegöl ilçesinin, şu son 20 yıl içinde mobilya üretimi, ticareti ve ihracatı konusunda gösterdiği olağanüstü performansı da kimse merak etmez bizde! Bu alanda, Baykan ve Kurtdereli mobilya markalarımız il genelinde göz doldurmakla birlikte, bunların (vazgeçtim uluslararası düzeyden, ulusal düzeyde olsun), kayda değer herhangi bir hedeflerinin olduğuna dair bilgimiz yok. Bilebildiğimiz, bu firmalarımızın yurt dışına bir miktar ihracatları olsa da, Balıkesir’in mobilya ihtiyacına göre, yerel pazar payı bakımından, son derece küçük bir orana sahip olduklarından ibaret.
Bizim, bir an önce, ülkemizin önde gelen iş adamları arasındaki “Balıkesir’de iş olmaz” kanaatini yıkmamız gerekiyor. Tabii, öncelikle, bu kanaatin doğmasına ve devam etmesine yol açan sebepleri ortaya çıkarmamız ve bunları yok etmemiz lazım. Yoksa, öyle, ayağımıza gelen ve peşin mal almak isteyen müşterilere, talepleri ile kıyaslanamayacak seviyelerde satış önerileri yaparak olmuyor bu işler...