Suriye’de 13 yıl önce (15.03.2011’de) başlayan iç savaştan sonra, bu ülkeden Türkiye’ye, tarihte hiç görülmemiş büyüklükte dalgalar halinde gelmeye başlayan insanların, bugün ulaştıkları sayı 15 milyona (Türkiye nüfusunun yaklaşık %20’sine) yaklaşıyor. Resmi makamlar (tıpkı TÜİK’in enflasyon meselesinde yaptığı gibi), Türkiye’ye gelen Suriyeli Arap nüfusunun 3 milyon civarında olduğunu iddia ediyor olsalar da, artık herkes gayet iyi biliyor ki, bu sayı 13 milyondan aşağı değil!..
Suriyelilerden sonra, 2022’den itibaren Türkiye, İran sınırından bir de, 20-40 yaş aralığında, yanlarında kadınları ve çocukları bulunmayan Afganlı “genç erkekler”in istilasına maruz kaldı. Çoğunun ellerinde bir çantaları bile olmayan, güçlü-kuvvetli atletik yapılı 3 milyon Afganlı erkeğin, Türkiye-İran sınırını, hiçbir engele takılmaksızın, koşar adım geçerek, batıdaki şehirlere dağıtıldıklarını izledik aylarca. İktidar, Afganlılar konusunda tek kelime açıklama yapmadı, halk da “Bunların çoluk çocukları yok mu, varsa neredeler; bunların Türkiye’de ne işleri var?”diye sormadı! İran’ın Afganistan sınırından Türkiye sınırına kadar olan, yaklaşık 4 bin kilometre yolu nasıl geçtikleri bir türlü anlaşılamayan Afganlı genç erkeklerin Türkiye’ye getirilmelerinin sebebini kimse bilmiyor, halkın büyük çoğunluğu ise, merak bile etmiyor!
HERKES DURUMU KABULLENMİŞ GİBİ!
Son 20 yıldır insanlarımız, akıl almayacak derecede ve giderek artan bir şekilde “siyasi yobazlık” hastalığına tutulmuş gibidir. Her meselede olduğu gibi, Suriyeli Araplara ve Afganlılara ülkemizin açıkça istila ettirilmesi karşısında da, etkili hiçbir tepki göstermeyen insanlar, mensubu bulundukları ya da taraftarı oldukları siyasi partilerin söylemlerini, hiçbir aklî ve zihnî sorgulama gereği duymadan savunmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar.
Bu konuda, Suriyeli istilasının başladığı 2011 yılından bu yana kamuoyuna yansıyan bölük-pörçük bilgilerden anladığımız kadarıyla; Suriye’deki iç savaş, ABD’nin başını çektiği batılı emperyalist mahfiller tarafından çıkarıldı ve bir şekilde Türkiye de, o bataklığın içine çekildi. Sonra ise, savaş bahane edilerek, 13 milyon insan yaşadıkları yerlerden alındı ve adeta Türkiye’nin üzerine boca edildi. Yine anlaşıldığı kadarı ile, batılılar, gerek bu insanların ihtiyaçları için ve gerekse bu istilaya karşı çıkmaları muhtemel olan “etkili kesimler”i susturmak için kullanılmak üzere, iktidara, miktarını kimsenin bilmediği bazı paralar veriyor. İktidar ise, ne alınan bu paralarla ve ne de bu paraların nasıl kullanıldığına dair, halka hiçbir bilgi vermiyor, kimse de bu konuda onlara bir şey sormuyor!
Halkımızın, 2020 yılı Mart ayında (ilginç bir şekilde) başlatılan Covid-19 salgını (pandemi) ve salgın tedbirleriyle meşgul edildiği yıllarda, Suriyelilerin Türkiye’ye getirilmeleri operasyonları büyük ölçüde tamamlandı. Covid-19 salgını hafifledikten sonra ise, İran sınırından Afganlı akınları başladı! Çekilen onca videolara ve hatta canlı yayınlara rağmen, iktidar cenahı, bu konuda ya sessiz kaldı, ya da iddiaları şiddetle reddetti! Örneğin, 2022 yılı Kurban Bayramı sabahı, bayram namazının kılındığı saatlerde, Balıkesir’de de (Atatürk Stadyumu karşısındaki 75. Yıl Parkı’nda), 50-60 kişilik genç Afganlı erkekler grubu görüldü. Bu grup, yarım saat-kırk dakika gibi kısa bir süre içinde, adeta buharlaştı, yok oldu gitti. Balıkesir’deki resmi makamlar, tıpkı Ankara’dakiler gibi, bu konuda tek kelime olsun açıklama yapma, yani halka bilgi verme gereği duymadılar! Balıkesir’de ne kadar Suriyeli, ne kadar Afganlı genç erkek ve ne kadar Ortadoğulu (ve Afrikalı) insanın yaşadığını ve bunların neyle geçindiklerini de kimse bilmiyor!
ARAP VE AFGANLILAR “MUHACİR”, TÜRK HALKI DA “ENSAR” ÖYLE Mİ?
Suriyelileri (ve Afganlıları da), 13-22 Mayıs 622 tarihleri arasında, Mekke’den Medine’ye hicret (göç) eden Hz.Peygamber (s.a.v.) ve beraberindekiler gibi “muhacir (göçmen)” olarak gören ve halka da bu şekilde göstermeye devam eden Erdoğan, Türk halkının bu insanlara, “ensar (Medine’li Müslümanlar)” gibi sahip çıkması gerektiğini empoze etmeye çalışıyor.
Başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere, ülkemizdeki sözde muhalefet partileri ise, “dostlar alışverişte görsün” kabilinden, bunların ülkelerine geri gönderilmeleri gerektiği yönünde, etkisiz birkaç açıklamayla, açıkça kulaklarının üzerine yatıyorlar. Kısacası, bu konunun ülkemize yönelik nasıl bir tehdit oluşturacağını ciddi bir şekilde değerlendirmiyorlar.
Muhalefet partileri, geçen yıl yapılan (14.05.2023) Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri öncesinde, güya bazı sert açıklamalar yapmış olsalar da, bu meseleyle, kayda değer bir düzeyde ilgilenmiyorlar ve sadece, halka karşı “sanki ilgileniyorlarmış” gibi davranmakla yetiniyorlar. Bu yıl 31 Mart’ta yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimlerinden sonra ise, Suriyeli ve Afgan istilacıların, daha önce (zayıf söylemler şeklinde de olsa) “mutlaka geri gönderilmeleri gerektiği” şeklindeki söylemlerini iyice yumuşatarak, onları “sığınmacı” olarak nitelemeye ve “Türkiye’de temelli kalmaları yönünde”, iktidarla tamamen aynı yönde açıklamalar yapmaya başladılar.
BU İSTİLACI NÜFUS TRANSFERİNİ YAPANLARIN GERÇEK NİYETLERİNİ BİLİYOR MUYUZ?
Peki, bu insanlar Türkiye’de temelli kalsalar ne olur?
Bu soruya cevap aramadan önce, bu insanları Türkiye’ye getirenlerin bu işten asıl maksatlarının ne olduğunu bilmemiz ve bundan emin olmamız lazım. Çünkü, bu insanların kendi ülkelerinden koparılarak Türkiye’ye transfer edilmeleri, Türk yönetiminin işi değildir. Bu nedenle, her şeyden önce, şu iki sorunun cevaplarını vermemiz gerekiyor:
Bu insanlar;
- Yaşadıkları yerlerden neden çıkartıldılar?
- Neden Türkiye’ye getirildiler?
Yani, bu insanların Türkiye’ye transfer edilmelerinin arkasında, gerçekte kimler var ve bunların bu konuyla ilgili asıl niyetleri nedir?
Halk olarak biz, maalesef bu soruların cevaplarını bilmiyoruz ve bilme imkanımız da yok! İnşallah ülkemizi yönetenler bu soruların cevaplarını biliyorlardır! Ama, eğer biliyorlarsa, halka neden açıklamıyorlar? Hiçbir ülkede iktidarlar, kendi halklarından gizli bir şekilde, yabancılarla anlaşmalar yapmazlar, yapamazlar! AK Parti iktidarı, Türk halkından habersiz ve gizli bir şekilde (her kiminle olursa olsun), yabancılarla, ülkemizi yükümlülük altına sokacak antlaşmalar yapıyorsa, vay halimize! Eğer böyle bir şey varsa, iktidardakilere, yabancılarla kendi halklarından gizli anlaşmalar yapan ülke yöneticilerinin akıbetleri konusunda tarihe bakmalarını önermek isteriz.
SURİYELİ ARAPLAR VE AFGANLILAR, TÜRK HALKI İLE ENTEGRE EDİLEBİLİR Mİ?
Gayet açıktır ki, ne din anlayışları ne de kültürleri bakımından, Türkiye ahalisiyle asla benzeşmeyen, bizimle hiçbir ortak yönleri bulunmayan Suriyeli Arapların ve Afganlıların, böylesine büyük kitleler halinde ülkemize getirilmeleri, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik, “operasyonel” bir maksada matuftur. Böyle olmasa bile, bunların, Türk insanı ile entegre olabilmeleri imkansızdır. Tarihe bakıldığında, 400 yıl Osmanlı Devleti’nin yönetiminde kalan Arap ülkelerinde, tek bir kişinin bile asimile olmadığı ve Türkleşmediği gibi, kültürel özelliklerinde de, en küçük bir yakınlaşma olmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin aslî unsuru olan Türk halkı ile entegrasyon sorunları, bu istilacı nüfusu kısa bir zaman içinde kriminalize edecek ve yaşanacak grup çatışmaları, giderek yaygın toplumsal çatışmalara dönüşecektir. Ülke nüfusunun, neredeyse 5’te 1’ine ulaşan böylesine büyük bir kitlenin, kriminal etkilenmelerden korunabilmesi mümkün olmayacaktır. Nihayet ileride, ülkemizde şiddetli toplumsal çatışmalar kaçınılmaz hale gelecektir ki, böyle bir durum, düşmanlarımız tarafından, Türkiye aleyhine bir fırsat olarak görülecek ve tahrik edilecektir. Dışarıdan desteklenen çatışmaların, zamanla münferit olmaktan çıkarak kitlesel iç savaşa dönüşmesi, hiç de yabana atılacak bir ihtimal değildir.
Bu hususları düşünebilmek için, allame ya da falcı olmaya gerek yok; çünkü, Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir. Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Eyüpsultan’daki bir özel okul müdürünün, disiplinsizlik sebebiyle okuldan atılan bir öğrenci tarafından tabancayla vurulması, bizi yeteri kadar düşündürmelidir. Bu tür olaylar çoğalmaya başladığında, ortaya çıkacak sorunlarla baş edilmesi, giderek zorlaşacak ve nihayet, zamanla imkansız hale gelecektir.
İktidar tarafından teşvik edilmekte olan bu Arap ve Afganlı nüfus transferinin, hiçbir hayırlı yanı yoktur. Ne yazık ki, ülkemizdeki sözde muhalefet partilerinin de, bu konuda itirâzi anlamda kayda değer hiçbir çalışmaları olmadığı gibi, zamanla iktidarın dümen suyuna girmeleri anlaşılacak bir durum değildir. Ümit Özdağ liderliğindeki Zafer Partisi’nin, bu istilacı nüfusun, ülkelerine geri gönderilmelerine matuf çalışmaları, kullanılan yöntemlerin yanlış olması sebebiyle, ters etki yapıyor ve daha çok, iktidarın bu konudaki politikasına pozitif bir katkı sağlıyor.
Başta üniversitelerimiz olmak üzere, aydınlarımızın, 13 yıldır ülkemizin karşı karşıya bulunduğu “iktidar destekli sivil istila operasyonu” karşısında böylesine duyarsız ve ilgisiz olmaları da anlaşılır bir durum değildir.