deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

İKTİDAR, KENDİ İMTİYAZLI KESİMLERİNİ YARATIYOR!

“Tek adam rejimleri”nde, sadece yargı sistemleri değil, parlamentolar ve muhalefet partileri de göstermeliktir. Yargıdan ve parlamentodan (çoğu zaman kendisinde keramet vehmedilen) “tepedeki adamın istemediği ve/veya onaylamayacağı” hiçbir karar çıkmadığı gibi, halkın muhalefet zannettiği partilerde de, “ona siyaseten zarar verebilecek” hiçbir çaba görülmez! Tarih, bununla ilgili sayısız örneklerle doludur. Yakın zamanlarda bilinen örnekler ise, 1989’da halk isyanı ile devrilerek, cesedi bir otomobilin arkasına bağlanarak Bükreş sokaklarında süründürülen Romanya diktatörü Nikolay Çavuşesku (Nicolae Ceaușescu)’dan bu yana, ülkemiz gündeminde de geniş bir şekilde yer alan, Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi, Mısır’da Muhammed Mursî ve nihayet Suriye’de Beşar Esed… Tarihteki tüm olumsuz örneklere rağmen, ülkelerinde tek başlarına iktidarı ele geçiren siyasiler (ve askerler de), ilginç bir şekilde aynı yolu izliyorlar. AK Parti iktidarından bu yana ve özellikle de, parlamenter sistemden vazgeçilerek, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin getirildiği, 2017 Anayasa Referandumu’ndan sonra, Türkiye’nin de, aynı yolda hızla ilerlemekte olduğuna tanık oluyoruz. Muhalif fikirlerini açıklayan herkes, kimliği, meslekî, sosyal ve siyasi statüleri ne olursa olsun, iktidar ve yandaşları tarafından “terörist” ve/veya “terör örgütü yandaşı” olmakla suçlanıyor. Pek çoğu haklarında akla ziyan sebeplerle hukukî işlemler yapılıyor, aşırı derecede şiddet sahneleri oluşturularak gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve cezalandırılıyor.   “KENDİLERİNDEN OLANLAR İLE OLMAYANLAR” KAVGA HALİNDE Seçim dönemleri itibarı ile yapılan değerlendirmelere göre, Erdoğan’ın iktidara geldiği günden bu yana, haklarında polisiye ve hukukî işlem yapılan gazetecilerin sayısı, daha önceki 80 yılın iki katını aşıyor… Bir de, internet siteleri ile sosyal medya mecralarında yapılan yayınlar ve paylaşımlar sebebiyle gözaltına alınan, yargılanan ve cezalandırılan o kadar çok insan var ki, onların sayıları belli bile değil. Bizzat Erdoğan tarafından (hem de kameralar karşısında) defalarca, “Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığı ve saygı da duymadığı” şeklinde açıklamalar yapılmıştır. 2017 yılından bu yana, ülkeyi, adeta eskinin “padişah fermanları”nı andıran, “cumhurbaşkanlığı kararnameleri”yle yönetmekte olan Erdoğan, kendisi tarafından “hizmet” olarak tanımlanan her şeyi tek başına sahiplenirken, kendi döneminde ülkemizde yaşanan hiçbir olumsuzlukla ilgili olarak, en küçük bir sorumluluk üstlenmiyor! Toplumu, AK Parti yandaşı “olanlar” ve “olmayanlar” şeklinde, birbirleri ile didişen iki karşıt gruba bölen Erdoğan’ın, gündeme gelen her türlü olumsuzluğu karşı tarafa sıvama konusunda gösterdiği performansını ve becerisini takdir etmemek elde değil. AK Parti siyasetince yapılan tanımlamaya göre ülkemizdeki siyasi mücadele, “Müslümanlar ve şeriat yanlıları (yani AK Partililer)” ile “dinsiz ve laikler (yani, Atatürkçüler)” arasında cereyan ediyor. Buna göre, İslam dinine inandıkları halde, devlet rejimi olarak, laik ve demokratik cumhuriyeti benimseyenler ya terörist, ya da terör yandaşı… İster kabul edin ister etmeyin, memleketteki siyasi manzara-i umumiye kısaca böyle…   TÜRKİYE’DE İKTİDAR, HİÇBİR OLUMSUZLUĞUN SORUMLUSU DEĞİLDİR! Bu arada, 22 yıldır, sorgusuz sualsiz, körü körüne AK Parti’ye oy vermekte olan fanatik seçmenlerden de biraz söz etmek gerekiyor. Tıpkı Erdoğan’ın yaptığı gibi, ülkede olumlu olarak değerlendirilen her ne varsa, bunların tamamını cansiperane savunan ve sahip çıkan AK Parti seçmeni, halk tarafından olumsuz olarak görülen her şeyi ilginç bir şekilde, başta CHP olmak üzere, muhalefete yüklüyor. Buna göre örneğin, ülkede yaşanmakta olan ekonomik sıkıntıların sorumluları muhalefet partileri ile aç gözlü esnaf ve bilhassa da (Migros, CarrefourSa, A-101, Şok, BİM vb. gibi) zincir marketler. Düşünsenize, Türkiye 23 yıldır kesintisiz olarak AK Parti (daha doğrusu Erdoğan) tarafından yönetiliyor ve yaşanan olumsuzlukların hiçbirinde, bunların en küçük bir sorumluluklarının olacağı, kendi seçmenleri tarafından da kabul edilmiyor! Her bakımdan, 1933-1945 (Hitler dönemi) Almanya’sındaki toplumsal durumu hatırlatan bir manzara. Yazının başında bir kısmının adlarının zikredildiği diktatörlerin hepsinin ülkelerinde, göstermelik parlamentolar da vardı ve ülkelerini, güya parlamentolar tarafından çıkarılan kanunlara göre yönettiklerini iddia ediyorlardı. Ancak, o parlamentolardan, diktatörün istemediği ya da onaylamayacağı hiçbir karar ya da kanun çıkmazdı. Halkın tamamını, ülke olarak, çok tehlikeli dış düşmanların tehdidi altında bulunduklarına inandırmak, tek adam yönetimlerinin olmazsa olmazıdır. Halkın, durumun gerçekten böyle olup-olmadığını sorgulamasını engellemek için ise, ülkelerindeki farklı (sosyal, etnik, dini vb. gibi) kesimleri, sürekli birbirleri ile kavga halinde tutmak ve ayrıca, insanların günlük maişet ve gelecek endişeleri yaşayacakları ekonomi politikaları izlemek, tek adam rejimlerinin olmazsa olmazıdır.   GERİ KALMIŞ ÜLKELERİN EN İYİ GENÇLERİNİ, GELİŞMİŞ ÜLKELER ALIR! Bu gibi ülkelerin en iyi yetişmiş ve en zeki gençleri, istikbal endişeleri sebebiyle gelişmiş ülkelere gitmenin yollarını ararlar. Gelişmiş ülkeler, kendi vatandaşlarına ortalama çağdaş refah düzeyi sağlayamayan ve gençlerine istikballeri ile ilgili güven veremeyen ülkelerden, onların en üstün nitelikli gençlerini (hem de yetişmiş olarak hazır) alarak, kendi güçlerine güç katarken, o ülkeler, kendilerini üçüncü-beşinci sınıf beyinlere mahkûm ederek, geri kalmışlık kısırdöngüsünün içine düşerler. Bu gibi ülkelerin geri kalmışlık kısır döngüsünün içinden çıkabilmeleri, imkânsız denecek derecede zor bir iştir. Geçen 20 Ocak’ta burada yayınlanan, “Bir Ülke, Kendini Nasıl Cehalete Mahkûm Eder?” başlıklı yazımızda, bu konu geniş olarak ele alınmıştı. Aralarında, Türkiye’nin de yer aldığı, İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye 57 ülkenin (halklarının tamamı Müslüman olduğu iddia edilen) 48’i, bu duruma örnektir. Tek adam rejimlerinde, ülkeyi yönetenlerin, hiçbir zaman, “yetiştirilebilen yüksek nitelikli gençleri ülke içinde tutmak” gibi bir dertleri olmamıştır. Çünkü, bu yüksek nitelikli gençler, toplumun geneline kıyasla hayli ileri derecede sorgulama yeteneklerine sahiptirler. Bunların, ülkede kalarak, zamanla birbirleri ile entegre olmaları halinde, ortaya çıkarabilecekleri toplumsal muhalefetin önünde durmak zorlaşacaktır. O nedenle, gündelik maişet derdinden öte bir şey düşünemeyen, arada, iktidar tarafından lütfedilecek ufak-tefek ihsanlarla mutlu olan insanlardan meydana gelen toplumlar, tek adam rejimleri için son derece idealdir. İşte, bu gibi toplumlar içerisinden seçilen ve gerçekte tek adam rejiminin yılmaz savunucuları ve diktatörün kapı kullarından oluşturulan sözde parlamentoların üyelerine, topluma kıyasla biraz da cömert davranılması usuldendir. Yine, güya parlamento tarafından çıkarılan kanunlar gereğince, eski ya da yeni parlamenterlik yapmış olanlara, gündelik hayatları ve aile bireyleri ile ilgili bazı ayrıcalıkların (imtiyazların) verilmesi ise, bu usulün temelini teşkil eder.   HİÇ KİMSEYE, ZÜMREYE VEYA SINIFA ÖZEL İMTİYAZ TANINAMAZ! Anayasa’mızın 10. maddesine rağmen(*), geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde kabul edilen bir yasa ile, eski ve yeni tüm milletvekillerine trafik cezalarından muafiyet tanınması, tam da bu duruma örnek teşkil ediyor. Bu imtiyaz, sadece iktidar cephesini oluşturan partilerin eski ve yeni milletvekilleri için değil, görünüşte iktidar cephesi dışında kalan siyasi partilerin milletvekilleri için de, fevkalade memnuniyet vericidir. Bir asrı aşkın Cumhuriyet döneminde, bugüne kadar böyle bir şeye ihtiyaç duyulmamışken; bugün, hangi sebeple eski ve yeni milletvekillerine böyle bir imtiyaz getiriliyor, anlaşılacak bir durum değildir. Gayet açıktır ki, eski ve yeni milletvekillerinin, belli seviyelerde, toplumu iktidar için konsolide edebilme kabiliyetleri bulunuyor. Bu bakımdan, bu insanların yaşam standartlarının, topluma kıyasla belli bir düzeyin üzerinde tutulması önemlidir. Öyle anlaşılıyor ki, daha önce, idari uygulamalarla ve cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yandaşlarına kısmî geçici imtiyazlar tanıyan iktidar, kendi siyasi geleceği bakımından yararlı olacağını değerlendirdiği kesimlerle ilgili olarak, artık yasalara bağlı genel ve kalıcı imtiyazlar ihdas etmeye başlıyor! Ne yazık ki, ülkemiz halkı, bu tür konularla ilgili sorgulama kabiliyetinden yoksundur! Dünyanın birçok ülkesinde parlamenterlere maaş bile ödenmiyorken, Anavatan Partisi iktidarı döneminde (1986’da) çıkarılan bir yasa ile (başkaca emeklilik prim ödemesi olmasa da), sadece “2 yıl milletvekilliği yapmış olan” herkese, özel emeklilik hakkı tanınmıştır. Milletvekili emeklilerinin tüm sosyal güvenlik harcamaları da (herkes gibi SGK tarafından değil), TBMM Başkanlığı’nın bütçesinden karşılanıyor! Yeni çıkarılan bu kanuna göre, sistemsel olarak milletvekili araçlarının plaka numaralarına yazılabilecek cezalar da TBMM Başkanlığı tarafından ödenecek!   FEODAL TOPLUMLARDAKİ “AĞA DÜZENİ” GİBİ Feodal toplumlarda, marabaları ağanın istediği şekilde sevk ve idare eden kâhyalar ile onunla birlikte çalışanlar, daima, ağalar tarafından bahşedilen farklı yaşamsal imtiyazlara sahip olurlardı. Tıpkı ağanın, halk üzerindeki otoritesini oluşturan ve koruyan kâhya ve adamları örneğinde olduğu gibi, tek adam rejimlerinin ağası konumundaki “başkan”ların da, halk üzerindeki siyasî otoritelerini oluşturan ve koruyan kanunları çıkaracak milletvekillerine, akıllarına gelen (ya da kendilerinden talep edilen) özel imtiyazlar vermeleri, kendileri açısından önemli ve gereklidir. Geri kalmış ülkelere mahsus bu tür konularda, göz önüne alınan tek kriterin, tepedeki şahsın “kişisel siyasi yarar”ından başka bir şey olmadığı açıktır. Türkiye Cumhuriyeti ölçeğinde değerlendirildiğinde, bu tür olaylar, insanların gözlerinde küçük damlalar gibi görünse de, belli bir zaman içinde dolmayacak ve taşmayacak bardağın da olmadığı açıktır. Damlaların küçük olması, sonucu değiştirmez; sadece, bardağın dolacağı zamanı belirler… ___________________  (*) Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Ekleme Tarihi: 09 Şubat 2025 - Pazar

İKTİDAR, KENDİ İMTİYAZLI KESİMLERİNİ YARATIYOR!

Tek adam rejimlerinde, sadece yargı sistemleri değil, parlamentolar ve muhalefet partileri de göstermeliktir. Yargıdan ve parlamentodan (çoğu zaman kendisinde keramet vehmedilen)tepedeki adamın istemediği ve/veya onaylamayacağı” hiçbir karar çıkmadığı gibi, halkın muhalefet zannettiği partilerde de, “ona siyaseten zarar verebilecek” hiçbir çaba görülmez! Tarih, bununla ilgili sayısız örneklerle doludur. Yakın zamanlarda bilinen örnekler ise, 1989’da halk isyanı ile devrilerek, cesedi bir otomobilin arkasına bağlanarak Bükreş sokaklarında süründürülen Romanya diktatörü Nikolay Çavuşesku (Nicolae Ceaușescu)’dan bu yana, ülkemiz gündeminde de geniş bir şekilde yer alan, Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi, Mısır’da Muhammed Mursî ve nihayet Suriye’de Beşar Esed

Tarihteki tüm olumsuz örneklere rağmen, ülkelerinde tek başlarına iktidarı ele geçiren siyasiler (ve askerler de), ilginç bir şekilde aynı yolu izliyorlar. AK Parti iktidarından bu yana ve özellikle de, parlamenter sistemden vazgeçilerek, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin getirildiği, 2017 Anayasa Referandumu’ndan sonra, Türkiye’nin de, aynı yolda hızla ilerlemekte olduğuna tanık oluyoruz. Muhalif fikirlerini açıklayan herkes, kimliği, meslekî, sosyal ve siyasi statüleri ne olursa olsun, iktidar ve yandaşları tarafından “terörist” ve/veya “terör örgütü yandaşı” olmakla suçlanıyor. Pek çoğu haklarında akla ziyan sebeplerle hukukî işlemler yapılıyor, aşırı derecede şiddet sahneleri oluşturularak gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve cezalandırılıyor.

 

“KENDİLERİNDEN OLANLAR İLE OLMAYANLAR” KAVGA HALİNDE

Seçim dönemleri itibarı ile yapılan değerlendirmelere göre, Erdoğan’ın iktidara geldiği günden bu yana, haklarında polisiye ve hukukî işlem yapılan gazetecilerin sayısı, daha önceki 80 yılın iki katını aşıyor… Bir de, internet siteleri ile sosyal medya mecralarında yapılan yayınlar ve paylaşımlar sebebiyle gözaltına alınan, yargılanan ve cezalandırılan o kadar çok insan var ki, onların sayıları belli bile değil. Bizzat Erdoğan tarafından (hem de kameralar karşısında) defalarca, “Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığı ve saygı da duymadığı” şeklinde açıklamalar yapılmıştır. 2017 yılından bu yana, ülkeyi, adeta eskinin “padişah fermanları”nı andıran, “cumhurbaşkanlığı kararnameleri”yle yönetmekte olan Erdoğan, kendisi tarafından “hizmet” olarak tanımlanan her şeyi tek başına sahiplenirken, kendi döneminde ülkemizde yaşanan hiçbir olumsuzlukla ilgili olarak, en küçük bir sorumluluk üstlenmiyor!

Toplumu, AK Parti yandaşı “olanlar” ve “olmayanlar” şeklinde, birbirleri ile didişen iki karşıt gruba bölen Erdoğan’ın, gündeme gelen her türlü olumsuzluğu karşı tarafa sıvama konusunda gösterdiği performansını ve becerisini takdir etmemek elde değil. AK Parti siyasetince yapılan tanımlamaya göre ülkemizdeki siyasi mücadele, “Müslümanlar ve şeriat yanlıları (yani AK Partililer)” ile “dinsiz ve laikler (yani, Atatürkçüler)” arasında cereyan ediyor. Buna göre, İslam dinine inandıkları halde, devlet rejimi olarak, laik ve demokratik cumhuriyeti benimseyenler ya terörist, ya da terör yandaşı… İster kabul edin ister etmeyin, memleketteki siyasi manzara-i umumiye kısaca böyle…

 

TÜRKİYE’DE İKTİDAR, HİÇBİR OLUMSUZLUĞUN SORUMLUSU DEĞİLDİR!

Bu arada, 22 yıldır, sorgusuz sualsiz, körü körüne AK Parti’ye oy vermekte olan fanatik seçmenlerden de biraz söz etmek gerekiyor. Tıpkı Erdoğan’ın yaptığı gibi, ülkede olumlu olarak değerlendirilen her ne varsa, bunların tamamını cansiperane savunan ve sahip çıkan AK Parti seçmeni, halk tarafından olumsuz olarak görülen her şeyi ilginç bir şekilde, başta CHP olmak üzere, muhalefete yüklüyor. Buna göre örneğin, ülkede yaşanmakta olan ekonomik sıkıntıların sorumluları muhalefet partileri ile aç gözlü esnaf ve bilhassa da (Migros, CarrefourSa, A-101, Şok, BİM vb. gibi) zincir marketler. Düşünsenize, Türkiye 23 yıldır kesintisiz olarak AK Parti (daha doğrusu Erdoğan) tarafından yönetiliyor ve yaşanan olumsuzlukların hiçbirinde, bunların en küçük bir sorumluluklarının olacağı, kendi seçmenleri tarafından da kabul edilmiyor! Her bakımdan, 1933-1945 (Hitler dönemi) Almanya’sındaki toplumsal durumu hatırlatan bir manzara.

Yazının başında bir kısmının adlarının zikredildiği diktatörlerin hepsinin ülkelerinde, göstermelik parlamentolar da vardı ve ülkelerini, güya parlamentolar tarafından çıkarılan kanunlara göre yönettiklerini iddia ediyorlardı. Ancak, o parlamentolardan, diktatörün istemediği ya da onaylamayacağı hiçbir karar ya da kanun çıkmazdı. Halkın tamamını, ülke olarak, çok tehlikeli dış düşmanların tehdidi altında bulunduklarına inandırmak, tek adam yönetimlerinin olmazsa olmazıdır. Halkın, durumun gerçekten böyle olup-olmadığını sorgulamasını engellemek için ise, ülkelerindeki farklı (sosyal, etnik, dini vb. gibi) kesimleri, sürekli birbirleri ile kavga halinde tutmak ve ayrıca, insanların günlük maişet ve gelecek endişeleri yaşayacakları ekonomi politikaları izlemek, tek adam rejimlerinin olmazsa olmazıdır.

 

GERİ KALMIŞ ÜLKELERİN EN İYİ GENÇLERİNİ, GELİŞMİŞ ÜLKELER ALIR!

Bu gibi ülkelerin en iyi yetişmiş ve en zeki gençleri, istikbal endişeleri sebebiyle gelişmiş ülkelere gitmenin yollarını ararlar. Gelişmiş ülkeler, kendi vatandaşlarına ortalama çağdaş refah düzeyi sağlayamayan ve gençlerine istikballeri ile ilgili güven veremeyen ülkelerden, onların en üstün nitelikli gençlerini (hem de yetişmiş olarak hazır) alarak, kendi güçlerine güç katarken, o ülkeler, kendilerini üçüncü-beşinci sınıf beyinlere mahkûm ederek, geri kalmışlık kısırdöngüsünün içine düşerler. Bu gibi ülkelerin geri kalmışlık kısır döngüsünün içinden çıkabilmeleri, imkânsız denecek derecede zor bir iştir. Geçen 20 Ocak’ta burada yayınlanan, “Bir Ülke, Kendini Nasıl Cehalete Mahkûm Eder?” başlıklı yazımızda, bu konu geniş olarak ele alınmıştı. Aralarında, Türkiye’nin de yer aldığı, İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye 57 ülkenin (halklarının tamamı Müslüman olduğu iddia edilen) 48’i, bu duruma örnektir.

Tek adam rejimlerinde, ülkeyi yönetenlerin, hiçbir zaman, “yetiştirilebilen yüksek nitelikli gençleri ülke içinde tutmak” gibi bir dertleri olmamıştır. Çünkü, bu yüksek nitelikli gençler, toplumun geneline kıyasla hayli ileri derecede sorgulama yeteneklerine sahiptirler. Bunların, ülkede kalarak, zamanla birbirleri ile entegre olmaları halinde, ortaya çıkarabilecekleri toplumsal muhalefetin önünde durmak zorlaşacaktır. O nedenle, gündelik maişet derdinden öte bir şey düşünemeyen, arada, iktidar tarafından lütfedilecek ufak-tefek ihsanlarla mutlu olan insanlardan meydana gelen toplumlar, tek adam rejimleri için son derece idealdir.

İşte, bu gibi toplumlar içerisinden seçilen ve gerçekte tek adam rejiminin yılmaz savunucuları ve diktatörün kapı kullarından oluşturulan sözde parlamentoların üyelerine, topluma kıyasla biraz da cömert davranılması usuldendir. Yine, güya parlamento tarafından çıkarılan kanunlar gereğince, eski ya da yeni parlamenterlik yapmış olanlara, gündelik hayatları ve aile bireyleri ile ilgili bazı ayrıcalıkların (imtiyazların) verilmesi ise, bu usulün temelini teşkil eder.

 

HİÇ KİMSEYE, ZÜMREYE VEYA SINIFA ÖZEL İMTİYAZ TANINAMAZ!

Anayasa’mızın 10. maddesine rağmen(*), geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde kabul edilen bir yasa ile, eski ve yeni tüm milletvekillerine trafik cezalarından muafiyet tanınması, tam da bu duruma örnek teşkil ediyor. Bu imtiyaz, sadece iktidar cephesini oluşturan partilerin eski ve yeni milletvekilleri için değil, görünüşte iktidar cephesi dışında kalan siyasi partilerin milletvekilleri için de, fevkalade memnuniyet vericidir. Bir asrı aşkın Cumhuriyet döneminde, bugüne kadar böyle bir şeye ihtiyaç duyulmamışken; bugün, hangi sebeple eski ve yeni milletvekillerine böyle bir imtiyaz getiriliyor, anlaşılacak bir durum değildir. Gayet açıktır ki, eski ve yeni milletvekillerinin, belli seviyelerde, toplumu iktidar için konsolide edebilme kabiliyetleri bulunuyor. Bu bakımdan, bu insanların yaşam standartlarının, topluma kıyasla belli bir düzeyin üzerinde tutulması önemlidir. Öyle anlaşılıyor ki, daha önce, idari uygulamalarla ve cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yandaşlarına kısmî geçici imtiyazlar tanıyan iktidar, kendi siyasi geleceği bakımından yararlı olacağını değerlendirdiği kesimlerle ilgili olarak, artık yasalara bağlı genel ve kalıcı imtiyazlar ihdas etmeye başlıyor! Ne yazık ki, ülkemiz halkı, bu tür konularla ilgili sorgulama kabiliyetinden yoksundur!

Dünyanın birçok ülkesinde parlamenterlere maaş bile ödenmiyorken, Anavatan Partisi iktidarı döneminde (1986’da) çıkarılan bir yasa ile (başkaca emeklilik prim ödemesi olmasa da), sadece “2 yıl milletvekilliği yapmış olan” herkese, özel emeklilik hakkı tanınmıştır. Milletvekili emeklilerinin tüm sosyal güvenlik harcamaları da (herkes gibi SGK tarafından değil), TBMM Başkanlığı’nın bütçesinden karşılanıyor! Yeni çıkarılan bu kanuna göre, sistemsel olarak milletvekili araçlarının plaka numaralarına yazılabilecek cezalar da TBMM Başkanlığı tarafından ödenecek!

 

FEODAL TOPLUMLARDAKİ “AĞA DÜZENİ” GİBİ

Feodal toplumlarda, marabaları ağanın istediği şekilde sevk ve idare eden kâhyalar ile onunla birlikte çalışanlar, daima, ağalar tarafından bahşedilen farklı yaşamsal imtiyazlara sahip olurlardı. Tıpkı ağanın, halk üzerindeki otoritesini oluşturan ve koruyan kâhya ve adamları örneğinde olduğu gibi, tek adam rejimlerinin ağası konumundaki “başkan”ların da, halk üzerindeki siyasî otoritelerini oluşturan ve koruyan kanunları çıkaracak milletvekillerine, akıllarına gelen (ya da kendilerinden talep edilen) özel imtiyazlar vermeleri, kendileri açısından önemli ve gereklidir. Geri kalmış ülkelere mahsus bu tür konularda, göz önüne alınan tek kriterin, tepedeki şahsın “kişisel siyasi yarar”ından başka bir şey olmadığı açıktır.

Türkiye Cumhuriyeti ölçeğinde değerlendirildiğinde, bu tür olaylar, insanların gözlerinde küçük damlalar gibi görünse de, belli bir zaman içinde dolmayacak ve taşmayacak bardağın da olmadığı açıktır. Damlaların küçük olması, sonucu değiştirmez; sadece, bardağın dolacağı zamanı belirler…

___________________

 (*) Madde 10 Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.