Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

“HAREKETE KİMSE MANİ OLAMAZ!”

“Anlatmam derdimi dertsiz insana…” mısrasıyla başlayan koşmasının son kıtasında, ne güzel söylüyor Aşık Veysel: “Veysel, günler geçti yaş altmış oldu. Döküldü yaprağım güllerim soldu. Gemi yükün aldı, gam ilen doldu, Harekete kimse mani olamaz!” Merhum Veysel burada “Harekete kimse mani olamaz!” derken, belki, hayatın mutlaka sona ereceğini, bu dünya hayatının biteceğini ve insanın mutlaka ölüm yolculuğuna çıkacağını anlatıyor… Ancak, evrendeki tek gerçeğin “hareket” olduğuna da vurgu yapmıyor mu acaba? Evrenin sonsuz büyüklüğünden, atom altı dünyanın sonsuz küçüklüğüne, canlı ve cansız tüm varlıklar için geçerli olan tek gerçek “kesintisiz hareket”tir.   BİLİM VE TEKNOLOJİDEKİ GELİŞMELER HAYATI DEĞİŞTİRİYOR Bilgisayar, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler, insan hayatına dair her alanda meydana gelen ilerlemelerin, hem hızını hem de ivmesini baş döndürücü bir hızda arttırıyor. Bilim alanında, tüm insanlık tarihi boyunca üretilen toplam bilgi, şu son 40 yılda üretilen bilginin yanında, devede kulak kalıyor! Haberleşme ve seyahat alanlarındaki gelişmeler, insanları toplumsal hayattan giderek daha fazla uzaklaştırıyor ve bireysel yaşam alanlarını geliştiriyor. Telefon ve internet teknolojilerindeki gelişmeler, son on-onbeş yıl içinde, hiçbir şekilde birbirlerini tanımayan, birbirleri ile yolları gerçekte asla kesişmeyen ve kesişme imkanı da bulunmayan insanlar arasında, yoğun ilişkilerin ve diyalogların yaşanması gibi, insanlık tarihinde, daha önce hiç yaşanmamış ve adına “sanal” denen ilginç bir ilişki türünü ortaya çıkardı. İnsanlar arasında “sanal ilişkiler” ve “sanal arkadaşlıklar”, sadece bireysel bazda değil, toplumsal alanda da hızla büyüyor. İnsan hayatını kolaylaştırıcı, üretim kapasitesini arttırıcı ve hastalıkların teşhis, tedavi ve önlenmesindeki bilimsel ve teknik gelişmeler, kaçınılmaz bir şekilde, hem bireysel ve hem de toplumsal anlamda insanların hayatını değiştirmeye devam ediyor. Gerek hız ve gerekse muhteva bakımından bu değişime ayak uyduramayan insanlar (ve tabii toplumlar da), dünyanın genel gidişatında geride kalıyor ve zamanla, ilerlemeye devam eden gruptan koparak, kendi içlerinde kapalı hayatlar yaşamaya mahkum oluyorlar. Bu geri kalan toplumlar, dünyadaki diğer toplumlarla olan ilişkilerinde, daima “edilgen” konumda kalıyorlar. Hayatı değiştiren buluşları ve icatları yapan toplumlar ile buluş ve icat yapma fonksiyonu bulunmayan toplumlar, ne kadar kendi içlerine kapansalar da, geçmişten getirdikleri geleneksel yaşam formlarını koruyamıyorlar ve zamanla kültürlerinin dejenere olmasını önleyemiyorlar.   “ŞEYTAN İŞİ” DENİLEREK, DENİZE ATILAN OTOMOBİL! Gerek bireysel ölçekte ve gerekse toplumsal ölçekte, insanların (ne kadar çabalasalar da) milli kültürlerini ve geleneksel yaşam formlarını değişime zorlayan gelişmelere karşı direnmeleri mümkün değildir. Ne var ki, evrensel bilime ve sanat üretimine katılamayan toplumların, dünyada meydana gelen değişimi ve gelişmeleri yeterince kavramaları da imkansızdır. Bu konuda, gerek tarihten ve gerekse günümüzden, sayısız örnekler verilebilir. Örneğin, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 05 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasında yaklaşık 2,5 yıl süren Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni destekleyen İngiltere Kraliçesi Victoria, İstanbul’da bir “Anglikan Kilisesi” yaptırmak ister ve Sultan Abdülmecid de, kilisenin yapımına, hem izin hem de maddi destek verir. Kilisenin yapımı uzun bir zaman alır ve 22 Ekim 1868 tarihinde tamamlanarak hizmete açılır(*). Kraliçe, teşekkür amacıyla, padişaha (o tarihte Osmanlı tahtında Sultan Abdülaziz oturmaktadır) hediye olarak bir otomobil gönderir. Bu, İstanbul’a gelen ilk otomobildir. Kraliçe, otomobille birlikte, nasıl kullanılacağını öğretmek üzere, bir de uzman göndermiştir. Ne var ki, halk arasında, bu otomobilin “şeytan işi” olduğu yönünde bir şayia yayılır. Padişah bu şayia karşısında ne yapacağını bilemez ve işi Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik efendiye havale eder. Şeyhülislam da, otomobilin şeytan işi olduğuna hükmeder ve imha edilmesi gerektiği yönünde fetva verir. Neticede, otomobil İstanbul-Cankurtaran (bazı kaynaklara göre Sarayburnu) sahilinde denize atılır. 1980’li yılların sonlarında, bu otomobil, Rahmi Koç Müzesi tarafından, Cankurtaran sahilinde bulundu ve denizden çıkarıldı, İngiltere’ye gönderilerek restore ettirildi ve müzeye konuldu. Bu olay, dünyada meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler karşısında, Osmanlı Devleti’nin ve tebaasının ne durumda olduğunu gösteren, hayret verici bir örnektir. Maalesef, bu durum, büyük ölçüde bugün de devam etmektedir. Örneğin, bilgisayar, telefon, elektronik kumanda sistemlerine sahip motorlu araçlar vb gibi, onlarca fonksiyonları bulunan elektronik ürünlere, tüm bu fonksiyonları için bir dünya paralar ödüyoruz ve gündelik hayatımızda, bu fonksiyonların, ancak 3’ünü 5’ini kullanabiliyoruz. Bu durum, tüm geri kalmış ülke halklarında aşağı-yukarı böyledir.   NİTELİKSİZ SİYASETÇİLER VE DİN İSTİSMARCILARI, BİRBİRLERİYLE DOĞAL ORTAKTIRLAR Geleneksel üretim alanları dışında, kayda değer teknolojik ürün üretemeyen geri kalmış toplumlar, sadece endüstriyel üretim alanlarında değil, başta politika olmak üzere, hemen her alanda, gelişmiş ülkelerdeki olan-biteni algılama ve kavrama kabiliyetinden yoksun bulunuyorlar. İşin çok daha vahimi, bu ülkelerin insanları, gelişmiş ülkeler karşısında ne halde olduklarının bile farkında olamıyorlar. Elbette bu ülkelerdeki yetişmiş bazı insanlar, durumu görüyor ve kendi insanlarına anlatmaya çalışıyorlar. Ne var ki, halk bunları değil, kendilerini uyutarak ülke kaynaklarını sömüren, sözde siyasetçi kılığındaki haramilere kulak veriyor ve kendi geri kalmışlıklarını “kalıcı” hale getiriyorlar. Halbuki, toplumlar, içlerinde yetişen aydınlara kulak verdiklerinde, hemen her alanda gelişme ve ilerleme yollarını açabiliyorlar. Geri kalmış toplumlarda, kendi çıkarlarından başka hiçbir dertleri olmayan, çoğu son derece niteliksiz, siyasetçilerden çok daha beter olan, bir “din istismarcıları” belası vardır ki, halkı bunlardan kurtarmak neredeyse imkansızdır. Niteliksiz siyasetçiler ve din istismarcıları, birbirlerinin doğal ortaklarıdırlar. Toplumlar geliştikçe, önce siyasetçilerin niteliklerinde bir artış meydana gelir; nitelikleri gelişen siyasetçilerin ise, din istismarcılarıyla ortak olmaya ihtiyaçları kalmaz! Böylece, din istismarcılığı cazibesini kaybeder ve bunlar, zamanla, din alanından çekilirler. Siyasetçiler halka ve ülkeye hizmeti kendi kişisel çıkarlarının önüne almaya başladıklarında ve halk din istismarcılarının peşinden ayrıldığında, önce bilim, teknoloji ve sanat olmak üzere, hemen her alanda, toplumsal üretkenlikte doğal bir artış meydana gelir. Birlikte çalışarak gelişmenin tadını alan toplumlar, benzer diğer ileri toplumlarla, hem etkili işbirlikleri yapar, hem de kendilerinde onlarla rekabet etme cesareti bulurlar. Toplumsal üretkenlikte birbirleri ile denk olan ülkeler arasındaki işbirliği, başta ekonomik ve siyasi alanlar olmak üzere, hemen her alanda devletlerarası ilişkilerde etkili olur ki, bu geri kalmış toplumların akıl erdirebilecekleri bir durum değildir.   İSLAM ÜLKELERİ ARASINDA BİR YILDIZ: TÜRKİYE Osmanlı Devleti’nin 1915 yılındaki sınırları içerisinde, bugün otuzu aşkın bağımsız(?) devlet vardır. Bu devletlerin yirmiden fazlası (Türkiye dahil) sözde “İslam ülkesi”dir. Merkezi, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 57 üyesi bulunuyor. Tüm bunlar arasında Türkiye, açık ara “ileri” bir ülkedir. Bu nedenle, İslam ülkesi denen bu ülkelerden Türkiye’ye yönelik çok ciddi göç eğilimi var. Şu ya da bu sebeple ülkelerini terk eden bu insanlar, diğer bir İslam ülkesine gitmiyorlar; öncelikli tercihleri gelişmiş Avrupa ülkeleri ve ABD olsa da, tüm bu ülkelerden Türkiye’ye de çok fazla insan geliyor. Bu insanlar, burada temelli kalabilmek ve yaşayabilmek için, çoğu zaman uzun yıllar devam eden, çok büyük mücadeleler veriyorlar. Buna karşılık, hiçbir Türk vatandaşı, Türkiye’den ayrılıp, bu ülkelerden birinde yaşamayı aklından bile geçirmez! Kısacası Türkiye, tüm diğer ülkelerdeki Müslümanlar için cazibe merkezidir. Son derece açık olan bu duruma rağmen, Türkiye’nin, gelişmiş Avrupa ülkeleri, ABD, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere kıyasla geri kalmış olmasını, kasıtlı gerçek dışı yaklaşımlarla, ısrarla cumhuriyetin bir başarısızlığı olarak gören ve göstermeye çalışanların sesleri, son birkaç yıldır giderek yükseliyor. İktidar cenahında konumlanmış olan bazı siyasilerin ve din istismarcılarının bu yönde sarf etmekte oldukları yoğun çabalar, herkesin malumudur. Tüm siyasi ve kültürel yatırımlarını, “halkın en cahil kesimleri” üzerine yapan, cemaat ve tarikat adları altında örgütlenmiş olan bu marazi karakterler, ne yazık ki, ülke genelinde, zannedilenin çok üzerinde bir etkiye sahip bulunuyorlar. Türkiye’nin, bu gidişle, “ileri ülkeler ligi”ne çıkabilmesi ve ileri ülkelerle herhangi bir konuda rekabet edebilmesi mümkün değildir! ____________ (*)Kırım Anglikan Kilisesi ya da Kırım’ı Anma Kilisesi (Crimean Memorial Church- Christ’s Church), İstanbul Beyoğlu’nda, Galip Dede Caddesi’ne uzanan Serdarı Ekrem Sokağı’nda 52 numarada.
Ekleme Tarihi: 29 Nisan 2024 - Pazartesi

“HAREKETE KİMSE MANİ OLAMAZ!”

Anlatmam derdimi dertsiz insana…” mısrasıyla başlayan koşmasının son kıtasında, ne güzel söylüyor Aşık Veysel:

Veysel, günler geçti yaş altmış oldu.
Döküldü yaprağım güllerim soldu.
Gemi yükün aldı, gam ilen doldu,
Harekete kimse mani olamaz!

Merhum Veysel burada “Harekete kimse mani olamaz!” derken, belki, hayatın mutlaka sona ereceğini, bu dünya hayatının biteceğini ve insanın mutlaka ölüm yolculuğuna çıkacağını anlatıyor…

Ancak, evrendeki tek gerçeğin “hareket” olduğuna da vurgu yapmıyor mu acaba? Evrenin sonsuz büyüklüğünden, atom altı dünyanın sonsuz küçüklüğüne, canlı ve cansız tüm varlıklar için geçerli olan tek gerçek “kesintisiz hareket”tir.

 

BİLİM VE TEKNOLOJİDEKİ GELİŞMELER HAYATI DEĞİŞTİRİYOR

Bilgisayar, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler, insan hayatına dair her alanda meydana gelen ilerlemelerin, hem hızını hem de ivmesini baş döndürücü bir hızda arttırıyor. Bilim alanında, tüm insanlık tarihi boyunca üretilen toplam bilgi, şu son 40 yılda üretilen bilginin yanında, devede kulak kalıyor!

Haberleşme ve seyahat alanlarındaki gelişmeler, insanları toplumsal hayattan giderek daha fazla uzaklaştırıyor ve bireysel yaşam alanlarını geliştiriyor. Telefon ve internet teknolojilerindeki gelişmeler, son on-onbeş yıl içinde, hiçbir şekilde birbirlerini tanımayan, birbirleri ile yolları gerçekte asla kesişmeyen ve kesişme imkanı da bulunmayan insanlar arasında, yoğun ilişkilerin ve diyalogların yaşanması gibi, insanlık tarihinde, daha önce hiç yaşanmamış ve adına “sanal” denen ilginç bir ilişki türünü ortaya çıkardı. İnsanlar arasında “sanal ilişkiler” ve “sanal arkadaşlıklar”, sadece bireysel bazda değil, toplumsal alanda da hızla büyüyor.

İnsan hayatını kolaylaştırıcı, üretim kapasitesini arttırıcı ve hastalıkların teşhis, tedavi ve önlenmesindeki bilimsel ve teknik gelişmeler, kaçınılmaz bir şekilde, hem bireysel ve hem de toplumsal anlamda insanların hayatını değiştirmeye devam ediyor.

Gerek hız ve gerekse muhteva bakımından bu değişime ayak uyduramayan insanlar (ve tabii toplumlar da), dünyanın genel gidişatında geride kalıyor ve zamanla, ilerlemeye devam eden gruptan koparak, kendi içlerinde kapalı hayatlar yaşamaya mahkum oluyorlar. Bu geri kalan toplumlar, dünyadaki diğer toplumlarla olan ilişkilerinde, daima “edilgen” konumda kalıyorlar. Hayatı değiştiren buluşları ve icatları yapan toplumlar ile buluş ve icat yapma fonksiyonu bulunmayan toplumlar, ne kadar kendi içlerine kapansalar da, geçmişten getirdikleri geleneksel yaşam formlarını koruyamıyorlar ve zamanla kültürlerinin dejenere olmasını önleyemiyorlar.

 

“ŞEYTAN İŞİ” DENİLEREK, DENİZE ATILAN OTOMOBİL!

Gerek bireysel ölçekte ve gerekse toplumsal ölçekte, insanların (ne kadar çabalasalar da) milli kültürlerini ve geleneksel yaşam formlarını değişime zorlayan gelişmelere karşı direnmeleri mümkün değildir. Ne var ki, evrensel bilime ve sanat üretimine katılamayan toplumların, dünyada meydana gelen değişimi ve gelişmeleri yeterince kavramaları da imkansızdır. Bu konuda, gerek tarihten ve gerekse günümüzden, sayısız örnekler verilebilir. Örneğin, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 05 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasında yaklaşık 2,5 yıl süren Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni destekleyen İngiltere Kraliçesi Victoria, İstanbul’da bir “Anglikan Kilisesi” yaptırmak ister ve Sultan Abdülmecid de, kilisenin yapımına, hem izin hem de maddi destek verir. Kilisenin yapımı uzun bir zaman alır ve 22 Ekim 1868 tarihinde tamamlanarak hizmete açılır(*). Kraliçe, teşekkür amacıyla, padişaha (o tarihte Osmanlı tahtında Sultan Abdülaziz oturmaktadır) hediye olarak bir otomobil gönderir. Bu, İstanbul’a gelen ilk otomobildir. Kraliçe, otomobille birlikte, nasıl kullanılacağını öğretmek üzere, bir de uzman göndermiştir. Ne var ki, halk arasında, bu otomobilin “şeytan işi” olduğu yönünde bir şayia yayılır. Padişah bu şayia karşısında ne yapacağını bilemez ve işi Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik efendiye havale eder. Şeyhülislam da, otomobilin şeytan işi olduğuna hükmeder ve imha edilmesi gerektiği yönünde fetva verir. Neticede, otomobil İstanbul-Cankurtaran (bazı kaynaklara göre Sarayburnu) sahilinde denize atılır. 1980’li yılların sonlarında, bu otomobil, Rahmi Koç Müzesi tarafından, Cankurtaran sahilinde bulundu ve denizden çıkarıldı, İngiltere’ye gönderilerek restore ettirildi ve müzeye konuldu.

Bu olay, dünyada meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler karşısında, Osmanlı Devleti’nin ve tebaasının ne durumda olduğunu gösteren, hayret verici bir örnektir. Maalesef, bu durum, büyük ölçüde bugün de devam etmektedir. Örneğin, bilgisayar, telefon, elektronik kumanda sistemlerine sahip motorlu araçlar vb gibi, onlarca fonksiyonları bulunan elektronik ürünlere, tüm bu fonksiyonları için bir dünya paralar ödüyoruz ve gündelik hayatımızda, bu fonksiyonların, ancak 3’ünü 5’ini kullanabiliyoruz. Bu durum, tüm geri kalmış ülke halklarında aşağı-yukarı böyledir.

 

NİTELİKSİZ SİYASETÇİLER VE DİN İSTİSMARCILARI, BİRBİRLERİYLE DOĞAL ORTAKTIRLAR

Geleneksel üretim alanları dışında, kayda değer teknolojik ürün üretemeyen geri kalmış toplumlar, sadece endüstriyel üretim alanlarında değil, başta politika olmak üzere, hemen her alanda, gelişmiş ülkelerdeki olan-biteni algılama ve kavrama kabiliyetinden yoksun bulunuyorlar. İşin çok daha vahimi, bu ülkelerin insanları, gelişmiş ülkeler karşısında ne halde olduklarının bile farkında olamıyorlar. Elbette bu ülkelerdeki yetişmiş bazı insanlar, durumu görüyor ve kendi insanlarına anlatmaya çalışıyorlar. Ne var ki, halk bunları değil, kendilerini uyutarak ülke kaynaklarını sömüren, sözde siyasetçi kılığındaki haramilere kulak veriyor ve kendi geri kalmışlıklarını “kalıcı” hale getiriyorlar. Halbuki, toplumlar, içlerinde yetişen aydınlara kulak verdiklerinde, hemen her alanda gelişme ve ilerleme yollarını açabiliyorlar.

Geri kalmış toplumlarda, kendi çıkarlarından başka hiçbir dertleri olmayan, çoğu son derece niteliksiz, siyasetçilerden çok daha beter olan, bir “din istismarcıları” belası vardır ki, halkı bunlardan kurtarmak neredeyse imkansızdır. Niteliksiz siyasetçiler ve din istismarcıları, birbirlerinin doğal ortaklarıdırlar. Toplumlar geliştikçe, önce siyasetçilerin niteliklerinde bir artış meydana gelir; nitelikleri gelişen siyasetçilerin ise, din istismarcılarıyla ortak olmaya ihtiyaçları kalmaz! Böylece, din istismarcılığı cazibesini kaybeder ve bunlar, zamanla, din alanından çekilirler.

Siyasetçiler halka ve ülkeye hizmeti kendi kişisel çıkarlarının önüne almaya başladıklarında ve halk din istismarcılarının peşinden ayrıldığında, önce bilim, teknoloji ve sanat olmak üzere, hemen her alanda, toplumsal üretkenlikte doğal bir artış meydana gelir. Birlikte çalışarak gelişmenin tadını alan toplumlar, benzer diğer ileri toplumlarla, hem etkili işbirlikleri yapar, hem de kendilerinde onlarla rekabet etme cesareti bulurlar. Toplumsal üretkenlikte birbirleri ile denk olan ülkeler arasındaki işbirliği, başta ekonomik ve siyasi alanlar olmak üzere, hemen her alanda devletlerarası ilişkilerde etkili olur ki, bu geri kalmış toplumların akıl erdirebilecekleri bir durum değildir.

 

İSLAM ÜLKELERİ ARASINDA BİR YILDIZ: TÜRKİYE

Osmanlı Devleti’nin 1915 yılındaki sınırları içerisinde, bugün otuzu aşkın bağımsız(?) devlet vardır. Bu devletlerin yirmiden fazlası (Türkiye dahil) sözde “İslam ülkesi”dir. Merkezi, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 57 üyesi bulunuyor. Tüm bunlar arasında Türkiye, açık ara “ileri” bir ülkedir. Bu nedenle, İslam ülkesi denen bu ülkelerden Türkiye’ye yönelik çok ciddi göç eğilimi var. Şu ya da bu sebeple ülkelerini terk eden bu insanlar, diğer bir İslam ülkesine gitmiyorlar; öncelikli tercihleri gelişmiş Avrupa ülkeleri ve ABD olsa da, tüm bu ülkelerden Türkiye’ye de çok fazla insan geliyor. Bu insanlar, burada temelli kalabilmek ve yaşayabilmek için, çoğu zaman uzun yıllar devam eden, çok büyük mücadeleler veriyorlar. Buna karşılık, hiçbir Türk vatandaşı, Türkiye’den ayrılıp, bu ülkelerden birinde yaşamayı aklından bile geçirmez! Kısacası Türkiye, tüm diğer ülkelerdeki Müslümanlar için cazibe merkezidir.

Son derece açık olan bu duruma rağmen, Türkiye’nin, gelişmiş Avrupa ülkeleri, ABD, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere kıyasla geri kalmış olmasını, kasıtlı gerçek dışı yaklaşımlarla, ısrarla cumhuriyetin bir başarısızlığı olarak gören ve göstermeye çalışanların sesleri, son birkaç yıldır giderek yükseliyor. İktidar cenahında konumlanmış olan bazı siyasilerin ve din istismarcılarının bu yönde sarf etmekte oldukları yoğun çabalar, herkesin malumudur. Tüm siyasi ve kültürel yatırımlarını, “halkın en cahil kesimleri” üzerine yapan, cemaat ve tarikat adları altında örgütlenmiş olan bu marazi karakterler, ne yazık ki, ülke genelinde, zannedilenin çok üzerinde bir etkiye sahip bulunuyorlar.

Türkiye’nin, bu gidişle, “ileri ülkeler ligi”ne çıkabilmesi ve ileri ülkelerle herhangi bir konuda rekabet edebilmesi mümkün değildir!

____________

(*)Kırım Anglikan Kilisesi ya da Kırım’ı Anma Kilisesi (Crimean Memorial Church- Christ’s Church), İstanbul Beyoğlu’nda, Galip Dede Caddesi’ne uzanan Serdarı Ekrem Sokağı’nda 52 numarada.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.