Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

GÜRÜLTÜYE GETİRMEK

Bugün size, özellikle 1980 darbesinden sonra olmak üzere, Türk milleti olarak nasıl “gürültüye getirildiğimizi” anlatmaya çalışacağım. Bizde, herkesin bildiği ve yeri gelince de kullandığı, “El mi yaman, bey mi yaman?” diye bir anonim soru vardır. Bu sözdeki “el” kelimesi, millet-halk-toplum anlamındadır; “bey” kelimesiyle de, toplumun-devletin yönetim kademelerinde bulunan kişi ya da kişiler kast edilir. Bu sorunun cevabı ise, her zaman “El (yani halk) yaman.” şeklindedir. Halbuki, toplumu yönetebilmek için, “beyin yaman olması” gerekiyor! Peki, nasıl olacak da, el değil, bey yaman olacak? Burada, konuya girmeden önce, beyin, neden yaman olması gerektiğine işaret etmek lazım. İnsanlar, etnik, ırk, inanç, dil vb. gibi pek çok faktöre bağlı olarak, birbirlerinden farklı topluluklar halinde yaşarlar ve bu farklı insan toplulukları, ekonomi, siyaset ve kültür alanlarında, birbirleriyle sürekli rekabet ve çoğu zaman da çatışma halindedirler. Bu rekabet ve çatışmalarda diğer topluluklara karşı üstünlük sağlamanın yolu da, bir bütün olarak örgütlü olmaktır. Birlik halinde ve örgütlü olmayan toplumlar, örgütlü toplumlar karşısında, yeterli bir mücadele gücü ortaya koyamazlar. Kısacası, diğer milletlere karşı kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilmeleri ve üstünlük sağlayabilmeleri, ancak “devlet” denilen siyasi örgütlenmelerle mümkün olmaktadır. Örgütlenme ihtiyacı, toplumda zorunlu olarak, (çok az sayıdaki) “yönetenler (beyler)” ve “yönetilenler (halk, el)” şeklinde bariz bir ayrımı ortaya çıkarır.     HALKA, SADECE “İKTİDARIN İŞİNE YARAYAN” BİLGİLER VERİLİR! Yönetenlerin, yönetmekte oldukları toplumları, bir şekilde örgütlü ve birlik içinde tutmaları gerekiyor; çünkü, diğer toplumlara karşı mücadelede kullanacakları gücün asıl kaynağı yönetilenlerdir. Bunun için de, yönetmekte oldukları insanların, gerek içeride ve gerekse dünyada olup-biten gündelik hadiseler konusunda (her durumda, kesintisiz olarak), “yönetenlerin otoritesini güçlendirecek şekilde” bilgilendirilmeleri ve “yönetenlerin gücünü zayıflatacak bilgilere ulaşmak” hususunda engellenmeleri son derece önemlidir. Bunun için günümüzde kullanılan başlıca araçlar, medya ve toplantılardır. Gazete, dergi, radyo televizyon vb. gibi konvansiyonel medya organlarının yanı sıra, günümüzde, “sosyal medya” denilen internet mecraları da büyük önem taşıyor. Gerek ülke yönetiminde ve gerekse yerel yönetimlerde, iktidar mevkiinde bulunanlar (yani, “beyler”), halkı (yani, “eli”) kendi çıkarlarına uygun bir ortak kanaatte tutabilmek için, medya alanına büyük kaynaklar ve zamanlar ayırmaktadırlar. İngiltere’de parlamentonun bir bölümünü teşkil eden Avam Kamarası’nda geçtiği rivayet edilen şöyle bir hikaye anlatılır: Hükümet, parlamentodan onay almak için bir önerge getirir. Önce, konuyla ilgili çok sayıda lehte konuşma yapılır ve bu konuşmalar epeyce etkili olur. Önerge aleyhine ise sadece tek bir konuşmacı söz ister ve kürsüye gelir. Elinde, önergeyi çürütecek ve mecliste oluşan lehte havayı dağıtacak somut belgeler vardır. Adamın, elindeki kanıtlara dayanarak yapmakta olduğu etkili konuşma nedeniyle, meclisin havası değişmeye başlar. Ve birden salondan, “Sen bunları bırak da, karın şu anda kimin koynunda, git önce ona bak.” diye bir ses yükselir. Bunun üzerine salonda büyük bir gürültü kopar, artık adamı kimse dinlemiyordur; ama, o konuşmasını inatla sürdürür. Ne var ki, hiç kimse, adamın ne dediğini anlamamıştır, oylama yapılır ve önerge kabul edilir. Oturumdan sonra, adamın bir dostu, yanına gelir ve “Yahu arkadaş, gördün işte, karının kepazeliğini herkes biliyor. Bu insanlara bu durumda sen ne anlatabilirsin? Neden kürsüden inmedin de kendini o kadar parçaladın?” der. Adam büyük bir üzüntüyle, “İyi de dostum, ben evli değilim ki!” diye cevap verir. İşte, insanların, buna benzer şekilde, ilgili ilgisiz hemen her konuda, doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın sürekli bir enformasyon bombardımanına tutulduğu toplumlarda, insanları asıl ilgilendiren konuların farkına varılamaz, varılsa da, bu bombardıman karşısında, o konuya çoğunluğun dikkati çekilemez. Böylece, iktidarlar tarafından, halk sürekli gürültüye getirilerek, sözde onlar adına karar veren meclislerden çoğu zaman ülke ve millet aleyhine kararlar çıkartılır.   SÜREKLİ TEKRARLANAN İKTİDAR YALANLARI HALKI ESİR ALIR Dünyadaki gelişmiş ülkelere kıyasla, hayli geri kalmış bulunan Türkiye gibi ülkelerde, içeride ve dışarıda meydana gelen gündelik olaylarla ilgili olarak, halkın neyi bilmesi (ve neleri “bilmemesi”) gerektiğine, çoğu zaman iktidar sahipleri karar verir. Bunun için de, halkın her konuda, doğru, zamanında ve yeterli bilgi alabilmesinin önüne, gerçekler ve doğru bilgiler saklanarak, asılsız bilgiler yayılarak, önemsiz konularla zihinler meşgul edilerek, şeytanın bile akıl edemeyeceği yollarla, aşılmaz duvarlar örülür. Gelişmiş toplumlarda, iktidar sahiplerinin ördükleri duvarları aşmanın yolları kolayca bulunabildiğinden, insanlar er ya da geç, gerçek bilgilere ulaşırlar. Geri kalmış toplumlar ise, bir süre sonra, hem yaşadıkları ülkelerde, hem de dünyada olup-bitenler konusunda gerçeklerden koparılırlar… Halk, iktidar tarafından sürekli tekrar edilen yalanlarla, adeta, “zihinsel esaret” altına alınır. İnsanların (ve tabii toplumların da) gerçeklerden kopuk bir şekilde uzun süre yaşayabilmeleri imkansızdır. Neticede, bu süreç, muhakkak surette, o toplumlar için büyük facialarla sonuçlanır. Bunun tarihte bilinen en büyük örneği, 1939’da tüm dünyayı savaşa sürükleyen Hitler Almanyası’dır. Zafer kazandıklarına inandırılmış olan Alman halkı, savaşı kaybettiklerini, evlerinin kapıları, Berlin’e giren Rus askerleri tarafından tekmeyle açıldığında ancak öğrenebilmiştir.   DOĞU VE GÜNEYDOĞU SINIRLARINDAKİ MAYINLAR NEDEN TEMİZLENDİ? 2011 yılında, önce Suriye ve sonra da İran sınırlarındaki mayınların temizlenmesi gündeme geldiğinde, iktidar bunu halka, “yıllardır atıl bırakılmış olan verimli tarım arazilerinin kullanıma açılacağı” şeklinde servis ediyordu. Bu söyleme ve sınır güvenliğinin, ileri teknolojik sistemlerle sağlanacağına, sınır güvenliği için, devasa mayın tarlalarına gerek olmadığına inandırılan halk (Suriye’de aynı yıl bir iç savaş çıkarıldığı halde), bugün hâlâ, sınırdaki mayınların temizlenmesi ile, ülkeye doldurulan 15 milyona yakın Suriyeli (yıllık üreme oranları %5,5) ve Afganistanlı (tamamı 20-40 yaş aralığında genç erkek; kadın, çocuk ve yaşlı kimse yok) istilacı arasında bir ilişki kuramıyor! Dahası, Ermenistan sınırındaki mayınların temizlenme işinin de, henüz geçen ay tamamlandığını öğrendik. Bakalım, önümüzdeki yıllarda, Ermenistan sınırında ne gibi olaylar geliştirilecek!   İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ! Bugün AK Parti iktidarı halka, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, insanların Türkiye’yi kıskanmakta olduklarını anlatıyor! Yani, ülkemizde refah düzeyi ve hayat standartları o derece yüksekmiş ki, zavallı Avrupalılar Türk halkını kıskanıyormuş! İktidar, hiçbir aslı astarı olmayan bu ve benzeri iddialara insanları inandırabildiği ölçüde siyasi gücünü koruyabilmektedir. Gösteriş ve şatafatın itibarla hiçbir alakasının bulunmadığını dünyada herkes bildiği halde, iktidarın “İtibardan tasarruf olmaz!” mottosuyla, en tepeden en diptekine kadar, devletin (ve belediyelerin) tüm kurum ve kuruluşlarında, akıl almayacak derecede israfın yaygınlaştığı tartışmasız bir gerçektir. Öte yandan, yıllardır ürettiğinden fazlasını harcamaya alıştırılmış olan halkın (iktidar yandaşları dışında kalan) kahır ekseriyeti bugün, enflasyon sebebiyle açlık sınırının da altında yaygın bir sefalet yaşamaktadır. Gerçek bu iken, iktidarın kontrolü altındaki tüm medya mecralarında, ülkemiz sanki güllük-gülistanlıkmış gibi yayınlar ve paylaşımlar yapılıyor; son üç yıldır bizzat yaşamakta oldukları (giderek ağırlaşan) ekonomik zorluklara rağmen, halkın yarıya yakını, maalesef hâlâ bu içi boş propagandalara inanmaya devam ediyor! Bu ise, II. Dünya Savaşı’nın son aylarında, Müttefik orduları Almanya içlerine ilerlerken, kendi hükümetleri tarafından, ülkelerinin zafer kazandığına inandırılan Alman halkının durumunu andırıyor!   TÜM ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİ “BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ”DÜR! Son 20 yılı aşkın bir süredir, yurtta ve dünyada olup-bitenlerle ilgili olarak halka doğru bilgiler vermeye çalışan medya mensupları ve siyasetçiler de yok değildir elbette. Ne var ki bunlar, devlet imkanları ve gücü kullanılarak baskı altına alınıyor, pek çoğu cezaevlerinde tutuluyor, itibar suikastlarının hedefleri oluyorlar. Ne yazıktır ki, geri kalmış diğer tüm toplumlar gibi Türk milleti de evrensel özgürlüklere ancak (ve öncelikle) “basın özgürlüğü” ile sahip olunabileceğini kavrayamamıştır.  Türkiye’de, hayli uzun bir zamandan bu yana basın, “milletin müşterek sesi” değildir! Esasen basının en belirgin ortak vasfı, “iktidara “muhalif olmak”tır. Basının muhalif olmasının ise, “iktidarın siyasi muhalifler”i ile hiçbir alakası yoktur. Her ne kadar iktidara karşı muhalif tutumlarda, zaman zaman siyasi muhalefetle basının paralellikleri söz konusu olsa da, bunun tersi de geçerlidir; yani, siyasi muhalifleri eleştiren basın, zaman zaman iktidar lehinde de görünebilir. Basın, öncelikle iktidara (ve sonra da muhalefetin yanlışlarına ve tabii “güç sahiplerine” de) karşı, daima halkın çıkarlarını koruyan bir kamusal görev alanıdır. Bu sebepledir ki, gelişmiş ülkelerde basın ve basın mensupları, özel kanunlarla korunur. Gelişmiş ülkelerde, “mesleki faaliyetleri” sebebiyle, gazeteciler sorgulanmazlar, yargılanmazlar ve hele hele asla tutuklanmaz ve cezalandırılmazlar! Basın aslında, devleti meydana getiren “yasama, yürütme ve yargı” erklerinin üzerinde, halk adına bunların tümünün sorgulanabildiği, toplumun en üst düzey “özgürlük alanı”dır Ne var ki, yaygın cehaletin inanç temeli (din) haline geldiği ve bu cehalet dininin “siyasi sermaye ve yatırım alanı” olarak işlev gördüğü Türkiye gibi ülkelerde, bunu kimseye anlatma imkanı yoktur! Bizim gibi ülkelerde, mevcut sözde demokrasi anlayışı ile, halktaki yaygın cehalete yatırım yapan siyasetçiler daima kazanır. Çünkü, tüm varlıklarını ve geçimlerini (ve hatta saltanatlarını) halkın dini inancı haline gelmiş olan cehalete borçlu olan (partiler, dernekler, vakıflar, tarikatlar, cemaatler vs.) tüm yapılar, iktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, gerçekte birbirlerinin ortaklarıdırlar.
Ekleme Tarihi: 08 Temmuz 2024 - Pazartesi

GÜRÜLTÜYE GETİRMEK

Bugün size, özellikle 1980 darbesinden sonra olmak üzere, Türk milleti olarak nasıl “gürültüye getirildiğimizi” anlatmaya çalışacağım. Bizde, herkesin bildiği ve yeri gelince de kullandığı, “El mi yaman, bey mi yaman?” diye bir anonim soru vardır. Bu sözdeki “el” kelimesi, millet-halk-toplum anlamındadır; “bey” kelimesiyle de, toplumun-devletin yönetim kademelerinde bulunan kişi ya da kişiler kast edilir. Bu sorunun cevabı ise, her zaman “El (yani halk) yaman.” şeklindedir. Halbuki, toplumu yönetebilmek için, “beyin yaman olması” gerekiyor! Peki, nasıl olacak da, el değil, bey yaman olacak?

Burada, konuya girmeden önce, beyin, neden yaman olması gerektiğine işaret etmek lazım. İnsanlar, etnik, ırk, inanç, dil vb. gibi pek çok faktöre bağlı olarak, birbirlerinden farklı topluluklar halinde yaşarlar ve bu farklı insan toplulukları, ekonomi, siyaset ve kültür alanlarında, birbirleriyle sürekli rekabet ve çoğu zaman da çatışma halindedirler. Bu rekabet ve çatışmalarda diğer topluluklara karşı üstünlük sağlamanın yolu da, bir bütün olarak örgütlü olmaktır. Birlik halinde ve örgütlü olmayan toplumlar, örgütlü toplumlar karşısında, yeterli bir mücadele gücü ortaya koyamazlar. Kısacası, diğer milletlere karşı kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilmeleri ve üstünlük sağlayabilmeleri, ancak “devlet” denilen siyasi örgütlenmelerle mümkün olmaktadır. Örgütlenme ihtiyacı, toplumda zorunlu olarak, (çok az sayıdaki)yönetenler (beyler)” ve “yönetilenler (halk, el)” şeklinde bariz bir ayrımı ortaya çıkarır.

 

 

HALKA, SADECE “İKTİDARIN İŞİNE YARAYAN” BİLGİLER VERİLİR!

Yönetenlerin, yönetmekte oldukları toplumları, bir şekilde örgütlü ve birlik içinde tutmaları gerekiyor; çünkü, diğer toplumlara karşı mücadelede kullanacakları gücün asıl kaynağı yönetilenlerdir. Bunun için de, yönetmekte oldukları insanların, gerek içeride ve gerekse dünyada olup-biten gündelik hadiseler konusunda (her durumda, kesintisiz olarak), “yönetenlerin otoritesini güçlendirecek şekilde” bilgilendirilmeleri ve “yönetenlerin gücünü zayıflatacak bilgilere ulaşmak” hususunda engellenmeleri son derece önemlidir. Bunun için günümüzde kullanılan başlıca araçlar, medya ve toplantılardır. Gazete, dergi, radyo televizyon vb. gibi konvansiyonel medya organlarının yanı sıra, günümüzde, “sosyal medya” denilen internet mecraları da büyük önem taşıyor. Gerek ülke yönetiminde ve gerekse yerel yönetimlerde, iktidar mevkiinde bulunanlar (yani, “beyler”), halkı (yani, “eli”) kendi çıkarlarına uygun bir ortak kanaatte tutabilmek için, medya alanına büyük kaynaklar ve zamanlar ayırmaktadırlar.

İngiltere’de parlamentonun bir bölümünü teşkil eden Avam Kamarası’nda geçtiği rivayet edilen şöyle bir hikaye anlatılır: Hükümet, parlamentodan onay almak için bir önerge getirir. Önce, konuyla ilgili çok sayıda lehte konuşma yapılır ve bu konuşmalar epeyce etkili olur. Önerge aleyhine ise sadece tek bir konuşmacı söz ister ve kürsüye gelir. Elinde, önergeyi çürütecek ve mecliste oluşan lehte havayı dağıtacak somut belgeler vardır. Adamın, elindeki kanıtlara dayanarak yapmakta olduğu etkili konuşma nedeniyle, meclisin havası değişmeye başlar. Ve birden salondan, “Sen bunları bırak da, karın şu anda kimin koynunda, git önce ona bak.” diye bir ses yükselir. Bunun üzerine salonda büyük bir gürültü kopar, artık adamı kimse dinlemiyordur; ama, o konuşmasını inatla sürdürür. Ne var ki, hiç kimse, adamın ne dediğini anlamamıştır, oylama yapılır ve önerge kabul edilir. Oturumdan sonra, adamın bir dostu, yanına gelir ve “Yahu arkadaş, gördün işte, karının kepazeliğini herkes biliyor. Bu insanlara bu durumda sen ne anlatabilirsin? Neden kürsüden inmedin de kendini o kadar parçaladın?” der. Adam büyük bir üzüntüyle, “İyi de dostum, ben evli değilim ki!” diye cevap verir.

İşte, insanların, buna benzer şekilde, ilgili ilgisiz hemen her konuda, doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın sürekli bir enformasyon bombardımanına tutulduğu toplumlarda, insanları asıl ilgilendiren konuların farkına varılamaz, varılsa da, bu bombardıman karşısında, o konuya çoğunluğun dikkati çekilemez. Böylece, iktidarlar tarafından, halk sürekli gürültüye getirilerek, sözde onlar adına karar veren meclislerden çoğu zaman ülke ve millet aleyhine kararlar çıkartılır.

 

SÜREKLİ TEKRARLANAN İKTİDAR YALANLARI HALKI ESİR ALIR

Dünyadaki gelişmiş ülkelere kıyasla, hayli geri kalmış bulunan Türkiye gibi ülkelerde, içeride ve dışarıda meydana gelen gündelik olaylarla ilgili olarak, halkın neyi bilmesi (ve neleri “bilmemesi”) gerektiğine, çoğu zaman iktidar sahipleri karar verir. Bunun için de, halkın her konuda, doğru, zamanında ve yeterli bilgi alabilmesinin önüne, gerçekler ve doğru bilgiler saklanarak, asılsız bilgiler yayılarak, önemsiz konularla zihinler meşgul edilerek, şeytanın bile akıl edemeyeceği yollarla, aşılmaz duvarlar örülür. Gelişmiş toplumlarda, iktidar sahiplerinin ördükleri duvarları aşmanın yolları kolayca bulunabildiğinden, insanlar er ya da geç, gerçek bilgilere ulaşırlar. Geri kalmış toplumlar ise, bir süre sonra, hem yaşadıkları ülkelerde, hem de dünyada olup-bitenler konusunda gerçeklerden koparılırlar… Halk, iktidar tarafından sürekli tekrar edilen yalanlarla, adeta, “zihinsel esaret” altına alınır.

İnsanların (ve tabii toplumların da) gerçeklerden kopuk bir şekilde uzun süre yaşayabilmeleri imkansızdır. Neticede, bu süreç, muhakkak surette, o toplumlar için büyük facialarla sonuçlanır. Bunun tarihte bilinen en büyük örneği, 1939’da tüm dünyayı savaşa sürükleyen Hitler Almanyası’dır. Zafer kazandıklarına inandırılmış olan Alman halkı, savaşı kaybettiklerini, evlerinin kapıları, Berlin’e giren Rus askerleri tarafından tekmeyle açıldığında ancak öğrenebilmiştir.

 

DOĞU VE GÜNEYDOĞU SINIRLARINDAKİ MAYINLAR NEDEN TEMİZLENDİ?

2011 yılında, önce Suriye ve sonra da İran sınırlarındaki mayınların temizlenmesi gündeme geldiğinde, iktidar bunu halka, “yıllardır atıl bırakılmış olan verimli tarım arazilerinin kullanıma açılacağı” şeklinde servis ediyordu. Bu söyleme ve sınır güvenliğinin, ileri teknolojik sistemlerle sağlanacağına, sınır güvenliği için, devasa mayın tarlalarına gerek olmadığına inandırılan halk (Suriye’de aynı yıl bir iç savaş çıkarıldığı halde), bugün hâlâ, sınırdaki mayınların temizlenmesi ile, ülkeye doldurulan 15 milyona yakın Suriyeli (yıllık üreme oranları %5,5) ve Afganistanlı (tamamı 20-40 yaş aralığında genç erkek; kadın, çocuk ve yaşlı kimse yok) istilacı arasında bir ilişki kuramıyor! Dahası, Ermenistan sınırındaki mayınların temizlenme işinin de, henüz geçen ay tamamlandığını öğrendik. Bakalım, önümüzdeki yıllarda, Ermenistan sınırında ne gibi olaylar geliştirilecek!

 

İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ!

Bugün AK Parti iktidarı halka, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, insanların Türkiye’yi kıskanmakta olduklarını anlatıyor! Yani, ülkemizde refah düzeyi ve hayat standartları o derece yüksekmiş ki, zavallı Avrupalılar Türk halkını kıskanıyormuş! İktidar, hiçbir aslı astarı olmayan bu ve benzeri iddialara insanları inandırabildiği ölçüde siyasi gücünü koruyabilmektedir.

Gösteriş ve şatafatın itibarla hiçbir alakasının bulunmadığını dünyada herkes bildiği halde, iktidarın “İtibardan tasarruf olmaz!” mottosuyla, en tepeden en diptekine kadar, devletin (ve belediyelerin) tüm kurum ve kuruluşlarında, akıl almayacak derecede israfın yaygınlaştığı tartışmasız bir gerçektir. Öte yandan, yıllardır ürettiğinden fazlasını harcamaya alıştırılmış olan halkın (iktidar yandaşları dışında kalan) kahır ekseriyeti bugün, enflasyon sebebiyle açlık sınırının da altında yaygın bir sefalet yaşamaktadır. Gerçek bu iken, iktidarın kontrolü altındaki tüm medya mecralarında, ülkemiz sanki güllük-gülistanlıkmış gibi yayınlar ve paylaşımlar yapılıyor; son üç yıldır bizzat yaşamakta oldukları (giderek ağırlaşan) ekonomik zorluklara rağmen, halkın yarıya yakını, maalesef hâlâ bu içi boş propagandalara inanmaya devam ediyor! Bu ise, II. Dünya Savaşı’nın son aylarında, Müttefik orduları Almanya içlerine ilerlerken, kendi hükümetleri tarafından, ülkelerinin zafer kazandığına inandırılan Alman halkının durumunu andırıyor!

 

TÜM ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİ “BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ”DÜR!

Son 20 yılı aşkın bir süredir, yurtta ve dünyada olup-bitenlerle ilgili olarak halka doğru bilgiler vermeye çalışan medya mensupları ve siyasetçiler de yok değildir elbette. Ne var ki bunlar, devlet imkanları ve gücü kullanılarak baskı altına alınıyor, pek çoğu cezaevlerinde tutuluyor, itibar suikastlarının hedefleri oluyorlar.

Ne yazıktır ki, geri kalmış diğer tüm toplumlar gibi Türk milleti de evrensel özgürlüklere ancak (ve öncelikle)basın özgürlüğü” ile sahip olunabileceğini kavrayamamıştır.  Türkiye’de, hayli uzun bir zamandan bu yana basın, “milletin müşterek sesi” değildir! Esasen basının en belirgin ortak vasfı, “iktidara “muhalif olmak”tır. Basının muhalif olmasının ise, “iktidarın siyasi muhalifler”i ile hiçbir alakası yoktur. Her ne kadar iktidara karşı muhalif tutumlarda, zaman zaman siyasi muhalefetle basının paralellikleri söz konusu olsa da, bunun tersi de geçerlidir; yani, siyasi muhalifleri eleştiren basın, zaman zaman iktidar lehinde de görünebilir.

Basın, öncelikle iktidara (ve sonra da muhalefetin yanlışlarına ve tabii “güç sahiplerine” de) karşı, daima halkın çıkarlarını koruyan bir kamusal görev alanıdır. Bu sebepledir ki, gelişmiş ülkelerde basın ve basın mensupları, özel kanunlarla korunur. Gelişmiş ülkelerde, “mesleki faaliyetleri” sebebiyle, gazeteciler sorgulanmazlar, yargılanmazlar ve hele hele asla tutuklanmaz ve cezalandırılmazlar! Basın aslında, devleti meydana getiren “yasama, yürütme ve yargı” erklerinin üzerinde, halk adına bunların tümünün sorgulanabildiği, toplumun en üst düzey “özgürlük alanı”dır Ne var ki, yaygın cehaletin inanç temeli (din) haline geldiği ve bu cehalet dininin “siyasi sermaye ve yatırım alanı” olarak işlev gördüğü Türkiye gibi ülkelerde, bunu kimseye anlatma imkanı yoktur!

Bizim gibi ülkelerde, mevcut sözde demokrasi anlayışı ile, halktaki yaygın cehalete yatırım yapan siyasetçiler daima kazanır. Çünkü, tüm varlıklarını ve geçimlerini (ve hatta saltanatlarını) halkın dini inancı haline gelmiş olan cehalete borçlu olan (partiler, dernekler, vakıflar, tarikatlar, cemaatler vs.) tüm yapılar, iktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, gerçekte birbirlerinin ortaklarıdırlar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.