Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

BU GİDİŞİN NEREYE OLDUĞUNU ZANNEDİYORUZ ACABA?

Balıkesir belediyesi eski başkanı rahmetli Sabri Uğur döneminde, yapılacak ya da içinde belediyenin de yer alacağı işler konusunda, konuyu Başkan’a sunan müdürlere başlıca şu iki soru sorulurdu: Yapılacak iş her ne ise; “Faydalı” mı? “Gerekli” mi? Bu her iki soruya da “evet” cevabının verilmesinden sonra, ayrıntılı olarak, o işin faydalarının neler olduğu araştırılır ve içinde bulunulan şartlar bakımından, gerek şehrin fiziki yapısı ve gerekse halkın (o günkü ve gelecekteki) ihtiyaçları bakımlarından önceliğinin ne olduğu incelendikten sonra da, yapılabilme şartları ile ilgili çalışmalar başlatılırdı. Nihayet, fayda/maliyet analizi yapıldıktan sonra, o işle ilgili planlar tamamlanır ve işin bütçesi oluşturulurdu. Böylece en son bütçesi de hazır olan işler, planlanan sürelerde tamamlanarak halkın hizmetine arz edilirdi. Yani, öyle üç kişinin kendi aralarında yaptıkları sohbette ortaya çıkan bir iş, belediye icraatı haline getirilemezdi. Balıkesir’de, çeşitli bakanlıklara bağlı ve faaliyetleri vali tarafından koordine edilmekte olan “il müdürlükleri”nin çalışmaları, ilgili bakanlıkların mevzuatlarına ve politikalarına tabi olduğundan, bu müdürlüklerin, yapacakları işlerin, Balıkesir halkı açısından ne derece faydalı ve/veya gerekli olduğu konusunda çalışma yapmalarına gerek yoktur. Çünkü, başta vali olmak üzere, il müdürlerinin hiçbiri, oturdukları koltukları halka borçlu olmadıkları gibi, çoğunun halkla doğrudan ilişkileri de yoktur.   BELEDİYELER, YAPACAKLARI İŞLERE NASIL KARAR VERİYOR? Maalesef, Balıkesir’de 2009’dan sonra işbaşına gelen Belediye Başkanlarının hiçbiri, yaptıkları (ve yapacakları) işlerin ne derece faydalı ve gerekli olduğu hususunda hiçbir çalışma yapmadıkları için, fayda/maliyet analizleri de sağlıklı olarak yapılamıyor. Genel görünüşe bakılırsa, önce “elde ne kadar para (ve borçlanma imkanı) var” ona bakılıyor. Sonra, o paranın harcanabileceği işlerin neler olabileceği (ve işin kime yaptırılacağı) araştırılıyor ve yapılacak işlere karar veriliyor… Daha sonra ise, o işin “mevzuat”ı ve “yasal prosedürler”i inceleniyor. Eğer mevzuatta ve prosedürlerde bir sorun görülürse (şeytanın bile aklına gelmeyecek) birtakım dolambaçlı yollarla, o sorunlar bertaraf ediliyor. Böylece, sözde “halka hizmet” iddiası ve söylemleriyle harcanan paralarla yapılan işler, “halka hizmet amaçlı” olmaktan çok, “eldeki paranın kişisel çıkarlar çerçevesinde harcanması yolu” olarak kullanılıyor. Eskiden, herhangi bir devlet işiyle ilgili yolsuzluk ve suiistimal söylentileri çıktığında, bu söylentiler mutlaka araştırılır ve çoğu zaman ağır cezaların verilmesi söz konusu olurdu. Soruşturma sonucunda kusurlu görülen (ister siyasi, ister bürokrat olsun) kamu görevlileri, bulundukları resmi konumlarını sürdüremezler, çarptırıldıkları cezaları çekerlerdi. Çok açık söylemek gerekiyor ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidar olmasından itibaren, bu uygulama büyük ölçüde rafa kalkmış görünüyor. Resmi görevliler, yasayla yükümlü bulundukları işleri yaparak halka hizmet etmekten çok, AK Parti’nin siyasi çıkarlarına ne derece uygun işler yaptıklarına (ya da yapmadıklarına) göre değerlendiriliyorlar.   ESKİDEN, KAMU GÖREVLERİNE ATAMALARDA LİYAKAT ARANIRDI! Yine eskiden, herhangi bir devlet görevine atanabilmek için, yasal mevzuat ve kurumsal teamüllerle belirlenmiş “liyakat şartları ve kriterleri” vardı. Buna göre, herhangi bir resmi göreve atanacak kişinin, o görevle ilgili liyakatinin ne olduğu ya da olmadığı, öncelikli gözetilen bir konu olurdu. Ve yine çok açık söylemek gerekiyor ki, AK Parti’nin iktidar olmasından itibaren, maalesef böyle bir anlayış da kalmamıştır. Bilhassa o rezil 15 Temmuz tiyatrosundan bu yana, devlet (ve belediye) görevlerine yapılan tüm atamalar, devlet kademelerinde sadece AK Parti’nin, Belediyelerde ise, Belediye Başkanlarının mensup oldukları partilerin siyasi çıkarları gözetilerek yapılıyor. Liyakat ve işe uygunluk kriterlerine dair yasal mevzuat uygulanmadığı için de, her iş, yapanın kişisel inisiyatifine tabi oluyor. Devlet ve belediye işlerinde, yolsuzluk ve suiistimal konusunda da hiçbir resmi hassasiyet kalmadığından, her şey (sırtlarını AK Parti’ye ya da Belediye Başkanlarının partilerine dayayan) yapanın yanına kâr olarak kalıyor.   HAZİNE VE MALİYE BAKANI ŞİMŞEK: “ENKAZ DEVRALDIK!” Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart’ta yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri öncesinde, meydanlarda, “Bu ülkenin ekonomisinin sorumlusu benim.” diye konuşuyordu… Geçtiğimiz günlerde, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ülkemiz ekonomisiyle ilgili olarak, “Enkaz devraldık.” diye bir laf etti. Hatırlanacağı üzere, Erdoğan, bir konuşmasında, Mehmet Şimşek’i, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’la birlikte, “ülkeyi dolandırmakla” itham etmişti (*). Hiç kimse ona, “Enkazı kimden ve ne zaman devraldınız?” diye sormadı! Bu ve benzer sebeplerle sık sık, “Bu ülkenin sözde muhalefet partileri, AK Parti iktidarına destek olma dışında, acaba ne iş yapar?” diye düşünmeden edemiyoruz. Ülkemizle ilgili makroekonomik göstergeler, 2018’den bu yana uyarı sinyalleri veriyorken, eğitim durumu şaibeli olan Erdoğan, 17 Kasım 2021 tarihindeki, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda kendisini “ekonomi uzmanı” ilan etti ve halihazırdaki ekonomi literatürünü topyekun çöpe atarak, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur. Nas var nas…” dedi. Adamın, koskoca devleti, neredeyse tek başına sürüklediği ekonomi felaketi, ülkemize yüz milyarlarca Dolara maloldu! Şimdilerde ise, devlet çarkını çevirebilmek için, İngiliz ve Amerikalı tefecilerle dünyanın en ağır şartları altında pazarlık ediliyor. Erdoğan, bunun için “bakan” yapılan Mehmet Şimşek’i görevlendirdi. Tarih okuyanlar bilir, Osmanlı Devleti, 1800’lerin ortalarında batılı ülkelerden aldığı borçları ödeyememiş ve 1875’te “moratoryum (devlet iflası)” ilan etmişti; 1881’de de, alacaklı ülke temsilcilerinin yönetiminde, o meşhur “Duyun-u Umumiye” teşkilatı kurulmuştu. Ancak, buna rağmen borçlar ödenememişti ve o borçların, bugünkü parayla yaklaşık 460 milyar Dolar tutan bir bölümünü, üç yıl süren topyekun bir savaştan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ödemişti. Maalesef, Cumhuriyet döneminde de, Adnan Menderes tarafından (1958 yılında) ilan edilen, ikinci bir “moratoryum” hikayemiz daha var; ama, nedense kimse bunun lafını etmiyor bu ülkede!   YOLSUZLUKLAR, ARTIK “OLAĞAN” VE “NORMAL” HALE GELDİ! Son 22 yıl içinde Türkiye’de yaşanan ve bir şekilde ortaya çıkan (gelişmiş ülkelerde bakanların ve hükümetlerin istifalarına yol açacak ölçüde) daha önce emsalleri görülmemiş boyutlardaki yolsuzluk ve suiistimal olayları yazılacak olsa, ortaya, hatırı sayılır hacimde devasa bir külliyat çıkar. Örneğin, geçen haftaki yazımızda değindiğimiz, geçen yıl Kasım ayı sonlarında ortaya çıkan, “Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) Konya’daki silolarından 7.500 ton (300 kamyon) buğday çalınması” olayıyla ilgili Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın, sanki bu olayların kendisiyle hiçbir alakası yokmuş gibi, kılı bile kıpırdamadı. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi olmak üzere, 2002’den bu yana göreve gelen bazı siyasi yetkililerin servetlerindeki, görev süreleri içinde kendilerine yapılan meşru ödeme miktarları ile izah edilemeyecek büyüklükteki ölçüsüz artışlar, maalesef kimsenin derdi değil bu ülkede. Örneğin, Erdoğan hakkında ABD’de açılan “malvarlığı davası” ne oldu acaba? Söylentilere bakılırsa, Beyaz Saray yönetimi, bu davayı ABD-Türkiye ilişkilerinde, Erdoğan’a karşı bir “şantaj malzemesi” olarak kullanıyor! Bu iddianın ne derece doğru ya da yalan olduğu konusunda bilgisi olan kimse var mı bu ülkede? “Türkiye’nin, tek başına, yabancı bir ülke tarafından şantajla manipüle edilen biri tarafından yönetilmekte olduğu” düşüncesi ve ihtimali, neden kimse tarafından umursanmıyor bu ülkede?   DEVLETE VE ÜLKEYE KİM SAHİP ÇIKACAK? “Devlete ve ülkeye sahip çıkmak”, milletin aslî görevi ve yükümlülüğüdür. Bu görev, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından, öncelikle “Türk Gençliği”ne verilmiştir. Ne var ki, başta telefon ve bilgisayar olmak üzere, elektronik iletişim teknolojileri ile yaratılan sanal alemde yaşamakta olan günümüz gençliğinin, ülke ve millet olarak bugün karşı karşıya bulunduğumuz iç ve dış problemleri ve risk faktörlerini algılayabilecek bir ruh ve birikime sahip olduğunu söylemek çok zor. Ülke ve millet olarak, bugün karşı karşıya bulunduğumuz (orta ve uzun vadede karşılaşacağımız) iç ve dış problemleri ve risk faktörlerini algılayamayan gençlerden, ülkemizin ve cumhuriyetimizin bekası ile ilgili bir performans beklemek imkansızdır. Unutmayalım ki, 1299’da bağımsızlığını ilan eden Osmanlı Devleti’nin “çöküş süreci” 1683’teki II. Viyana Bozgunu ile başlamış ve devletin dağılması, yaklaşık 250 yıl sürmüştür. Bugün devletimizi yönetmekte olan siyasi kadroların şu ya da bu sebeple, sehven ya da kasten planlı olarak yapmakta oldukları yanlış işlerin faturaları fazla uzun olmayacak bir zaman içinde milletimizin önüne konulacaktır. Malûm, standart gelirlerinden fazla standart giderleri olanların saltanatları, kapıya icra memurları dayanıncaya kadar sürer. I. Dünya Savaşı’na bir de bu açıdan bakmak gerekiyor: Osmanlı, aldığı borçları ödeyemeyip, bir de moratoryum ilan edince, alacaklı ülkelerin kapıya silahla dayanmalarından başka çareleri var mıydı acaba? İşte, şu son zamanlarda, başta Suriye ve Afganistan olmak üzere, sözde Müslüman ancak çağın fevkalade gerisinde kalmış olan ülkelerden, hiçbir şekilde taşınamayacak büyüklükte bir “niteliksiz nüfus transferi” ile “Anayasa değişikliği” söylemleri arasında, ilginç bir şekilde sık sık tekrar edilmekte olan “federasyon, devletin üniter yapısının değiştirilmesi” vb. gibi söylemler, milletimize karşı, bahse konu “icra işlemleri”nin başlatılmak istendiğini gösteriyor. Ne var ki, bu tehlikeyi görebilecek bir toplum yaşamıyor bu ülkede. Ne yazıktır ki, rahmetli Atatürk’ün, Anadolu’da yaşamakta olan insanları tek bir millet haline getirme projesi, 1950’den itibaren sabote edilmiş ve nihayet bugün, halkımız “millet olma” özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu gibi toplumların ise, ülkelerine ve devletlerine sahip çıkabilmeleri imkansızdır! Ülke olarak, yüce dinimizi bizim aleyhimize kullanmakta olan ABD ve İngiltere’nin başını çektikleri güçler tarafından, adım adım sürüklenmekte olduğumuz bataklığın ise, hiçbir çıkış yolu yoktur!..   (*) https://www.tiktok.com/@ozethaberler/video/7240538758725127451  
Ekleme Tarihi: 18 Ağustos 2024 - Pazar

BU GİDİŞİN NEREYE OLDUĞUNU ZANNEDİYORUZ ACABA?

Balıkesir belediyesi eski başkanı rahmetli Sabri Uğur döneminde, yapılacak ya da içinde belediyenin de yer alacağı işler konusunda, konuyu Başkan’a sunan müdürlere başlıca şu iki soru sorulurdu:

Yapılacak iş her ne ise;

  1. “Faydalı” mı?
  2. “Gerekli” mi?

Bu her iki soruya da “evet” cevabının verilmesinden sonra, ayrıntılı olarak, o işin faydalarının neler olduğu araştırılır ve içinde bulunulan şartlar bakımından, gerek şehrin fiziki yapısı ve gerekse halkın (o günkü ve gelecekteki) ihtiyaçları bakımlarından önceliğinin ne olduğu incelendikten sonra da, yapılabilme şartları ile ilgili çalışmalar başlatılırdı. Nihayet, fayda/maliyet analizi yapıldıktan sonra, o işle ilgili planlar tamamlanır ve işin bütçesi oluşturulurdu. Böylece en son bütçesi de hazır olan işler, planlanan sürelerde tamamlanarak halkın hizmetine arz edilirdi. Yani, öyle üç kişinin kendi aralarında yaptıkları sohbette ortaya çıkan bir iş, belediye icraatı haline getirilemezdi.

Balıkesir’de, çeşitli bakanlıklara bağlı ve faaliyetleri vali tarafından koordine edilmekte olan “il müdürlükleri”nin çalışmaları, ilgili bakanlıkların mevzuatlarına ve politikalarına tabi olduğundan, bu müdürlüklerin, yapacakları işlerin, Balıkesir halkı açısından ne derece faydalı ve/veya gerekli olduğu konusunda çalışma yapmalarına gerek yoktur. Çünkü, başta vali olmak üzere, il müdürlerinin hiçbiri, oturdukları koltukları halka borçlu olmadıkları gibi, çoğunun halkla doğrudan ilişkileri de yoktur.

 

BELEDİYELER, YAPACAKLARI İŞLERE NASIL KARAR VERİYOR?

Maalesef, Balıkesir’de 2009’dan sonra işbaşına gelen Belediye Başkanlarının hiçbiri, yaptıkları (ve yapacakları) işlerin ne derece faydalı ve gerekli olduğu hususunda hiçbir çalışma yapmadıkları için, fayda/maliyet analizleri de sağlıklı olarak yapılamıyor. Genel görünüşe bakılırsa, önce “elde ne kadar para (ve borçlanma imkanı) var” ona bakılıyor. Sonra, o paranın harcanabileceği işlerin neler olabileceği (ve işin kime yaptırılacağı) araştırılıyor ve yapılacak işlere karar veriliyor… Daha sonra ise, o işin “mevzuat”ı ve “yasal prosedürler”i inceleniyor. Eğer mevzuatta ve prosedürlerde bir sorun görülürse (şeytanın bile aklına gelmeyecek) birtakım dolambaçlı yollarla, o sorunlar bertaraf ediliyor. Böylece, sözde “halka hizmet” iddiası ve söylemleriyle harcanan paralarla yapılan işler, “halka hizmet amaçlı” olmaktan çok, “eldeki paranın kişisel çıkarlar çerçevesinde harcanması yolu” olarak kullanılıyor.

Eskiden, herhangi bir devlet işiyle ilgili yolsuzluk ve suiistimal söylentileri çıktığında, bu söylentiler mutlaka araştırılır ve çoğu zaman ağır cezaların verilmesi söz konusu olurdu. Soruşturma sonucunda kusurlu görülen (ister siyasi, ister bürokrat olsun) kamu görevlileri, bulundukları resmi konumlarını sürdüremezler, çarptırıldıkları cezaları çekerlerdi. Çok açık söylemek gerekiyor ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidar olmasından itibaren, bu uygulama büyük ölçüde rafa kalkmış görünüyor. Resmi görevliler, yasayla yükümlü bulundukları işleri yaparak halka hizmet etmekten çok, AK Parti’nin siyasi çıkarlarına ne derece uygun işler yaptıklarına (ya da yapmadıklarına) göre değerlendiriliyorlar.

 

ESKİDEN, KAMU GÖREVLERİNE ATAMALARDA LİYAKAT ARANIRDI!

Yine eskiden, herhangi bir devlet görevine atanabilmek için, yasal mevzuat ve kurumsal teamüllerle belirlenmiş “liyakat şartları ve kriterleri” vardı. Buna göre, herhangi bir resmi göreve atanacak kişinin, o görevle ilgili liyakatinin ne olduğu ya da olmadığı, öncelikli gözetilen bir konu olurdu. Ve yine çok açık söylemek gerekiyor ki, AK Parti’nin iktidar olmasından itibaren, maalesef böyle bir anlayış da kalmamıştır. Bilhassa o rezil 15 Temmuz tiyatrosundan bu yana, devlet (ve belediye) görevlerine yapılan tüm atamalar, devlet kademelerinde sadece AK Parti’nin, Belediyelerde ise, Belediye Başkanlarının mensup oldukları partilerin siyasi çıkarları gözetilerek yapılıyor.

Liyakat ve işe uygunluk kriterlerine dair yasal mevzuat uygulanmadığı için de, her iş, yapanın kişisel inisiyatifine tabi oluyor. Devlet ve belediye işlerinde, yolsuzluk ve suiistimal konusunda da hiçbir resmi hassasiyet kalmadığından, her şey (sırtlarını AK Parti’ye ya da Belediye Başkanlarının partilerine dayayan) yapanın yanına kâr olarak kalıyor.

 

HAZİNE VE MALİYE BAKANI ŞİMŞEK: “ENKAZ DEVRALDIK!”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart’ta yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri öncesinde, meydanlarda, “Bu ülkenin ekonomisinin sorumlusu benim.” diye konuşuyordu… Geçtiğimiz günlerde, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ülkemiz ekonomisiyle ilgili olarak, “Enkaz devraldık.” diye bir laf etti. Hatırlanacağı üzere, Erdoğan, bir konuşmasında, Mehmet Şimşek’i, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’la birlikte, “ülkeyi dolandırmakla” itham etmişti (*). Hiç kimse ona, “Enkazı kimden ve ne zaman devraldınız?” diye sormadı! Bu ve benzer sebeplerle sık sık, “Bu ülkenin sözde muhalefet partileri, AK Parti iktidarına destek olma dışında, acaba ne iş yapar?” diye düşünmeden edemiyoruz.

Ülkemizle ilgili makroekonomik göstergeler, 2018’den bu yana uyarı sinyalleri veriyorken, eğitim durumu şaibeli olan Erdoğan, 17 Kasım 2021 tarihindeki, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda kendisini “ekonomi uzmanı” ilan etti ve halihazırdaki ekonomi literatürünü topyekun çöpe atarak, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur. Nas var nas…” dedi. Adamın, koskoca devleti, neredeyse tek başına sürüklediği ekonomi felaketi, ülkemize yüz milyarlarca Dolara maloldu! Şimdilerde ise, devlet çarkını çevirebilmek için, İngiliz ve Amerikalı tefecilerle dünyanın en ağır şartları altında pazarlık ediliyor. Erdoğan, bunun için “bakan” yapılan Mehmet Şimşek’i görevlendirdi. Tarih okuyanlar bilir, Osmanlı Devleti, 1800’lerin ortalarında batılı ülkelerden aldığı borçları ödeyememiş ve 1875’te “moratoryum (devlet iflası)” ilan etmişti; 1881’de de, alacaklı ülke temsilcilerinin yönetiminde, o meşhur “Duyun-u Umumiye” teşkilatı kurulmuştu. Ancak, buna rağmen borçlar ödenememişti ve o borçların, bugünkü parayla yaklaşık 460 milyar Dolar tutan bir bölümünü, üç yıl süren topyekun bir savaştan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ödemişti. Maalesef, Cumhuriyet döneminde de, Adnan Menderes tarafından (1958 yılında) ilan edilen, ikinci bir “moratoryum” hikayemiz daha var; ama, nedense kimse bunun lafını etmiyor bu ülkede!

 

YOLSUZLUKLAR, ARTIK “OLAĞAN” VE “NORMAL” HALE GELDİ!

Son 22 yıl içinde Türkiye’de yaşanan ve bir şekilde ortaya çıkan (gelişmiş ülkelerde bakanların ve hükümetlerin istifalarına yol açacak ölçüde) daha önce emsalleri görülmemiş boyutlardaki yolsuzluk ve suiistimal olayları yazılacak olsa, ortaya, hatırı sayılır hacimde devasa bir külliyat çıkar. Örneğin, geçen haftaki yazımızda değindiğimiz, geçen yıl Kasım ayı sonlarında ortaya çıkan, “Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) Konya’daki silolarından 7.500 ton (300 kamyon) buğday çalınması” olayıyla ilgili Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın, sanki bu olayların kendisiyle hiçbir alakası yokmuş gibi, kılı bile kıpırdamadı.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi olmak üzere, 2002’den bu yana göreve gelen bazı siyasi yetkililerin servetlerindeki, görev süreleri içinde kendilerine yapılan meşru ödeme miktarları ile izah edilemeyecek büyüklükteki ölçüsüz artışlar, maalesef kimsenin derdi değil bu ülkede. Örneğin, Erdoğan hakkında ABD’de açılan “malvarlığı davası” ne oldu acaba? Söylentilere bakılırsa, Beyaz Saray yönetimi, bu davayı ABD-Türkiye ilişkilerinde, Erdoğan’a karşı bir “şantaj malzemesi” olarak kullanıyor! Bu iddianın ne derece doğru ya da yalan olduğu konusunda bilgisi olan kimse var mı bu ülkede? “Türkiye’nin, tek başına, yabancı bir ülke tarafından şantajla manipüle edilen biri tarafından yönetilmekte olduğu” düşüncesi ve ihtimali, neden kimse tarafından umursanmıyor bu ülkede?

 

DEVLETE VE ÜLKEYE KİM SAHİP ÇIKACAK?

Devlete ve ülkeye sahip çıkmak”, milletin aslî görevi ve yükümlülüğüdür. Bu görev, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından, öncelikle “Türk Gençliği”ne verilmiştir. Ne var ki, başta telefon ve bilgisayar olmak üzere, elektronik iletişim teknolojileri ile yaratılan sanal alemde yaşamakta olan günümüz gençliğinin, ülke ve millet olarak bugün karşı karşıya bulunduğumuz iç ve dış problemleri ve risk faktörlerini algılayabilecek bir ruh ve birikime sahip olduğunu söylemek çok zor. Ülke ve millet olarak, bugün karşı karşıya bulunduğumuz (orta ve uzun vadede karşılaşacağımız) iç ve dış problemleri ve risk faktörlerini algılayamayan gençlerden, ülkemizin ve cumhuriyetimizin bekası ile ilgili bir performans beklemek imkansızdır.

Unutmayalım ki, 1299’da bağımsızlığını ilan eden Osmanlı Devleti’nin “çöküş süreci” 1683’teki II. Viyana Bozgunu ile başlamış ve devletin dağılması, yaklaşık 250 yıl sürmüştür. Bugün devletimizi yönetmekte olan siyasi kadroların şu ya da bu sebeple, sehven ya da kasten planlı olarak yapmakta oldukları yanlış işlerin faturaları fazla uzun olmayacak bir zaman içinde milletimizin önüne konulacaktır. Malûm, standart gelirlerinden fazla standart giderleri olanların saltanatları, kapıya icra memurları dayanıncaya kadar sürer. I. Dünya Savaşı’na bir de bu açıdan bakmak gerekiyor: Osmanlı, aldığı borçları ödeyemeyip, bir de moratoryum ilan edince, alacaklı ülkelerin kapıya silahla dayanmalarından başka çareleri var mıydı acaba?

İşte, şu son zamanlarda, başta Suriye ve Afganistan olmak üzere, sözde Müslüman ancak çağın fevkalade gerisinde kalmış olan ülkelerden, hiçbir şekilde taşınamayacak büyüklükte bir “niteliksiz nüfus transferi” ile “Anayasa değişikliği” söylemleri arasında, ilginç bir şekilde sık sık tekrar edilmekte olan “federasyon, devletin üniter yapısının değiştirilmesi” vb. gibi söylemler, milletimize karşı, bahse konu “icra işlemleri”nin başlatılmak istendiğini gösteriyor. Ne var ki, bu tehlikeyi görebilecek bir toplum yaşamıyor bu ülkede.

Ne yazıktır ki, rahmetli Atatürk’ün, Anadolu’da yaşamakta olan insanları tek bir millet haline getirme projesi, 1950’den itibaren sabote edilmiş ve nihayet bugün, halkımız “millet olma” özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu gibi toplumların ise, ülkelerine ve devletlerine sahip çıkabilmeleri imkansızdır! Ülke olarak, yüce dinimizi bizim aleyhimize kullanmakta olan ABD ve İngiltere’nin başını çektikleri güçler tarafından, adım adım sürüklenmekte olduğumuz bataklığın ise, hiçbir çıkış yolu yoktur!..

 

(*) https://www.tiktok.com/@ozethaberler/video/7240538758725127451

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.