Sarp Sınır Kapısı, her iki ülke tarafından da yenilenmiş… Her iki tarafta da, daha önce tek gidişli-gelişli olan yollar yenilenmiş, bölünmüş yollar yapılmış. Çoruh nehri köprüsüne varıncaya kadar, Batum’da yükselen gökdelenlerin siluetlerinin dışında, her şey, eskisi gibi yerli yerinde görünüyor.
Köprüden sonra Batum’u tanıyamaz oldum; buraya gelmeyeli 20 yıldan fazla olmuş! 20 yıllık süreye göre değerlendirildiğinde, şehirde gördüğümüz değişim epey abartılı geliyor. Tek tek sayma imkanı kalmayacak kadar çoğalmış olan bu yüksek binaların neredeyse tamamı otel; daha doğrusu “kumarhane”…
Ancak birkaç tanesi (son zamanlarda Türkiye’de de pek moda olan tabirle söyleyecek olursak), “residence”… Tam Türkçe karşılığı “konut” demek olan bu kelime, bizde olduğu gibi, Batum’da da, “konuttan öte bir şeymiş” gibi kullanılıyor!
Eski dostlarımızdan birine, “Batum’da, bu kadar otelin ekonomisini döndürecek kadar yüksek gelir getiren ne gibi işler var?” diye soruyoruz. Dostumuzun cevabı tek kelime: “Hiçbirşey.”
Öyleyse? Yani, bu çarkı döndüren suyun kaynağı ne?
Akıllara zarar paralar harcanarak, azami derecede lüks olarak inşa edilen tüm bu binaları yapanları ekonomik bakımdan tatmin eden tek şey, kumar… Ve bu durumun, o ülkenin halkına yansıyan hiçbir yararı yok maalesef. Bu otellerde, stratejik yöneticilerin haricinde, şu ya da bu şekilde müşterilerle temas halinde olan personelin tamamı, birkaç yabancı dili çok iyi derecede konuşabilen, birbirinden güzel ve seçme, kahir ekseriyeti Rus ve Ukraynalı genç hanımlardan oluşuyor. Otellere girdiğinizde, kendinizi, bir güzellik yarışmasının yapıldığı bir binada, kulis bölümünde zannedebilirsiniz.
YÜZLERCE KUMARHANE
Kapılarda, abartılı alâka ile karşılanan her müşteriye, özel bir “hostes” hizmet ve refakat ediyor. O müşteri otelden ayrılıncaya kadar, her talebini karşılamak o elemanın görevi. Ve en önemli görev; “o müşterinin otelin kumarhanesine ne kadar para ile gireceğinin doğru bir şekilde öğrenilmesi”… Gerçi bu konuda, müşteri otele gelmeden önce, “müşteri ilişkileri” ofisi, epeyce ön bilgiye sahip oluyor; ama, neticede adam geldiğinde, son durumun da çek edilmesi gerekiyor!
Eğer müşteri otel için “tatminkâr” bir seviyede para ile gelmişse, artık onun için o otelde “yok” diye bir şey kalmamış oluyor!.. Eğer müşteri tatminkar bir para ile gelmemişse, onun yanındaki para bitinceye kadar otelde tutuyorlar, ondan sonra olabildiğince hızlı ve “kibar” bir şekilde “paketleyip” gideceği yere kadar gönderiyorlar. Ve Batum, bu hali ile, kumar ve buna bağlı zevk-eğlence sektöründe, ABD’nin Las Vegas şehri ile rekabet etmekte olduğunu düşündürüyor.
“TÜRKİYE’DE NE OLUYOR DA, TL’NİN DEĞERİ BU KADAR DÜŞÜYOR?”
Gürcistan’da, alışverişlerde asla ve asla Gürcü Larisi’nden başka para kullanılmıyor! Eğer Lari’niz yoksa, gidip bir döviz büfesinde dövizinizi bozdurmalısınız. Ticari işyerleri, sattıkları ürünlerin ve verdikleri hizmetlerin bedelini mutlaka Lari ile tahsil ediyorlar. Geçen yıl Gürcistan’a giden bir arkadaşım, 1 TL’nin 1,5 Gürcü Larisi olduğunu söylemişti. Bu sefer ben bir döviz büfesinden 300 TL karşılığında 100 Lari alabildim. Bu durum bana garip geldi ve büfedeki adama, “Yakın zamana kadar 1 TL 1,5 Lariydi, bu nasıl oluyor? Gürcistan’ın ekonomisi bu kadar mı güçlendi?” diye sordum. “Yok, Gürcistan’da ekonomi giderek geriye gidiyor. Ama, biz, son iki yıldır, Türkiye’de ne oluyor da TL’nin değeri bu kadar düşüyor, onu anlayamıyoruz.” dedi.
“SOFRA” DEĞİL, ADETA AKADEMİ: GÜRCÜ SOFRASI
Gürcistan’a gidip de, geleneksel bir sofrada şarap içmediyseniz, “Gürcü Sofrası” denen şeyin ne olduğunu anlayamazsınız. Gürcüler, dünyanın en kaliteli ve en güzel şaraplarını kendilerinin ürettiklerine inanırlar. Bunda ne kadar haklı olduklarını görmek için ise, şaraptan “anlamak” ve o şarapları “tatmış” olmak gerekiyor.
Gürcü sofrasında, masada oturanlara ikram edilmek üzere hazırlanmış olan yemeklerin ve yiyeceklerin tamamı (ortalama 30 çeşitten fazladır) aynı anda o masadadır; aynı şekilde içecekler de... Sıcak yemekler, masa devem ettiği sürece (ki bu süre genelde 4 ilâ 6 saattir), ortalama 15-20 dakika arayla servis edilir.
Sofrada oturanlar arasından, belli bir saygınlığı ve entelektüel özellikleri olan biri, “Tamada” unvanı ile masadaki sohbeti yönetir ve kadeh kaldırılacak konuları belirler. Kadeh kaldırılan konuya, entelektüel derinlik ve kapasite gerektiren bir giriş yaptıktan sonra, ilk kadehi kendisi tek başına içer.
Ardından, soldan sırayla herkes, tek tek kadehini kaldırır ve Tamada’nın giriş yaptığı konuda kendi düşüncelerini ifade ettikten sonra, yine tek başına kadehten bir yudum alır (ya da konu o kişi için bir özellik taşıyorsa, tümünü içer). Masadaki son kişi de o konuda kadehini kaldırdıktan sonra, takriben 5 ilâ 15 dakika kadar bir “serbest sohbet” süresi olur; ve, Tamada, bir sonraki konuya kadeh kaldırdığında, serbest sohbetler kesilir ve dikkatle dinlenir.
Bu arada, eğer masadakilerden biri özel bir konuda kadeh kaldırmayı arzu ederse, bunu, herkesin duyacağı bir şekilde Tamadaya söyler ve izin alır. İzin verildikten sonra, o konu ile sınırlı olmak üzere, o kişi Tamadalık yapar ve masadakiler, yine o kişinin solundan itibaren aynı konuya katkı yaparak içkilerini içerler…
BİR “CANLI TARİH” MÜZESİ: TİFLİS
Türkiye'den, Ardahan’ın Göle ilçesi dolaylarından doğup, Azerbaycan’da Sabirabad şehrinde Aras’la birleştikten sonra Hazar Denizi’ne dökülen Kura nehrinin iki tarafında, 4. yüzyıl ortalarında kurulan Tiflis (Tbilisi), bugün adeta, canlı tarih müzesi gibidir. Ne var ki, 1,1 milyon nüfusun yaşadığı şehrin o muhteşem tarihsel dokusu ile uyuşmayan, tek tük gökdelenlerin inşa edilmekte olduğunu üzülerek gördük!
Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmadan hemen önce, 28 Nisan 1991 tarihinde, ilk olarak bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın, o günlerde 5,5 milyon olan nüfusu, bugün 4 milyonun altına düşmüş. Ve maalesef, bu ülkeden batılı Avrupa’ya ve Amerika’ya göç devam ediyor.
Ülkeye, kayda değer yabancı sermaye gelmiyor; istihdamı ve üretimi arttıracak türden yatırımlar yapılmıyor. Kumar ve kumara bağlı turizmden elde edilen gelirin nereye gittiğini ise bilen yok!