Bugünlerde, “düğün sezonu”nun başlaması nedeniyle, bu yazımızı, Balıkesir’in evlere şenlik “tek tip” düğünlerine ayırdık.
Aslında, sanırım taa 1980’lerde başlayan “düğün dejenerasyonu”nu, ben 2005 yılında Balıkesir’e geldikten sonra fark ettim. Balıkesir düğünlerinde dikkatimi çeken ve bir türlü neden öyle olduğunu anlayamadığım hususlar şunlar:
- Mantıksız, seviyesiz ve yayvan ağızla konuşmayı sanat zanneden, ama tek marifetleri, ellerindeki enstrümanlarla dehşet verici düzeyde “gürültü yapmak” olan “düğün çalgıcıları”,
- Kendilerinin (ve maalesef halkımızın da) “müzik” dediği, sadece Ankara, doğu ve güneydoğu Anadolu türküleri ile roman havalarından oluşan ve “olabildiğince rezil bir gürültü” olarak icra edilen repertuvar,
- Çalan müzik(!?) değişse de, pisttekilerin aynı şekilde ve aynı ritimde sallanmaya devam etmeleri,
- Davetlilerin, düğün salonlarında hiçbir görgü ve nezaket kurallarına uymamaları,
- Davetliler tarafından yeni evli çifte takdim ettikleri hediyelerin “yazılı kayıt altına” alınması,
- “Pasta kesme merasimi”,
- “Takı merasimi”,
- Hiçbir mantığı ve anlamı olmayan, sözüm ona alelade ikramlar,
- İnsanların, hiç de gitmek istemedekileri düğünlere, sırf “görünmek” için gitmeleri…
Benim, konuyla ilgili listem, kabaca bu kadar. Ama, eminim, sizler bu listeye, pek çok madde daha ekleyebilirsiniz.
HER KÖYÜN DÜĞÜNÜ, DİĞERLERİNDEN FARKLI OLURDU
Yaşları müsait olan okurlarımız hatırlayacaklardır, her köyün kendine mahsus düğün adetleri ve görenekleri olurdu. Öyle ki, köylülerin şehir merkezlerinde yaptıkları düğünlerde de, kendilerine mahsus adet ve gelenekler açıkça fark edilirdi. 80’li yılların sonlarına kadar, şehirlerimizde tek-tük düğün salonları olsa da, insanlar, düğünlerini mahalli çalgılar eşliğinde, köy meydanlarında (şehirlerde de, evlerinin bulunduğu sokaklarda) yaparlardı.
Balıkesir ve çevresinde her düğünde oynanan ortak oyunlar olurdu: Örneğin, sadece müzikleri değil ritmleri ve figürleri de birbirilerinden tamamen farklı olan, “Ağır Hava”, “Karşılama”, “Bengi”, “Çiftetelli” ve “Halay” gibi… 2005 yılından bu yana, bazı düğünlere davet edilen amatör halkoyunları ekipleri haricinde, davetlilerin bu oyunları oynadıklarını hiç görmediğim gibi, oynamak isteyen olduğunda da, düğün çalgıcıları rahat bir şekilde, “o bizde yok” diyebiliyorlar.
Halbuki, eskiden çoğu davul-zurnadan oluşan düğün çalgıcıları, kendilerine böyle bir talep geldiğinde, “bu bizde yok” demeyi çok ciddi bir mesleki zafiyet olarak görürlerdi ve talep edenden, ağızla melodisini dinleyip, hiç olmazsa, ritme uygun bir şeyler çalmaya gayret ederlerdi.
DÜĞÜNLERDE OYNAMANIN DA BİR ADABI-DÜZENİ OLURDU
Düğünlerdeki bir diğer husus da, çalgı çalmaya başladığında, önüne gelen piste(meydana) fırlayıp oynamaya kalkmazdı! Oyuna kalkacaklar, kendi aralarında gruplar halinde belli bir düzenle sırayla meydana çıkar, Ağır Hava ile başlayarak, Halay’la bitirir, meydanı bir diğer gruba bırakırlardı. Bu düzende, herkes, kendi oyun kabiliyetini azami derecede ortaya koymaya çalıştığından, gerçek bir estetik ziyafet (ve rekabet) yaşanırdı.
TOPLU GÜRÜLTÜ İŞKENCESİNE “DÜĞÜN” DİYORLAR!
Günümüzdeki o tek tip düğünlere katılmak, şahsen benim için, çok ciddi bir işkenceden başka bir şey değil. İnsanlar, yaz boyunca, çoğu zaman haftada birkaç kez olmak üzere, adına düğün denen bu “toplu gürültü işkencesi”ne nasıl ve neden dayanıyorlar hiç anlayamıyorum! Sanırım, insanların bu işkencelere katlanmalarının en önemli sebebi, “eş-dost ve akraba hatırı” olsa gerek, ki, en azından, benim yakamı kurtaramadığım gerekçe budur!
Bu arada şunu da hemen belirteyim: Ben burada, köy ve ilçe farkı olmaksızın, düğünlerin hep aynı formatta ve aynı müziklerle(!?) yapılıyor olmasından şikayet ediyorum; ama, emin olun, bu format, tüm ülke genelinde de yaygın. Şu son bir yıl içinde, Erzurum, Elazığ, Artvin, Adana, Edirne, Gaziantep ve Antalya’da katıldığım düğünlerin, Balıkesir’deki düğün salonlarındakilerden hiçbir farkı yok; aynı yayvan ağızlı şarkıcılar, aynı melodiler ve pistte aynı Balıkesirliler gibi sallanmakta olan insanlar! O yörelere ait en küçük bir farklı emare görmedim ve buna çok şaşırıyorum.
GAZİANTEP’TE DE, DÜĞÜNLER AYNI BİZDEKİ GİBİ
Gaziantep’te katıldığım düğünde, damadın babası, mikrofonu eline aldı, beni takdim ettikten sonra, benden bir zeybek örneği sunmamı istedi. Ben de teklifi memnuniyetle karşıladım ve, eğer misafirler arasında bana eşlik etmek isteyenler olursa memnun olacağımı belirterek, çalgıcılardan, ünlü Harmandalı zeybeğini çalmalarını rica ettim. Çalgıcılar, “o müzik bizde yok, internetten indirelim” dediler ve o şekilde, birkaç katılımcı ile birlikte Harmandalı oynadık. Sonra da, öğrencilik yıllarımda, Gaziantep Halkoyunları Ekibinde oynadığımı söyledim ve çalgıcılara, en çok bilindiğini düşündüğüm Dokuzlu’yu çalmalarını rica ettim. Onu da çalamayacaklarını söyleyince, “Peki” dedim, “Oğuzlu’yu çalın o zaman”… Maalesef, bilmiyorlardı!
İlginç bir şekilde, en doğudan en batıya ve kuzeyden güneye tüm ülkede düğün çalgıcıları hep Ankara, doğu ve güneydoğu Anadolu türküleri ile roman havalarından oluşan aynı müzikleri çalıyorlar ve pistlerde, insanlar hep aynı şekilde sallanıyorlar!
GLOBALLEŞMENİN “TEK TİPLEŞTİRME” POLİTİKALARI
80’lerin sonlarından itibaren, etkisini tüm dünyada yoğun bir şekilde hissettiren globalleşme sürecinin, insanları, sadece giyimde-kuşamda değil, düğün gibi, yerel adet ve geleneklerin gösteri platformunu bile, nasıl böylesine “tek tip” haline getirmiş olduğunu anlamak mümkün değil! Görünen o ki, son 30-40 yıldır tüm dünyayı etkisi altına alan globalleşme rüzgarı, yerel farklılıkları hızla ortadan kaldırıyor. Geri kalmış toplumlar, maalesef bu rüzgarın etkilerinden kendilerini kurtaramıyorlar!
BİLİM VE EKNOLOJİ ÜRETENLER, HER ŞEYİ DÖNÜŞTÜRÜYORLAR
İnsanların günlük yaşamlarına giren, otomobil, telefon, radyo-televizyon, bilgisayar, internet vb gibi tüm yeni unsurlar, yerel yaşam farklılıklarını akıl almaz bir hızla ortadan kaldırıyor. Bilimsel ve teknolojik buluşlar yaparak, insanların hayatına kendileri yeni unsur katamayan Türkiye gibi ülkeler, bilim ve teknolojide ileri olan toplumlardan kaynaklanan rüzgarlarla savrulmakta oldukların bile anlayabilecek entelektüel düzeylere gelemiyorlar. Onlar, ancak, başka milletlerin icat ettikleri ve üreterek hayata kattıkları araçlarla, kendi hayatlarına güya “konfor” sağlayabilecekleri vehmi ile, kendilerini, emperyalistler için “gönüllü pazarlar” haline dönüştürüyorlar.
Evrensel bilim ve teknolojiye hiçbir katkı yapma güçleri bulunmayan toplumların, gerek kendi içlerindeki (gerçekte incir çekirdeğini bile doldurmayacak) saçma-sapan gündem konuları ile itişip-kakışmaları ve gerekse, diğer ülkelere yansıttıkları etki ve talepleri ile, ne kadar zavallı ve gülünç bir manzaranın parçası olduklarını bile anlamıyorlar!
KENDİMİZE DIŞARIDAN BAKMANIN ÖNEMİ
Ülke genelinde bulunduğumuz seviyeyi doğru algılayabilmemiz için, Balıkesir dışına çıkmamız ve ülkenin diğer bölgelerindeki iş, üretim ve yaşam koşullarını kendimizle kıyaslayarak eksik ve aksayan taraflarımız ile, üstünlüklerimizi doğru görmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor. Örneğin, Türkiye’nin en iyi etlerini üreten bu ilde, acaba neden et ürünleri konusunda hiçbir markamızın olmadığını, başka şehirlerde örnekleri görülen yüksek nitelikli et restoranlarından tek bir tanesinin bile Balıkesir’de olmadığını anlamaya çalışmalıyız.
Aynı şekilde, dünyanın en nefis zeytinyağlarının üretildiği Edremit Körfezi bölgesi gibi muhteşem bir coğrafyada, neden (bırakalım dünya çapında olmasını) ülke çapında tanınmış bir zeytinyağı markasına sahip olmadığımızı düşünmemiz lazım.
TÜRKİYE VE DÜNYA ÇAPINDA İŞLER YAPMAK!
Sadece ülkemizin değil, dünyanın da en zengin coğrafyasında, neden bu derece düşük seviyede ve fakir bir hayat yaşadığımızın sebeplerine kafa yormamız gerekiyor. Geçmişte, İsmail Akçay gibi dünyaca ünlü sporcuların yetiştiği, Türk Milli Eğitimine yüksek nitelikli öğretmenler yetiştirmesi ile tanınan Necatibey Eğitim Enstitüsü’nün bulunduğu Balıkesir’de, günümüzde, hiçbir alanda Türkiye ve Dünya ölçeğinde tanımış insanımız ve kurumumuz yok!
1982 yılında Uludağ Üniversitesi’ne bağlanarak “Necatibey Eğitim Fakültesi” adını alan, 1992’de Balıkesir Üniversitesi’nin kurulması ile buraya bağlanan okulun, Türkiye’de bugün adı-esamesi bile okunmuyor!
Balıkesir ve Balıkesirliler olarak, her alanda ağır bir şekilde kendisini hissettiren bu pejmürdelikten kurtulmamız; yerel anlamda, bize ait olan özelliklerimiz, çağdaş yaşamda fonksiyonel hale getirerek yaşatmalıyız.
Eğer, tüm dünyayı tek tipleştirmeye çalışan globalleşme politikalarının sahipleri olan emperyalist güçlerin ellerinde oyuncak olmak istemiyorsak, her alanda, kendimize mahsus özelliklerimizi çağdaş yaşamın gereklerine göre yeni baştan formatlamamız ve sürdürülebilir hale getirmemiz ve bu tavrımızı tüm dünyaya anlatarak, “kabul ettirmemiz” gerekiyor.
Kalın sağlıcakla…