Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

CHP DÜZELMEDEN, TÜRKİYE DÜZELMEZ!

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra, Anavatan Partisi (ANAP)’nin iktidar mevkiine oturtulduğu siyasi yapı, “dışa açılma” söylemiyle, Türk toplumunun milli kimliğini oluşturan ve “üniter devlet”in mihverini teşkil eden sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik faktörleri ciddi ölçülerde dejenere etti. Batılı emperyalistler, Türkiye’ye yönelik planlarının 1980-2000 yıllarını kapsayan aşamasını gerçekleştirdikleri (iktidarı ve muhalefeti ile birlikte) siyasi kadroyu, 2002’den sonra değiştirdiler. Bu ikinci kadro için hazırlıklara, 1990 yılından itibaren başladıkları ve hesaplarında küçük bir sapma ile 2002’de siyasi kadro değişimini gerçekleştirdikleri artık kimse için sır değil. Türkiye’ye yönelik olarak, “ABD-İsrail-İngiltere” ortak inisiyatifi ile yürütülmekte olan bir program kapsamında, toplumda belli düzeylerde karşılığı bulunan siyasi kamplarda, uzun yıllar evvel “kuluçkaya yatırdıkları” elemanlarını, 1990 yılından itibaren, birer-ikişer kabuklarından çıkardılar ve 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde, halkın gözünde “umut” haline getirdiler.   OLAN BİTENİ, 21 YILDIR ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİZ! Bizim, “28 Şubat-Recep Tayyip Erdoğan” ekseninde izlediğimiz olaylar zincirinin, ülkemize yönelik yeni bir siyasi planın devreye alınması ile ilgili olduğunu, millet olarak okuyamadık, anlayamadık… Neticede, hakkında verilen (ancak, kamu vicdanınca onaylanmayan) yargı kararları ile siyasi bakımdan, “muhtar bile olamayacak” denilen Erdoğan’ın (diploma handikapına ve Anayasa’ya rağmen), BOP’un sahipleri (ABD, İsrail ve kısmen İngiltere) tarafından, Cumhurbaşkanlığı makamına “üçüncü defa” nasıl oturtulduğuna dair “sahne performansları”nı, milletçe pür dikkat izledik… Ama, gözlerimizin önünde cereyan eden tüm bu olan-bitenlerden, ancak az bir kısmı, “ülkemizin tehlikeli bir bataklığa sürüklenmekte olduğu”nun farkında; ancak, halkımızın kahir ekseriyeti, tamamı gözlerimizin önünde cereyan eden icraatlara rağmen, maalesef hiçbir şey anlayabilmiş değil!..   MEVCUT SİYASİLERLE, BU GİDİŞAT DURDURULABİLİR Mİ? Çeyrek yüzyılı aşkın bir süreden bu yana, milletimizin zihninde estirilmekte olan siyasi fırtınanın, görünürdeki şartlarda ve mevcut “siyasi aktörler”le durdurulamayacağı, maalesef halkımız ve evlere şenlik aydınlarımız tarafından algılanamıyor! Her ne kadar, kökenleri (daha önceki yazılarımızda da söz konusu ettiğimiz üzere) Osmanlı Devleti’nin çöküş ve yıkılış dönemlerinde olsa da, Cumhuriyet dönemi siyasi yapımızın ana kaynağı, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’dir. Bu nedenle, CHP’nin kendi özüne dönmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin bekası açısından, anahtar niteliğinde önemli bir husustur. Kısacası, “CHP kendi özüne dönmeden, Türk siyaseti de, Türkiye de düzelmez, düzeltilemez!”   CHP’NİN TÜRK SİYASETİNDEKİ YERİ ANLAŞILAMAMIŞTIR! Maalesef, CHP’nin geçmişi ve Türkiye’nin siyasi tarihi, akademik olarak, bilimsel yöntemlerle yeterince incelenmemiş, araştırılmamıştır. Bu nedenle, son bir asırlık yakın geçmişimizle ilgili olaylar üzerinde (hem de, eldeki sayısız belgelere rağmen), iflah olmaz tartışmalar devam etmektedir. Israrla ve inatla kamuoyu önünde sürdürülmekte olan bu tartışmaların belli başlı aktörleri arasında, tek bir tane bile tarihçinin olmaması acayip bir durumdur. Belli siyasi çıkarlar çerçevesinde, alelade demagojik düzeyde tartışılan konuların cahili olan insanlar, hitabet becerisi yüksek olan ve gündemdeki sorunların kaynağını (12 Adalar’ın, Lozan’da Yunanlılara verildiği gibi), yalan-yanlış ifadelerle, geçmişteki olaylara bağlayarak anlatan demagoglara daha çok inanmaktadır. Örneğin, 1923’ten 2002 yılına kadar yapılmış olan ve birileri tarafından olumsuz olarak nitelendirilen tüm icraatlar, ilginç bir şekilde CHP’nin eksi hanesine yazılmaktadır. Halbuki, o söz konusu edilen 89 yılın sadece ilk 27 yılı CHP’ye, 1950 yılından sonraki 52 yıl ise, CHP’nin karşısındaki diğer partilere aittir. Bu süre içinde, 1977-79 yıllarındaki (42. Hükümet, 05 Ocak 1978-12 Kasım 1979) 22 ayı saymazsak, birkaç koalisyon ortaklığı dışında, CHP hiç tek başına iktidara gelememiştir. Aynı şekilde, CHP döneminde tek bir tane bile cami kapatılmamışken, “CHP camileri kapattı” diye, yalana dayalı propaganda yapmakta olanlar karşısında, gerçeklerin halka anlatılamıyor olması, bir diğer ilginç durumdur.   HALKIN GÖZÜNDEN KAÇIRILAN GERÇEKLER 1950 yılından, yani Demokrat Parti (DP)’den itibaren tek başlarına iktidara gelen Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP) ve nihayet Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), tümüyle CHP karşıtı ve aynı istikamette, birbirlerine yakın ve paralel siyasi çizgideki partilerdir. Bu gerçeğe rağmen, 2002 yılına kadarki tüm olumsuz icraatlar, kolaylıkla CHP’ye mal edilebilmektedir. Bu durum ise, Türk ve Türkiye düşmanlarına çok ciddi “siyasi istismar” alanları açmakta, doğrudan ve/veya dolaylı “dış destekli siyasetçiler”in, halkın gözünde değer kazanmalarını sağlamaktadır. Atatürk’ün vefatından tam 9 ay 21 gün sonra, Hitler Almanyası’nın Polonya’ya saldırması ile patlak veren II. Dünya Savaşı, hem Türkiye, hem de CHP için çok büyük bir talihsizlik oldu. Buna rağmen, CHP savaş yıllarındaki dünya şartlarını Türkiye için avantaj olarak değerlendirememiş olsa da, “ülkemizi savaşa sokmadan”, 56 milyondan fazla insanın hayatına malolan bu badireyi atlatabilmiş olmasını, başarı olarak değerlendirmek gerekiyor. En başından bu yana (hatta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti döneminden beri) CHP içinde varlıklarını sürdüren “rakip siyasi gruplar”, Atatürk’ten sonra yerine gelen İsmet İnönü ve ekibine karşı birlikte hareket etmeye başladılar. İnönü ve arkadaşları II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Türkiye’ye yönelik problemlerle boğuşurlarken, bu rakip siyasi gruplar, parti tabanında kendilerine yandaş toplama çalışmaları yapma fırsatı buldular.   CHP MUHALEFETTE, KENDİ ORİJİNAL YAPISINI KORUYAMADI! İnönü ve ekibinin, parti içinde bunlarla uğraşacak vakitleri (ve belki imkanları da) yoktu! 02.09.1945 tarihinde, II. Dünya Savaşı’nın bitimi ile nefes alma imkanı bulan İnönü, parti içinde daha önce parçalı halde bulunan muhalif grupların birleştiklerini ve kendisine karşı güçlü bir siyasi blok teşkil ederek, parti içinde etkin hale geldikleri gerçeği ile yüz yüze geldi. Ne pahasına olursa olsun, “doğru bildiği yolda taviz vermeme kültürü”nden gelen İnönü ile bu blokun arası hızla gerilmeye başladı ve savaşın bitimini takip eden birkaç ay içinde ipler koptu. 07.07.1945 tarihinde İnönü’ye karşı parti grubunda “Dörtlü Takrir”i verenlerle birlikte CHP’den ayrılanlar, Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliklerinde, 07 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP)’yi kurdular. DP’nin ABD ve NATO destekli, Türkiye’deki ilk “proje partisi” olduğu, bugün bile hakkı ile anlaşılabilmiş değildir. DP’yi kuranların ayrılmalarından sonra CHP, aslına uygun bir şekilde kendisini yeni baştan yapılandıramadı! 1946-1950 yılları arasındaki iktidar döneminde, TBMM’de ilk defa resmen, kendi dışında farklı bir partinin muhalefeti ile karşılaşan CHP yönetiminin, iç siyaset açısından, bu dönemi başarı ile yürütebildiği söylenemez! 1950’de yapılan Milletvekili Genel Seçimleri’ni, DP’nin ezici bir üstünlükle kazanmış olmasını, başka türlü izah etmek mümkün değildir.   KUVA-YI MİLLİYE DÖNEMİNİN MANDACILARI VE DÜŞMAN YANLILARI BAŞKALDIRIYOR 1950’de, 487 sandalyeli TBMM’de, 416’ya karşı 69 milletvekili ile muhalefete düşen CHP, bocalamaya ve toplum nezdinde, ciddi bir şekilde prestijini yitirmeye başladı. Düşmanın, Dumlupınar’da perişan edildiği ve İzmir’e doğru tabanlarını yağladığı 30 Ağustos 1922’den sonraki 20-25 yıl boyunca, yaşadıkları şehirlerde ve köylerde başları eğik olarak yaşayan “Kuva-yı Milliye döneminin mandacıları (padişah, İngiliz ve Yunan yanlıları)”, 1946’dan itibaren toplandıkları DP’nin 1950 yılında iktidar olması ile kafalarını kaldırdılar ve başları eğik yaşadıkları yılların rövanşını almak için, tüm ülke genelinde, ellerinden gelen her türlü melaneti yapmaya başladılar. Toplum bir anda, “Halkçılar ve Demokratlar” şeklinde, adeta “iki düşman kamp”a bölünmüştü; yurt genelinde, bu iki grup arasında çatışmalar ve asayiş olayları eksik olmuyordu. Her biri İstiklal Savaşı’nın kahramanları olan CHP yöneticileri, karşı karşıya bulundukları bu durumda ne yapacaklarını bilemez halde, ne yapsalar olmuyor, halkın CHP’ye karşı reaksiyonu yükseliyordu.   1960’LARDAN İTİBAREN CHP’NİN HANDİKAPI: “SOL İDEOLOJİ” DP’nin iktidar olduğu tarihten bu yana, Türkiye’de yaşanan olayları anlatmak bu yazının hacmini aşacağından, ayrıntılara girmeyeceğiz; ancak, CHP’nin bu süreçte kendi “milli ve özgürlükçü” çizgisinden uzaklaştığını, açık bir şekilde söylemek gerekiyor. Bugün karşımızda bulunan CHP’nin, 09 Eylül 1923 tarihinde kurulan CHP ile (isim dışında) hiçbir benzer tarafı yoktur. 1960’lı yıllarda, “milliyetçi-muhafazakâr sağ siyaset” izleyen Adalet Partisi (AP)’ne karşı (herhalde muhalefet sınırını belirlemek amacıyla olmalı), partiyi “sol siyaset çizgisi”ne oturtmaya çalışan CHP yöneticileri, Bülent Ecevit’in Genel Başkan olmasından (14.05.1972) sonra, “demokratik sol, sosyal demokrasi” vb. söylemleriyle, bu istikamette, adeta tüy diktiler. CHP yönetimini ele geçiren sol görüşlü kadrolar, taban yapıları itibarı ile partinin buna müsait olmadığını, maalesef bugüne kadar görmek istemediklerinden, CHP tabanındaki Kuva-yı Milliye ruhu ciddi derecede erozyona uğramıştır.   “DEĞİŞİM”, CHP’DE HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR! CHP maalesef bugün, 1923’teki Kuva-yı Milliye ruhundan uzak, kendi tarihsel milli taban yapısı darmadağın olmuş durumdadır. AK Parti karşısındaki performansı, Deniz Baykal’ın Genel Başkan olmasından itibaren CHP’nin de, İsrail ve ABD tarafından 1950’li yıllarda oluşturulan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, Türk siyasetini dizayn etmekte olan güçlerin emrinde olduğu kanaati yaygınlaşrmıştır. Kendi tabanını yeni baştan yapılandırma ve ilk kurulduğu günkü siyasi çizgiye dönme konusunda hiçbir çabanın görülmediği CHP’de, sadece Genel Başkanların ve yönetim kadrolarının değiştirilmiş olmasının, hiçbir kayda değer anlamı olmayacaktır. Geçtiğimiz Haziran ayından bu yana Kurultay hazırlıklarını sürdüren CHP içinde “değişim” isteyenlerin, değiştirmek istedikleri mevcut yönetim kadrolarından hiçbir farkları yoktur! Bu yılın sonlarına doğru yapılması beklenen CHP Kurultayı’nda, Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin yerine başka bir ekibin gelmesi, hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.   CHP, YENİDEN TÜRK SİYASETİNİN REGÜLATÖRÜ OLMALIDIR Bugün CHP’de değişim isteyenlerin, partide sadece Genel Başkan ve Yönetim Kadrolarının değişimini kast etmeleri, büyük bir aymazlıktır. Evet, CHP’de bir değişim olması şarttır; ama bu değişim, “kendi özüne dönme” istikametinde olmalı. Ne yazık ki, CHP’de bu yönde değişim talebi olduğuna dair hiçbir emare yoktur! CHP’de bu yönde bir değişim gerçekleştirilemediği sürece, Türkiye’de Türk milletinin çıkarları istikametinde siyaset yapılması imkansızdır. Kısacası, Türk siyasetinin, gerçekten “Türk milletine hizmet alanı” haline gelmesi, CHP'nin kendi kuruluş ayarlarına dönmesine bağlı bulunuyor. Türk siyaseti başka türlü iflah olmaz, emperyalistlerin cirit attıkları bir saha olmaya devam eder. CHP, ancak gerçekten CHP olduğunda, tüm diğer partiler de zorunlu olarak düzelecek ve emperyalistler tarafından kurdurulan partilerin siyasi başarı elde etmeleri imkanı kalmayacaktır. CHP’nin, bir an önce “kurulduğu günkü millî ve çağdaş siyasi çizgisi”ne dönmesi ve yeniden Türk siyasetinin regülatörü olması gerekiyor. Türkiye’deki siyasi partilerin, “milli” ve “çağdaş” olma mecburiyeti vardır. Hiçbir hal ve şart altında, bu iki husustan vazgeçilmesi söz konusu olmamalıdır. Eğer böyle bir milli ve çağdaş siyaset çizgisi yoksa, kimin gerçekte kime hizmet ettiği hususu, daima tartışmalı olacaktır; ki bu da, zaman içinde milli birliğimizi tehdit edecek gelişmelere yol açacaktır. CHP kendi kuruluş ilkelerine ve o günkü milli siyasi anlayışına döndürülemediği sürece, Türk siyaseti Türk milletine hizmet alanı haline getirilemez ve “emperyalistlerin proje partileri”, 70 yıldır olduğu gibi, ülkemizde cirit atmaya, ensemizde boza pişirmeye devam ederler. CHP, gerçekten CHP olduğunda ise, Türkiye’de siyasetçi profili milli istikamette değişecek ve tüm diğer partiler de, zorunlu olarak düzelecek; böylece, emperyalistler tarafından kurdurulan proje partilerinin önleri de, kolayca kesilmiş olacaktır.
Ekleme Tarihi: 11 Eylül 2023 - Pazartesi

CHP DÜZELMEDEN, TÜRKİYE DÜZELMEZ!

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra, Anavatan Partisi (ANAP)’nin iktidar mevkiine oturtulduğu siyasi yapı, “dışa açılma” söylemiyle, Türk toplumunun milli kimliğini oluşturan ve “üniter devlet”in mihverini teşkil eden sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik faktörleri ciddi ölçülerde dejenere etti. Batılı emperyalistler, Türkiye’ye yönelik planlarının 1980-2000 yıllarını kapsayan aşamasını gerçekleştirdikleri (iktidarı ve muhalefeti ile birlikte) siyasi kadroyu, 2002’den sonra değiştirdiler. Bu ikinci kadro için hazırlıklara, 1990 yılından itibaren başladıkları ve hesaplarında küçük bir sapma ile 2002’de siyasi kadro değişimini gerçekleştirdikleri artık kimse için sır değil.

Türkiye’ye yönelik olarak, “ABD-İsrail-İngiltere” ortak inisiyatifi ile yürütülmekte olan bir program kapsamında, toplumda belli düzeylerde karşılığı bulunan siyasi kamplarda, uzun yıllar evvel “kuluçkaya yatırdıkları” elemanlarını, 1990 yılından itibaren, birer-ikişer kabuklarından çıkardılar ve 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde, halkın gözünde “umut” haline getirdiler.

 

OLAN BİTENİ, 21 YILDIR ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİZ!

Bizim, “28 Şubat-Recep Tayyip Erdoğan” ekseninde izlediğimiz olaylar zincirinin, ülkemize yönelik yeni bir siyasi planın devreye alınması ile ilgili olduğunu, millet olarak okuyamadık, anlayamadık…

Neticede, hakkında verilen (ancak, kamu vicdanınca onaylanmayan) yargı kararları ile siyasi bakımdan, “muhtar bile olamayacak” denilen Erdoğan’ın (diploma handikapına ve Anayasa’ya rağmen), BOP’un sahipleri (ABD, İsrail ve kısmen İngiltere) tarafından, Cumhurbaşkanlığı makamına “üçüncü defa” nasıl oturtulduğuna dair “sahne performansları”nı, milletçe pür dikkat izledik… Ama, gözlerimizin önünde cereyan eden tüm bu olan-bitenlerden, ancak az bir kısmı, “ülkemizin tehlikeli bir bataklığa sürüklenmekte olduğu”nun farkında; ancak, halkımızın kahir ekseriyeti, tamamı gözlerimizin önünde cereyan eden icraatlara rağmen, maalesef hiçbir şey anlayabilmiş değil!..

 

MEVCUT SİYASİLERLE, BU GİDİŞAT DURDURULABİLİR Mİ?

Çeyrek yüzyılı aşkın bir süreden bu yana, milletimizin zihninde estirilmekte olan siyasi fırtınanın, görünürdeki şartlarda ve mevcut “siyasi aktörler”le durdurulamayacağı, maalesef halkımız ve evlere şenlik aydınlarımız tarafından algılanamıyor! Her ne kadar, kökenleri (daha önceki yazılarımızda da söz konusu ettiğimiz üzere) Osmanlı Devleti’nin çöküş ve yıkılış dönemlerinde olsa da, Cumhuriyet dönemi siyasi yapımızın ana kaynağı, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’dir.

Bu nedenle, CHP’nin kendi özüne dönmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin bekası açısından, anahtar niteliğinde önemli bir husustur. Kısacası, “CHP kendi özüne dönmeden, Türk siyaseti de, Türkiye de düzelmez, düzeltilemez!

 

CHP’NİN TÜRK SİYASETİNDEKİ YERİ ANLAŞILAMAMIŞTIR!

Maalesef, CHP’nin geçmişi ve Türkiye’nin siyasi tarihi, akademik olarak, bilimsel yöntemlerle yeterince incelenmemiş, araştırılmamıştır. Bu nedenle, son bir asırlık yakın geçmişimizle ilgili olaylar üzerinde (hem de, eldeki sayısız belgelere rağmen), iflah olmaz tartışmalar devam etmektedir. Israrla ve inatla kamuoyu önünde sürdürülmekte olan bu tartışmaların belli başlı aktörleri arasında, tek bir tane bile tarihçinin olmaması acayip bir durumdur.

Belli siyasi çıkarlar çerçevesinde, alelade demagojik düzeyde tartışılan konuların cahili olan insanlar, hitabet becerisi yüksek olan ve gündemdeki sorunların kaynağını (12 Adalar’ın, Lozan’da Yunanlılara verildiği gibi), yalan-yanlış ifadelerle, geçmişteki olaylara bağlayarak anlatan demagoglara daha çok inanmaktadır.

Örneğin, 1923’ten 2002 yılına kadar yapılmış olan ve birileri tarafından olumsuz olarak nitelendirilen tüm icraatlar, ilginç bir şekilde CHP’nin eksi hanesine yazılmaktadır. Halbuki, o söz konusu edilen 89 yılın sadece ilk 27 yılı CHP’ye, 1950 yılından sonraki 52 yıl ise, CHP’nin karşısındaki diğer partilere aittir. Bu süre içinde, 1977-79 yıllarındaki (42. Hükümet, 05 Ocak 1978-12 Kasım 1979) 22 ayı saymazsak, birkaç koalisyon ortaklığı dışında, CHP hiç tek başına iktidara gelememiştir. Aynı şekilde, CHP döneminde tek bir tane bile cami kapatılmamışken, “CHP camileri kapattı” diye, yalana dayalı propaganda yapmakta olanlar karşısında, gerçeklerin halka anlatılamıyor olması, bir diğer ilginç durumdur.

 

HALKIN GÖZÜNDEN KAÇIRILAN GERÇEKLER

1950 yılından, yani Demokrat Parti (DP)’den itibaren tek başlarına iktidara gelen Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP) ve nihayet Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), tümüyle CHP karşıtı ve aynı istikamette, birbirlerine yakın ve paralel siyasi çizgideki partilerdir. Bu gerçeğe rağmen, 2002 yılına kadarki tüm olumsuz icraatlar, kolaylıkla CHP’ye mal edilebilmektedir. Bu durum ise, Türk ve Türkiye düşmanlarına çok ciddi “siyasi istismar” alanları açmakta, doğrudan ve/veya dolaylı “dış destekli siyasetçiler”in, halkın gözünde değer kazanmalarını sağlamaktadır.

Atatürk’ün vefatından tam 9 ay 21 gün sonra, Hitler Almanyası’nın Polonya’ya saldırması ile patlak veren II. Dünya Savaşı, hem Türkiye, hem de CHP için çok büyük bir talihsizlik oldu. Buna rağmen, CHP savaş yıllarındaki dünya şartlarını Türkiye için avantaj olarak değerlendirememiş olsa da, “ülkemizi savaşa sokmadan”, 56 milyondan fazla insanın hayatına malolan bu badireyi atlatabilmiş olmasını, başarı olarak değerlendirmek gerekiyor.

En başından bu yana (hatta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti döneminden beri) CHP içinde varlıklarını sürdüren “rakip siyasi gruplar”, Atatürk’ten sonra yerine gelen İsmet İnönü ve ekibine karşı birlikte hareket etmeye başladılar. İnönü ve arkadaşları II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Türkiye’ye yönelik problemlerle boğuşurlarken, bu rakip siyasi gruplar, parti tabanında kendilerine yandaş toplama çalışmaları yapma fırsatı buldular.

 

CHP MUHALEFETTE, KENDİ ORİJİNAL YAPISINI KORUYAMADI!

İnönü ve ekibinin, parti içinde bunlarla uğraşacak vakitleri (ve belki imkanları da) yoktu! 02.09.1945 tarihinde, II. Dünya Savaşı’nın bitimi ile nefes alma imkanı bulan İnönü, parti içinde daha önce parçalı halde bulunan muhalif grupların birleştiklerini ve kendisine karşı güçlü bir siyasi blok teşkil ederek, parti içinde etkin hale geldikleri gerçeği ile yüz yüze geldi. Ne pahasına olursa olsun, “doğru bildiği yolda taviz vermeme kültürü”nden gelen İnönü ile bu blokun arası hızla gerilmeye başladı ve savaşın bitimini takip eden birkaç ay içinde ipler koptu. 07.07.1945 tarihinde İnönü’ye karşı parti grubunda “Dörtlü Takrir”i verenlerle birlikte CHP’den ayrılanlar, Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliklerinde, 07 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP)’yi kurdular. DP’nin ABD ve NATO destekli, Türkiye’deki ilk “proje partisi” olduğu, bugün bile hakkı ile anlaşılabilmiş değildir.

DP’yi kuranların ayrılmalarından sonra CHP, aslına uygun bir şekilde kendisini yeni baştan yapılandıramadı! 1946-1950 yılları arasındaki iktidar döneminde, TBMM’de ilk defa resmen, kendi dışında farklı bir partinin muhalefeti ile karşılaşan CHP yönetiminin, iç siyaset açısından, bu dönemi başarı ile yürütebildiği söylenemez! 1950’de yapılan Milletvekili Genel Seçimleri’ni, DP’nin ezici bir üstünlükle kazanmış olmasını, başka türlü izah etmek mümkün değildir.

 

KUVA-YI MİLLİYE DÖNEMİNİN MANDACILARI VE DÜŞMAN YANLILARI BAŞKALDIRIYOR

1950’de, 487 sandalyeli TBMM’de, 416’ya karşı 69 milletvekili ile muhalefete düşen CHP, bocalamaya ve toplum nezdinde, ciddi bir şekilde prestijini yitirmeye başladı. Düşmanın, Dumlupınar’da perişan edildiği ve İzmir’e doğru tabanlarını yağladığı 30 Ağustos 1922’den sonraki 20-25 yıl boyunca, yaşadıkları şehirlerde ve köylerde başları eğik olarak yaşayan “Kuva-yı Milliye döneminin mandacıları (padişah, İngiliz ve Yunan yanlıları)”, 1946’dan itibaren toplandıkları DP’nin 1950 yılında iktidar olması ile kafalarını kaldırdılar ve başları eğik yaşadıkları yılların rövanşını almak için, tüm ülke genelinde, ellerinden gelen her türlü melaneti yapmaya başladılar.

Toplum bir anda, “Halkçılar ve Demokratlar” şeklinde, adeta “iki düşman kamp”a bölünmüştü; yurt genelinde, bu iki grup arasında çatışmalar ve asayiş olayları eksik olmuyordu. Her biri İstiklal Savaşı’nın kahramanları olan CHP yöneticileri, karşı karşıya bulundukları bu durumda ne yapacaklarını bilemez halde, ne yapsalar olmuyor, halkın CHP’ye karşı reaksiyonu yükseliyordu.

 

1960’LARDAN İTİBAREN CHP’NİN HANDİKAPI: “SOL İDEOLOJİ”

DP’nin iktidar olduğu tarihten bu yana, Türkiye’de yaşanan olayları anlatmak bu yazının hacmini aşacağından, ayrıntılara girmeyeceğiz; ancak, CHP’nin bu süreçte kendi “milli ve özgürlükçü” çizgisinden uzaklaştığını, açık bir şekilde söylemek gerekiyor. Bugün karşımızda bulunan CHP’nin, 09 Eylül 1923 tarihinde kurulan CHP ile (isim dışında) hiçbir benzer tarafı yoktur.

1960’lı yıllarda, “milliyetçi-muhafazakâr sağ siyaset” izleyen Adalet Partisi (AP)’ne karşı (herhalde muhalefet sınırını belirlemek amacıyla olmalı), partiyi “sol siyaset çizgisi”ne oturtmaya çalışan CHP yöneticileri, Bülent Ecevit’in Genel Başkan olmasından (14.05.1972) sonra, “demokratik sol, sosyal demokrasi” vb. söylemleriyle, bu istikamette, adeta tüy diktiler. CHP yönetimini ele geçiren sol görüşlü kadrolar, taban yapıları itibarı ile partinin buna müsait olmadığını, maalesef bugüne kadar görmek istemediklerinden, CHP tabanındaki Kuva-yı Milliye ruhu ciddi derecede erozyona uğramıştır.

 

“DEĞİŞİM”, CHP’DE HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR!

CHP maalesef bugün, 1923’teki Kuva-yı Milliye ruhundan uzak, kendi tarihsel milli taban yapısı darmadağın olmuş durumdadır. AK Parti karşısındaki performansı, Deniz Baykal’ın Genel Başkan olmasından itibaren CHP’nin de, İsrail ve ABD tarafından 1950’li yıllarda oluşturulan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, Türk siyasetini dizayn etmekte olan güçlerin emrinde olduğu kanaati yaygınlaşrmıştır.

Kendi tabanını yeni baştan yapılandırma ve ilk kurulduğu günkü siyasi çizgiye dönme konusunda hiçbir çabanın görülmediği CHP’de, sadece Genel Başkanların ve yönetim kadrolarının değiştirilmiş olmasının, hiçbir kayda değer anlamı olmayacaktır. Geçtiğimiz Haziran ayından bu yana Kurultay hazırlıklarını sürdüren CHP içinde “değişim” isteyenlerin, değiştirmek istedikleri mevcut yönetim kadrolarından hiçbir farkları yoktur! Bu yılın sonlarına doğru yapılması beklenen CHP Kurultayı’nda, Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin yerine başka bir ekibin gelmesi, hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.

 

CHP, YENİDEN TÜRK SİYASETİNİN REGÜLATÖRÜ OLMALIDIR

Bugün CHP’de değişim isteyenlerin, partide sadece Genel Başkan ve Yönetim Kadrolarının değişimini kast etmeleri, büyük bir aymazlıktır. Evet, CHP’de bir değişim olması şarttır; ama bu değişim, “kendi özüne dönme” istikametinde olmalı. Ne yazık ki, CHP’de bu yönde değişim talebi olduğuna dair hiçbir emare yoktur! CHP’de bu yönde bir değişim gerçekleştirilemediği sürece, Türkiye’de Türk milletinin çıkarları istikametinde siyaset yapılması imkansızdır.

Kısacası, Türk siyasetinin, gerçekten “Türk milletine hizmet alanı” haline gelmesi, CHP'nin kendi kuruluş ayarlarına dönmesine bağlı bulunuyor. Türk siyaseti başka türlü iflah olmaz, emperyalistlerin cirit attıkları bir saha olmaya devam eder. CHP, ancak gerçekten CHP olduğunda, tüm diğer partiler de zorunlu olarak düzelecek ve emperyalistler tarafından kurdurulan partilerin siyasi başarı elde etmeleri imkanı kalmayacaktır.

CHP’nin, bir an önce “kurulduğu günkü millî ve çağdaş siyasi çizgisi”ne dönmesi ve yeniden Türk siyasetinin regülatörü olması gerekiyor. Türkiye’deki siyasi partilerin, “milli” ve “çağdaş” olma mecburiyeti vardır. Hiçbir hal ve şart altında, bu iki husustan vazgeçilmesi söz konusu olmamalıdır. Eğer böyle bir milli ve çağdaş siyaset çizgisi yoksa, kimin gerçekte kime hizmet ettiği hususu, daima tartışmalı olacaktır; ki bu da, zaman içinde milli birliğimizi tehdit edecek gelişmelere yol açacaktır.

CHP kendi kuruluş ilkelerine ve o günkü milli siyasi anlayışına döndürülemediği sürece, Türk siyaseti Türk milletine hizmet alanı haline getirilemez ve “emperyalistlerin proje partileri”, 70 yıldır olduğu gibi, ülkemizde cirit atmaya, ensemizde boza pişirmeye devam ederler. CHP, gerçekten CHP olduğunda ise, Türkiye’de siyasetçi profili milli istikamette değişecek ve tüm diğer partiler de, zorunlu olarak düzelecek; böylece, emperyalistler tarafından kurdurulan proje partilerinin önleri de, kolayca kesilmiş olacaktır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.