Hani, eskilerin çok bilinen bir sözüdür: “Un var, şeker var, yağ var; peki, helvamız neden yok?” Ve buna genelde, “Helva yapacak adam yok!” şeklinde bir cevap verilir… İyi de, Balıkesir’de, malzemenin en iyi ve “helva yapacak adamlar” da var, ama yine de helva yok! Neden acaba?
Helva yok; çünkü, unun, şekerin ve yağın sahibi (yani, halk), o helvayı yapacak adamları, bir türlü kazanın başına geçirmiyor, geçiremiyor! Problem bu!
ATIN ÖNÜNE ET, İTİN ÖNÜNE OT KOYMA KÜLTÜRÜ
Balıkesir, il olarak, hem yetiştirilebilen ürünler, hem yeraltı zenginlikleri, hem zengin tarihsel miras ve hem de coğrafi konum bakımlarından, Türkiye’nin en elverişli ve zengin bölgesinde yer alıyor. Ne var ki, Balıkesir halkı, benim hatırlayabildiğim şu son 50 yıldır, en iyi otu en iyi cins itin, en güzel eti de en iyi cins atın önüne koyarak, sadece her ikisinin de açlıktan ölümlerine yol açmakla kalmıyor, bir de otu ve eti yemedikleri için, iti de atı da “nankörlükle” suçluyor. Dedik ya, bu durum en az yarım asırdır böyle ve eğer biz bu kafayı değiştir(e)mezsek, birkaç elli yıl daha, bu iş böyle sürer gider...
Balıkesir’den çıkmış, bırakalım Dünya çapında olmasını, Türkiye çapında bile tek bir tane işadamı, politikacı, sanatçı, aydın-yazar-çizer vs olmadığı gibi, örneğin, burada “A sınıfı” denen, üst kalitede tek bir tane restoran, kafe, otel, hastane vb sosyal donatılar da yok! Bundan 15-20 yıl öncesinde bir SYAL’imiz vardı, Türkiye genelinde “en iyi eğitim veren liseler” arasında, yıllarca adı anılırdı… Çok şükür, Süleyman hoca emekli olduktan sonra, orasını da vasat hale indirip, rahata erdik!
TEDAVİ İÇİN HÂLÂ BAŞKA YERLERE GİDİYORUZ!
İki tane üniversite hastanemiz, anlı-şanlı hastanelerimiz ve burunlarından kıl aldırmayan sağlık yöneticilerimiz var; ama, insanlarımız, hâlâ birtakım basit teşhis ve tedaviler için Bursa’ya, İzmir’e İstanbul’a, Ankara’ya vb taşınıyorlar! Eminim, bu yazıyı okuyan herkesin, bu konuda bildiği sayısız örnek vardır. Ben de, bir 8-10 yıl kadar üniversitemizde, Tıp Fakültesi Sekreterliği yaptım, bu konuda, insanların ağır mağduriyetler yaşadıkları, akla ziyan o kadar çok vak’a hatırlıyorum ki, ne desem boş! Ne var ki, ilimizde gerek resmi kurumlarda ve gerek özel sektörde ve gerekse sözüm ona meslek kuruluşlarında ve STK’larda, yönetici ve toplumsal bakımdan, sözüm ona “ileri gelen” konumda olan hiç kimsenin, bu durumdan hiçbir şikayeti yok; vatandaşın, zaten sesi-soluğu çıkmıyor!..
PROBLEMLERİMİZİ ASIL ÇÖZECEK OLAN, HALK OLARAK BİZİZ!
Balıkesirliler olarak, karşı karşıya bulunduğumuz tüm yoksunlukların çaresini, anlaşılmaz bir şekilde Ankara’dan, ya da Ankara’nın Balıkesir’deki Kâhyalarından bekliyoruz! Bu şekilde yıllar geçiyor, hiçbir şey değişmiyor. Ama, biz hâlâ aynı şekilde beklemeye devam ediyoruz. Nasıl ki, futbol taraftarlarının kahvehane sohbetlerinde ileri sürdükleri görüşlerin, o kulüplerin yöneticileri üzerinde hiçbir etkisi olmuyorsa, aynı şekilde, bizim insanlarımızın da, ilimizdeki olumsuzluklarla ilgili olarak, oturdukları yerde, Ankara’da adları bilinen belli başlı üç-beş kişiyi eleştirerek, şikayetlerini dile getirmelerinin, o isimler nezdinde, hiçbir anlamı da, etkisi de olmuyor! Çünkü, Balıkesir halkı, karşı karşıya bulunduğu problemlerin çözümlerinin, sadece kendisinde olduğunu akıl etmiyor, düşünmüyor!
BALIKESİR’İN SİYASİ İRADESİNİ ANKARA’YA KİM TAŞIYACAK?
Balıkesir halkı olarak, daha en başta, aramızdan seçip Ankara’ya gönderdiğimiz adamların kimler olduklarına, herhangi bir iş yapabilme kapasite ve becerilerinin olup-olmadığına bakmadan, Ankara’daki Siyaset Baronları ile onların ilimizdeki Kâhyalarının, adeta dışkılarında boncuk arıyoruz. Biz böyle devam ettiğimiz sürece, ihtiyacımız olan hizmetleri lâyıkı ile alamayacağımızı nasıl anlayamıyoruz, bilemiyorum gerçekten!
“Balıkesir halkının siyasi iradesine Ankara’da sahip çıkacak, o Baronları, bu iradeyi dikkate almak zorunda bırakacak” kabiliyetteki insanlarımız, maalesef siyaset bataklığına yaklaşmıyorlar; çünkü orası, bir bataklıktan çok, adeta lağım çukuruna benziyor. Yetkin, onurlu ve şahsiyetli insanlar, maalesef o lağım çukurundan (ve o çukurun ahalisinden de) olabildiğince uzakta duruyorlar; çünkü, oradan yayılan kokulara tahammülleri de, yüksek onurları sebebiyle, o pisliğin için girmeye cesaretleri ve niyetleri de olmuyor!
ASLINDA VAR OLAN POTANSİYELİMİZ, NEDEN ORTAYA ÇIKAMIYOR?
Burada, birkaç örnek üzerinde duralım: Türkiye’nin en kaliteli kerestelik ağaçları, başta Dursunbey olmak üzere, Balıkesir ormanlarında yetişiyor; ama, bizde bu sektörde adı bilinen tek bir tane bile marka sahibi firma yok! Bursa’nın İnegöl ilçesi (ki, güçlü insan sermayesinden başka hiçbir şeyleri yok), her şeyi dışarıdan getiriyor; ama, Türkiye’nin en ünlü mobilya markalarına sahip firmaları orada!
Çünkü, Bursalılar, sadece Ankara’daki Siyaset baronlarının kıçlarını yalamakla meşgul olan çapsız karakterleri seçip meclise göndermiyorlar; arada, az da olsa, gerçekten işe yarar insanları da seçiyorlar ve gelişmeye devam ediyorlar! Ve aralarından, Uludağ Üniversitesi’ne ve Bursa Teknoloji Üniversitesi’ne milyon Dolarlarla ifade edilen destekler veren (örneğin, Ali Osman Sönmez ailesi gibi) A sınıfı işadamları çıkıyor. Balıkesir’de ise, sahip oldukları maddi kapasiteyle kıyaslandığında “sokak dilencisine verilecek sadaka” mertebesinde, üniversiteye üç-beş kuruş bağış yapanların adlarını, hastane koridorlarına asıyoruz. Üniversiteye bağış konusunda, 30 yıldır, rahmetli Ayten-Burhan Erdayı çiftini aşan kimse çıkmadı bu şehirde!
Eğer bugün hala, örneğin Balıkesir’e ait, ülke çapında olsun (ki, dünya çapında da olabilecek imkanlarımız var) bir zeytinyağı ve bir süt ürünleri (peynir ve kaymak) markamız yoksa, kime ne diyeceğiz? Bu durumun da sorumlusu siyasiler ve bürokratlar olacak değil elbette; sorumlu olan biziz, biz! Hemen her alanda, ülkemizdeki diğer illere kıyasla geri kalmışlığımızın en önemli (ve hatta tek) sebebi, halk olarak kendi aymazlığımızdır.
Kendi ilimizde (hem de bize rağmen)zaman zaman yetişmekte olan değerleri, hem görmezden geliyoruz, hem de fark ettiğimizde onlara etmediğimizi koymuyoruz. Böylece, kendimizi, üçüncü-beşinci sınıf çapsız ve yeteneksiz (dahası çoğu ahlaksız da) insanlara mahkûm ediyoruz. Durum bu olunca, dışarıdan Balıkesir’e gelenler, bizdeki zenginliklerin (ve kamu görevlerinin de) sefasını sürme imkanı buluyorlar.
BALIKESİR’DE KAMU KURUMLARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ
Halkın belirgin bir talebi ve buna ek olarak, toplumsal denetleme ve takip olmadığında, kamu görevlileri, oturmakta oldukları koltukların imkan ve nimetlerinden yararlanmak ve sefasını sürmekten başka bir şey yapmazlar, yapamazlar! Ayrıca, hizmet alanları farklı da olsa, kamu kurumları arasında “sistemli bir işbirliği” şarttır. Balıkesir’de maalesef, kamu kurumları arasında sistemli işbirliği anlayışı geliştirilememiştir. Zaman zaman, gelen idarecilerin kişisel inisiyatifleri ile, münferit olarak görülen işbirliği örnekleri de (belli bir sistemi ve sürekliliği olmadığından), neticede pek bir işe yaramıyor.
Burada hemen, çok bilinen basit bir örnek verelim: Belediye ile TürkTelekom, Uludağ Elektrik İdaresi ve Balgaz. TürkTelekom, Uludağ Elektrik İdaresi ve Balgaz’ın, altyapı yatırımları konusunda, hem kendi aralarında ve hem de Belediye ile işbirliği yapmaları şarttır. Ama bizde, TürkTelekom, Uludağ Elektrik İdaresi ve Balgaz’ın altyapı yatırım programları, daima, Belediyelerin yol ve asfalt yapım çalışmaları tamamlandıktan sonra başlar! Belediye, elden geldiğince yolları yapar, asfaltını döker; kısa bir süre sonra TürkTelekom gelir, o bölgede yeraltı kablo tesisatı yenileme işine başlar. Kazı çalışmaları sırasında bozduğu asfaltı tamir eder, arkasından Elektrik İdaresi gelir, aynı şekilde asfaltı kazar, işini bitirir, bozduğu yolları tamir eder, sonra bir bakarsınız Balgaz başlamış yolları kazmaya…
Hiçbir kurumun yetkilileri nedense, kendi yatırım planlarını yaparken, benzer işleyişi olan diğer kurumlarla işbirliği yapmayı düşünmezler. Ve bu hikaye ardı arkası kesilmeden, yıllarca devam eder gider. Dolayısı ile de hem bu kurumların hem de belediyelerin verdikleri hizmetlerde kalite kalmaz!
İMAR PLÂNLARINA SELÂM, “İLAVE KAT” İŞLERİNE DEVAM
Batı ülkelerinde, hiçbir şehirde, bir yer imara açılırken planlanan özellikler, aradan yüzyıllar geçse de değişmez. Bizde ise, seçilen her Belediye Başkanına ve ekibine göre, imar uygulamaları sürekli değişir ve belediyelerde göreve gelen siyasi kadroların en önemli (gayri meşru) “rant kaynağı” haline gelir. İlk imara açıldığında, o bölgede, diyelim ki 6 katlı binalara göre bir sistem planlanır. 6 katlı binalarda oluşacak nüfus yoğunluğuna ve hareketliliğe göre altyapı hesapları yapılır ve yatırımlar tamamlanır. Yol genişlikleri ile su, kanalizasyon, telekomünikasyon, doğalgaz vb altyapılar, o bölgede öngörülen nüfusa ve hareketliliğe göre ölçeklendirilir.
Ancak, örneğin bir 15-20 yıl sonra, orada bina yapımları tamamlanır ve insanlar başlarlar “ilave kat” talep etmeye. İnsanlardan böyle bir talep geldiğinde de, belediyelerde işbaşında olan siyasi kadrolar ve bürokratlar için, ahlaksızca ve gayri kanuni bir rant imkanı doğar! Neticede (çoğu mevcudun üzerine çıkılarak hem de), 6 katlı binalar, 8-10-12 katlı olmaya başlar… Ve tabii, o bölge için öngörülen nüfus yoğunluğu ve hareketlilikte ciddi bir artış meydana gelir. Mevcut yol genişlikleri ile elektrik, su, kanalizasyon ve doğalgaz altyapıları ise, artan nüfusla ortaya çıkan talepler için yetersiz hale gelir. Nihayet, orada, altyapı hizmetleri aksamaya başlar… Hiç kimse, ortaya çıkan problemlerden kendini sorumlu tutmaz, o gün işbaşında olan belediye başkanları ve ekipleri eleştirilir. Hiç kimse, “Ben, 6 kat olması gereken bir yerde 10 katlı bina yaptım, bu sorunların kaynağı bu.” demez! Halbuki batı ülkelerinde, dünya yıkılsa, böyle bir şey düşünülemez bile! O ülkelerde, belediyeler böyle bir şey yapmaya kalktığında, şehirler topyekun tepki verir, o işi yaptırmazlar!
SOKAK VE CADDELERİMİZİN, KİMLİKSİZ VE KİŞİLİKSİZ HALLERİ
Balıkesir çarşı merkezi (örneğin Milli Kuvvetler caddesi) ilk planlanırken, binaların azami 3 katlı olarak düşünülmüş ve ona göre cadde genişliği ve ona göre diğer altyapı sistemleri ölçeklendirilmiş. Ama bugün baktığımızda, daracık bir yol, iki tarafında 8-10 katlı ( hiçbir mimari özelliği olmayan) çirkin binalardan oluşan ve artık şehrin gelişmesinin önünde önemli bir engel haline gelen bir cadde var elimizde… Bu cadde (ve daha bir dünya merkezi yol) bu hale getirilirken, Balıkesir halkı neredeydi acaba? En küçük toplumsal bir tepki, kanunsuz imar uygulamalarına karşı, örneğin, belediyeleri protesto etmek, anında mahkemeye gitmek vb gibi teşebbüslerin olduğunu hatırlayan var mı aranızda? Bu gibi durumlarda, kahvelerde üç-beş lak-lak eder söyleniriz, hepsi bu! Netice? Netice yok tabii ve bu hep böyle!
İlimizde, merkezde, ilçelerde ve köylerimizde eksikliğini gördüğümüz tüm hizmetlerin sorumlusu öncelikle, halk olarak biziz… Çünkü, doğrudan kişisel çıkarlarımız olmadığı sürece toplum adına hiçbir talep ortaya koymuyoruz; aynı şekilde, doğrudan kişisel dokunmayan her kanunsuzluk karşısında (çoğu zaman, aptalca bir partizanlıkla) sustuk, görmezden geldik. Böylece, adım adım, bazı problemler, göz göre göre, zaman içinde çözülemeyecek seviyelere geldi.
Aynı tutum ve aymazlık devam ettiğinden, gelecekteki problemlerin kaynağı olacak işleri de, halen yine hep birlikte yapmaya devam ediyoruz. Bugüne kadar yaptığımız gibi, gelecekte de, iş başındakileri suçlayarak vicdanlarımızı rahatlatacağız ve kendimizi sorumluluktan azade kılacağız!
Aynen devam edin… Kim tutar sizi…
Sonra da, kahvehane sohbetlerinde lak-lak edin, onu bunu suçlayın…