Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

KAMUOYUNUN “OLUŞMASI” YA DA “OLUŞTURULMASI”-IV

Geçen haftaki yazımızda, yerelden (çevreden) başlayarak, yukarıya (merkeze) doğru, kendiliğinden “oluşması” gereken kamuoyunun, birtakım “toplum mühendisliği” metotları kullanılarak, tepeden aşağıya (merkezden çevreye) doğru, ters istikamette, belli amaçlarla ve birilerinin çıkarları doğrultusunda “oluşturulması” ve bunun belli başlı zararları üzerinde durmuş ve bu hafta da, “halkın doğru bilgilendirilmesi” anlamında, yine Balıkesir örnekleri üzerinden hareketle, “reklam ve propaganda” konularını ele alarak konuyu tamamlamaya çalışacağımızı ifade etmiştik. Gerek bireysel ve gerekse toplumsal olarak, insanların (yaşadıkları çevrelerde, ülkelerde, bölgelerde), dünyada meydana gelen, doğrudan ya da dolaylı olarak, bir şekilde kendilerini ilgilendirebileceğini düşündükleri olaylar hakkında, gündelik olarak, zamanında, doğru ve yeterli “bilgi edinme (enformasyon) ihtiyacı”, tıpkı gündelik beslenmede olduğu gibi, hiçbir şekilde kaçınılamayacak, “zorunlu” bir durumdur.   TÜRK SİYASETİNİN TEK GIDASI, HALKIN CEHALETİDİR Çağdaş uygarlığı temsil eden ülkelerde, eğitim sistemleriyle, genel olarak, pek çok niteliğin yanısıra, halka “bilgiye ulaşma ve sorgulama” yetenekleri de kazandırılır. Kendisine iletilen bilgileri sorgulama yeteneği olan insanları ve toplumları yalanlara inandırmak (ve dolayısı ile, kamuoylarını “tek tip” olarak tepeden dizayn etmek) pek mümkün olmaz! Halbuki, geri kalmış ülke siyasetçilerinin en temel sermayeleri, halkın cehaletidir. Yani, “halkın cehaleti, doğru bilgiye ulaşma ve sorgulama kabiliyetlerinin zayıflığı”, siyasilerin başlıca gıdasıdır. Türkiye’de de olduğu gibi, geri kalmış ülkelerdeki eğitim sistemleri, asla “bilimsel” değildir. Bu ülkelerde, devletler tarafından, çok iyi sistemleştirilmiş bir “cehalet eğitimi” yapılır ve kamuoyları da, tepeden “tek tip” olarak dizayn edilir... Maalesef, günümüz Türkiye’sinde ve tabii Balıkesir’de de, kamuoyunun kendi doğal seyrinde çevreden merkeze (yani, aşağıdan yukarıya) doğru oluşmasına imkan sağlayan dinamikler artık mevcut olmadığından, ülke kamuoyu “propaganda” adı altında, yukarıdan aşağıya, yani tepeden tabana doğru, siyaset baronları tarafından “tek tip” anlayışı ile oluşturulmakta, daha doğrusu, gerçek dışı argümanlar kullanılarak, kamuoyu, belli amaçlara göre “dizayn” edilmektedir.   “GERÇEKLERİ ÇARPITMA”NIN MUHTEŞEM ÖRNEKLERİ Tarihte, ilk sistemli örnekleri, Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in uygulamalarında görülen “toplum mühendisliği” yöntemleriyle, sürekli olarak, “planlı bilgi bombardımanı”na maruz kalan insanlar, kendi başlarına düşünebilme ve kendilerine empoze edilen bilgileri sorgulama imkanı bulamazlar. Sorgulama yetenekleri köreltilerek (“iktidar” ve “muhalefet” taraftarları şeklinde), karşıt iki kampa bölünen insanlar, birbirleri ile girdikleri ve hiçbir sonuç getirmeyecek kısır tartışmalarla, enerjilerini ve vakitlerini boşa harcarlar. Sorgulama ve kendi başlarına görüş oluşturabilme yetenekleri köreltilen toplumda, çoğu zaman asılsız ve/veya çarpıtılmış bilgiler kullanılarak, “siyaset baronlarının çıkarlarını besleyecek iddialar”ı, kabul ettirmeyi kolaylaştıran, canhıraş bir mücadele ortamı oluşur. Bu tür iddialara örnek olarak, bugün Türkiye’de “Cumhuriyet karşıtı” siyasi cephe tarafından, sürekli kullanılmakta olan 12 Adalar meselesine bir bakalım: Ege Denizi’ndeki 12 Adalar, Trablusgarp Savaşı sonrası 18.10.1912 tarihinde imzalanan, “Uşi Antlaşması” ile İtalyanlara bırakıldığı halde, bugün ısrarla, “İsmet İnönü tarafından Yunanistan’a verildiği”ni iddia ediyorlar. Bu söylem, asla iddia sahiplerinin cehaletinden kaynaklanmıyor; ama, bu iddiayı ileri sürenler, “halkın, Uşi antlaşmasını ve Lozan antlaşmasının metnini bilemeyeceği” gerçeğinden hareketle, Cumhuriyet’i kuran iradeyi ve bugün o iradeyi yaşatmaya çalışan toplum kesimlerini karalamak için, oldukça başarılı bir şekilde kullanıyorlar. Bu cephe tarafından, aynı şekilde, “Kıbrıs adasının da, Cumhuriyeti kuranlar tarafından, İngilizlere (ve sonra da Rumlara)  verildiği” iddia ediliyor! Halbuki, Kıbrıs adası, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi (meşhur “93 Harbi”) sonrasında, İngiltere ile 04 Haziran 1878 tarihinde imzalanan, “Kıbrıs Sözleşmesi” ve 70 gün sonra 14.08.1878 tarihinde imzalanan, tek maddelik ikinci bir antlaşma ile, Padişah II.Abdülhamit tarafından, “yıllık, 22 bin 936 Kese Altın” karşılığında, İngilizlere kiralanmış ve bir daha da geri alınamamıştır. Aynı çevreler, “II. Abdülhamit döneminde, Osmanlı Devleti’nin tek bir karış bile toprak kaybetmediğini” iddia etseler de, sadece 93 Harbi’nden sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile, Osmanlı Devleti, 287.510 kilometrekare (bugünkü Türkiye’nin 3’te biri kadar) toprak kaybetmiştir. Halka, gerçekleri anlatarak kendi yanına çekmek yerine, tarihsel ve o güne ait gerçekleri çarpıtarak ve/veya tamamen asılsız iddialar ileri sürerek kamuoyunu dizayn etmek, günümüz Türkiyesi’ne hakim siyaset baronlarının vazgeçilmez davranış şeklidir.   VE BALIKESİR’DEN BİR ÖRNEK Buna benzer olarak, Balıkesir’den de bir örnek vermek gerekirse; 2009 yılında Belediye seçimlerini kazanan İsmail Ok’un, ilk yaptığı açıklamaları hatırlatabiliriz. İsmail Ok, kendisinden önceki Belediye Başkanı Sabri Uğur’u, Belediyeyi aşırı borç batağına sürüklemekle suçlamış ve “Sabri Uğur, Balıkesir Belediyesi’ni, 120 milyon lira borçlandırmıştır.” söylemini, tüm görevi süresince dilinden düşürmemiştir. Halbuki, Sabri Uğur’un görev yaptığı 2004-2009 yılları arasında, Balıkesir Belediyesi, hiçbir yerden tek kuruş “yeni” borç almadığı gibi, AK Parti iktidarından da, tek kuruş para yardımı talep etmemiştir!!! Peki, bu konudaki gerçek neydi dersiniz? Evet, İsmail Ok Belediye Başkanı olduğu gün, Balıkesir Belediyesi’nin, gerçekten de İller Bankası’na, takriben 120 milyon lira borcu vardı! Ama, bu borç, daha önceki Başkanlar döneminde (çok çok iyi şartlarla) alınmış (ve bir kısmı o zaman ve bir kısmı da Sabri Uğur zamanında), İkizcetepeler Barajı, İçmesuyu Arıtma Tesisi, Atıksu Arıtma Tesisi, İçmesuyu ve Kanalizasyon şebekelerinin yenilenmesi vb işler için kullanılmıştı! Hem faiz oranları ve hem de ödeme planları bakımından, o döneme göre fevkalade elverişli şartlarla alınmış olan o paralarla, yukarıda sözü geçen işler gerçekleştirilmiş ve Sabri Uğur tarafından (hem de, seçimlerden çok önce) tamamı hizmete alınmıştı. Burada, İller Bankası’ndan o kredileri, o kadar düşük faiz oranları ve o derece kolay ödeme şartları ile alabilmiş olan Belediyemizin çok değerli eski Başkanları Ziyaettin Tan’a ve Sami Gökdeniz’e, şehrimiz halkı adına teşekkür borçlu olduğumuzu ifade etmemiz lazım!.. Buna benzer, “Akıncılar Kentsel Dönüşüm Projesi” ve “asfalt parası” denilen bazı dezenformasyon konuları daha var ki, herbiri akıllara zarar çarpıtmalarla, siyasi malzeme olarak kullanılmıştır! Bu konuların ayrıntıları, bu yazının hacmini aşacağından girmiyorum; ancak, Balıkesir halkı, 2009’daki yerel seçimlerde, tüm bu asılsız iddiaları “gerçek” zannederek oy kullandı ve Sabri Uğur’un başlattığı, şehrimizin değişim ve gelişme sürecinin durmasına sebep oldu. Böylece, 2009’da kendi ayaklarına kurşun sıkan Balıkesirlilere, 2004-2009 döneminde almış oldukları hizmetlerin oldukça fazla gelmiş olduğunu ve maalesef, o dönemde kendileri için harcanan emekleri hak etmemiş olduklarını ifade etmemiz gerekiyor!   EN TEMEL İLKE: HALKI ALDATMAMAK Günümüzün medeni ülkelerinde, ne sebeple ve ne amaçla olursa olsun, halkın (ve bireylerin de) aldatılması, kesinlikle “suç”tur! Bilhassa, kamu adına kamusal konularda halka yalan söylemek, hem siyaseten hem de hukuken “intihar etmek”le eşdeğer bir davranıştır. İnsanları aldattığı mahkemelerce sabit görülen hiç, ama hiç kimse, o ülkelerde mesleki, toplumsal ve siyasi kariyerlerini sürdüremezler. Çünkü, yasalar, o kişileri, her türlü toplumsal hizmetlerden alıkoyar! Ve toplumlar da, birlik halinde o yasaların ve yasaları uygulayanların arkasında yer alır. Geri kalmış ülkelerde, vatandaşın “yasalara ve toplumsal kurallara sahip çıkma ve koruma kültürü” yoktur! Gerek, siyasilerin, fikirlerini ve geleceğe dair projelerini seçmen kitlelerine anlatmak için kullandıkları “propaganda” ve gerekse, iş dünyasının “reklam” faaliyetleri ile ilgili yasal düzenlemelerin ortak temel mantığı, “halkın aldatılmaması”dır! Yani, hiç kimse, ticari mal ve hizmetlerini de, siyasi düşüncelerini de, gerçek dışı ifadelerle halka anlatamaz! Bugün ülkemizde, ticari mal ve hizmetlerle ilgili gerçek dışı tanıtımlar ve reklamlar konusunda (gerek muhteva ve hükümler ve gerekse uygulama bakımlarından hayli yetersiz de olsa) bazı yasal düzenlemeler mevcuttur. Ancak, siyasi konularda halka yalan söylemenin maalesef ülkemizde hiçbir yasal (ve toplumsal) müeyyidesi yoktur! Bu konu ila ilgili anlayış ise, halkın, kendisine doğru ve yalan söyleyenlerin hesabını, seçim sandıklarında görmesi şeklindedir! Kısacası, Türkiye’de siyasetçiler, “halka yalan söyleme hakkına ve hürriyetine” sahip olan tek zümredir! Durum böyle olunca, “halkı yalanlara inandırmanın yolları ve yöntemleri”, siyasilerin propaganda faaliyetlerinin temelini teşkil eder hale geliyor. Çağdaş demokratik toplumlarda, “gerçek dışı ifadelere dayanan” reklamlardan ve propagandalardan istenilen sonuçların alınması imkansız derecede zor ve risklidir! Ne yazık ki, Türkiye gibi geri memleketlerde, hem yasal müeyyideler olmadığından, bu konuda, neredeyse hiçbir risk söz konusu değildir!
Ekleme Tarihi: 19 Şubat 2022 - Cumartesi

KAMUOYUNUN “OLUŞMASI” YA DA “OLUŞTURULMASI”-IV

Geçen haftaki yazımızda, yerelden (çevreden) başlayarak, yukarıya (merkeze) doğru, kendiliğinden “oluşması” gereken kamuoyunun, birtakım “toplum mühendisliği” metotları kullanılarak, tepeden aşağıya (merkezden çevreye) doğru, ters istikamette, belli amaçlarla ve birilerinin çıkarları doğrultusunda “oluşturulması” ve bunun belli başlı zararları üzerinde durmuş ve bu hafta da, “halkın doğru bilgilendirilmesi” anlamında, yine Balıkesir örnekleri üzerinden hareketle, “reklam ve propaganda” konularını ele alarak konuyu tamamlamaya çalışacağımızı ifade etmiştik.

Gerek bireysel ve gerekse toplumsal olarak, insanların (yaşadıkları çevrelerde, ülkelerde, bölgelerde), dünyada meydana gelen, doğrudan ya da dolaylı olarak, bir şekilde kendilerini ilgilendirebileceğini düşündükleri olaylar hakkında, gündelik olarak, zamanında, doğru ve yeterli “bilgi edinme (enformasyon) ihtiyacı”, tıpkı gündelik beslenmede olduğu gibi, hiçbir şekilde kaçınılamayacak, “zorunlu” bir durumdur.

 

TÜRK SİYASETİNİN TEK GIDASI, HALKIN CEHALETİDİR

Çağdaş uygarlığı temsil eden ülkelerde, eğitim sistemleriyle, genel olarak, pek çok niteliğin yanısıra, halka “bilgiye ulaşma ve sorgulama” yetenekleri de kazandırılır. Kendisine iletilen bilgileri sorgulama yeteneği olan insanları ve toplumları yalanlara inandırmak (ve dolayısı ile, kamuoylarını “tek tip” olarak tepeden dizayn etmek) pek mümkün olmaz! Halbuki, geri kalmış ülke siyasetçilerinin en temel sermayeleri, halkın cehaletidir. Yani, “halkın cehaleti, doğru bilgiye ulaşma ve sorgulama kabiliyetlerinin zayıflığı”, siyasilerin başlıca gıdasıdır. Türkiye’de de olduğu gibi, geri kalmış ülkelerdeki eğitim sistemleri, asla “bilimsel” değildir. Bu ülkelerde, devletler tarafından, çok iyi sistemleştirilmiş bir “cehalet eğitimi” yapılır ve kamuoyları da, tepeden “tek tip” olarak dizayn edilir...

Maalesef, günümüz Türkiye’sinde ve tabii Balıkesir’de de, kamuoyunun kendi doğal seyrinde çevreden merkeze (yani, aşağıdan yukarıya) doğru oluşmasına imkan sağlayan dinamikler artık mevcut olmadığından, ülke kamuoyu “propaganda” adı altında, yukarıdan aşağıya, yani tepeden tabana doğru, siyaset baronları tarafından “tek tip” anlayışı ile oluşturulmakta, daha doğrusu, gerçek dışı argümanlar kullanılarak, kamuoyu, belli amaçlara göre “dizayn” edilmektedir.

 

“GERÇEKLERİ ÇARPITMA”NIN MUHTEŞEM ÖRNEKLERİ

Tarihte, ilk sistemli örnekleri, Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in uygulamalarında görülen “toplum mühendisliği” yöntemleriyle, sürekli olarak, “planlı bilgi bombardımanı”na maruz kalan insanlar, kendi başlarına düşünebilme ve kendilerine empoze edilen bilgileri sorgulama imkanı bulamazlar. Sorgulama yetenekleri köreltilerek (“iktidar” ve “muhalefet” taraftarları şeklinde), karşıt iki kampa bölünen insanlar, birbirleri ile girdikleri ve hiçbir sonuç getirmeyecek kısır tartışmalarla, enerjilerini ve vakitlerini boşa harcarlar.

Sorgulama ve kendi başlarına görüş oluşturabilme yetenekleri köreltilen toplumda, çoğu zaman asılsız ve/veya çarpıtılmış bilgiler kullanılarak, “siyaset baronlarının çıkarlarını besleyecek iddialar”ı, kabul ettirmeyi kolaylaştıran, canhıraş bir mücadele ortamı oluşur.

Bu tür iddialara örnek olarak, bugün Türkiye’de “Cumhuriyet karşıtı” siyasi cephe tarafından, sürekli kullanılmakta olan 12 Adalar meselesine bir bakalım: Ege Denizi’ndeki 12 Adalar, Trablusgarp Savaşı sonrası 18.10.1912 tarihinde imzalanan, “Uşi Antlaşması” ile İtalyanlara bırakıldığı halde, bugün ısrarla, “İsmet İnönü tarafından Yunanistan’a verildiği”ni iddia ediyorlar. Bu söylem, asla iddia sahiplerinin cehaletinden kaynaklanmıyor; ama, bu iddiayı ileri sürenler, “halkın, Uşi antlaşmasını ve Lozan antlaşmasının metnini bilemeyeceği” gerçeğinden hareketle, Cumhuriyet’i kuran iradeyi ve bugün o iradeyi yaşatmaya çalışan toplum kesimlerini karalamak için, oldukça başarılı bir şekilde kullanıyorlar.

Bu cephe tarafından, aynı şekilde, “Kıbrıs adasının da, Cumhuriyeti kuranlar tarafından, İngilizlere (ve sonra da Rumlara)  verildiği” iddia ediliyor! Halbuki, Kıbrıs adası, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi (meşhur “93 Harbi”) sonrasında, İngiltere ile 04 Haziran 1878 tarihinde imzalanan, “Kıbrıs Sözleşmesi” ve 70 gün sonra 14.08.1878 tarihinde imzalanan, tek maddelik ikinci bir antlaşma ile, Padişah II.Abdülhamit tarafından, “yıllık, 22 bin 936 Kese Altın” karşılığında, İngilizlere kiralanmış ve bir daha da geri alınamamıştır. Aynı çevreler, “II. Abdülhamit döneminde, Osmanlı Devleti’nin tek bir karış bile toprak kaybetmediğini” iddia etseler de, sadece 93 Harbi’nden sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile, Osmanlı Devleti, 287.510 kilometrekare (bugünkü Türkiye’nin 3’te biri kadar) toprak kaybetmiştir.

Halka, gerçekleri anlatarak kendi yanına çekmek yerine, tarihsel ve o güne ait gerçekleri çarpıtarak ve/veya tamamen asılsız iddialar ileri sürerek kamuoyunu dizayn etmek, günümüz Türkiyesi’ne hakim siyaset baronlarının vazgeçilmez davranış şeklidir.

 

VE BALIKESİR’DEN BİR ÖRNEK

Buna benzer olarak, Balıkesir’den de bir örnek vermek gerekirse; 2009 yılında Belediye seçimlerini kazanan İsmail Ok’un, ilk yaptığı açıklamaları hatırlatabiliriz. İsmail Ok, kendisinden önceki Belediye Başkanı Sabri Uğur’u, Belediyeyi aşırı borç batağına sürüklemekle suçlamış ve “Sabri Uğur, Balıkesir Belediyesi’ni, 120 milyon lira borçlandırmıştır.” söylemini, tüm görevi süresince dilinden düşürmemiştir.

Halbuki, Sabri Uğur’un görev yaptığı 2004-2009 yılları arasında, Balıkesir Belediyesi, hiçbir yerden tek kuruş “yeni” borç almadığı gibi, AK Parti iktidarından da, tek kuruş para yardımı talep etmemiştir!!! Peki, bu konudaki gerçek neydi dersiniz? Evet, İsmail Ok Belediye Başkanı olduğu gün, Balıkesir Belediyesi’nin, gerçekten de İller Bankası’na, takriben 120 milyon lira borcu vardı! Ama, bu borç, daha önceki Başkanlar döneminde (çok çok iyi şartlarla) alınmış (ve bir kısmı o zaman ve bir kısmı da Sabri Uğur zamanında), İkizcetepeler Barajı, İçmesuyu Arıtma Tesisi, Atıksu Arıtma Tesisi, İçmesuyu ve Kanalizasyon şebekelerinin yenilenmesi vb işler için kullanılmıştı! Hem faiz oranları ve hem de ödeme planları bakımından, o döneme göre fevkalade elverişli şartlarla alınmış olan o paralarla, yukarıda sözü geçen işler gerçekleştirilmiş ve Sabri Uğur tarafından (hem de, seçimlerden çok önce) tamamı hizmete alınmıştı.

Burada, İller Bankası’ndan o kredileri, o kadar düşük faiz oranları ve o derece kolay ödeme şartları ile alabilmiş olan Belediyemizin çok değerli eski Başkanları Ziyaettin Tan’a ve Sami Gökdeniz’e, şehrimiz halkı adına teşekkür borçlu olduğumuzu ifade etmemiz lazım!..

Buna benzer, “Akıncılar Kentsel Dönüşüm Projesi” ve “asfalt parası” denilen bazı dezenformasyon konuları daha var ki, herbiri akıllara zarar çarpıtmalarla, siyasi malzeme olarak kullanılmıştır! Bu konuların ayrıntıları, bu yazının hacmini aşacağından girmiyorum; ancak, Balıkesir halkı, 2009’daki yerel seçimlerde, tüm bu asılsız iddiaları “gerçek” zannederek oy kullandı ve Sabri Uğur’un başlattığı, şehrimizin değişim ve gelişme sürecinin durmasına sebep oldu. Böylece, 2009’da kendi ayaklarına kurşun sıkan Balıkesirlilere, 2004-2009 döneminde almış oldukları hizmetlerin oldukça fazla gelmiş olduğunu ve maalesef, o dönemde kendileri için harcanan emekleri hak etmemiş olduklarını ifade etmemiz gerekiyor!

 

EN TEMEL İLKE: HALKI ALDATMAMAK

Günümüzün medeni ülkelerinde, ne sebeple ve ne amaçla olursa olsun, halkın (ve bireylerin de) aldatılması, kesinlikle “suç”tur! Bilhassa, kamu adına kamusal konularda halka yalan söylemek, hem siyaseten hem de hukuken “intihar etmek”le eşdeğer bir davranıştır. İnsanları aldattığı mahkemelerce sabit görülen hiç, ama hiç kimse, o ülkelerde mesleki, toplumsal ve siyasi kariyerlerini sürdüremezler. Çünkü, yasalar, o kişileri, her türlü toplumsal hizmetlerden alıkoyar! Ve toplumlar da, birlik halinde o yasaların ve yasaları uygulayanların arkasında yer alır. Geri kalmış ülkelerde, vatandaşın “yasalara ve toplumsal kurallara sahip çıkma ve koruma kültürü” yoktur!

Gerek, siyasilerin, fikirlerini ve geleceğe dair projelerini seçmen kitlelerine anlatmak için kullandıkları “propaganda” ve gerekse, iş dünyasının “reklam” faaliyetleri ile ilgili yasal düzenlemelerin ortak temel mantığı, “halkın aldatılmaması”dır! Yani, hiç kimse, ticari mal ve hizmetlerini de, siyasi düşüncelerini de, gerçek dışı ifadelerle halka anlatamaz!

Bugün ülkemizde, ticari mal ve hizmetlerle ilgili gerçek dışı tanıtımlar ve reklamlar konusunda (gerek muhteva ve hükümler ve gerekse uygulama bakımlarından hayli yetersiz de olsa) bazı yasal düzenlemeler mevcuttur. Ancak, siyasi konularda halka yalan söylemenin maalesef ülkemizde hiçbir yasal (ve toplumsal) müeyyidesi yoktur! Bu konu ila ilgili anlayış ise, halkın, kendisine doğru ve yalan söyleyenlerin hesabını, seçim sandıklarında görmesi şeklindedir!

Kısacası, Türkiye’de siyasetçiler, “halka yalan söyleme hakkına ve hürriyetine” sahip olan tek zümredir! Durum böyle olunca, “halkı yalanlara inandırmanın yolları ve yöntemleri”, siyasilerin propaganda faaliyetlerinin temelini teşkil eder hale geliyor.

Çağdaş demokratik toplumlarda, “gerçek dışı ifadelere dayanan” reklamlardan ve propagandalardan istenilen sonuçların alınması imkansız derecede zor ve risklidir! Ne yazık ki, Türkiye gibi geri memleketlerde, hem yasal müeyyideler olmadığından, bu konuda, neredeyse hiçbir risk söz konusu değildir!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.