Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

KAMUOYUNUN “OLUŞMASI” YA DA “OLUŞTURULMASI”-II

Geçen haftaki yazımızda, ülke kamuoyunun, “doğal oluşma” yönünün, “aşağıdan yukarıya” yani, “çevreden merkeze” doğru olması gerektiğine işaret etmiş ve son 45-50 yıldır, başta bilim ve teknoloji olmak üzere, hemen her alanda dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelişmelerin etkisiyle, ilkemizdeki “doğal kamuoyu oluşma sistemi”nin nasıl bozulduğu üzerinde durmuş, kahvehanelerin “sosyal paylaşım” mekanları olmaktan çıkarak, “zaman öldürme” yerleri haline dönüştüğüne işaret etmiştik… Bu hafta da, konumuza, kaldığımız yerden devam ediyoruz…   “MAHALLİ ORTAK GÖRÜŞ” ORTAYA ÇIKMIYOR! Gündemle ilgili olarak, tamamen “bireysel bilgi edinme mecraları” ile kuşatılmış olan bugünün insanları, zaman zaman bir araya geldikleri yakın çevrelerindeki insanlarla olan sohbetlerinde de,  “karşılıklı görüş alış-verişinde bulunmak” yerine, birbirlerine, “kendi bireysel görüşünü dayatmak ve kabul ettirmek” için uğraşıyor. Yapılan bu gibi sohbetlerden, hiç kimse kimseden yeni bir şey öğrenmediği gibi, insanlar, tamamen kendi görüş ve kanaatlerini muhafaza ederek (hatta, inatla kemikleştirerek) ayrılıyorlar. Tabii, böyle olunca da, eskiden olduğu gibi, o insanların kendilerinin yaşamakta oldukları yerlerden kaynaklanan mahalli, doğal ve birinci derecede doğrudan kendilerini ilgilendiren rafine gündem konuları, “mahalli ortak görüş” haline gelemediğinden, yukarılara, yani merkeze de taşınamıyor! Ülkemiz halkı, bireysel olarak merkezden(yukarıdan) yapılan, tepedekilerin “planlı ve belli bir menfaatlerine göre şekillendirilmiş” enformasyon bombardımanı altında, kendi doğal görüşlerini ortaya koyma, kendi taleplerini ülke gündemine taşıma şartlarını ve gücünü tamamen yitiriyor! Ve tabii, bu durum, Ankara’daki Siyaset Baronlarına, “halka, tepeden gündem empoze etme” imkânı verdiğinden,  “oy potansiyellerini korumak (ve arttırmak)” için, işlerini fevkalade kolaylaştırıyor!   “KENDİ GEMİLERİNİ YÜZDÜREN” KAPTANLARIN ÜLKESİ! Halka farklı kanallardan ulaştırılan; ama, aslında belli, tek bir merkezden sevk ve idare edilen ve bireysel olarak doğrulanmalarına imkân bulunmayan bilgilerle yüklü, gerçeklerden uzak (ya da çarpıtılmış), tamamen propaganda amaçlı (pek çoğu lüzumsuz) gündelik enformasyon bombardımanı altında kalan insanlar, hem kendileri ve hem de ülke için, “neyin doğru ve neyin yanlış” olduğu hususunda, gerçekte hiçbir zaman doğru bir fikre sahip olamıyorlar! Bu durumda, insanlar, ancak “kendi gemilerini yüzdürme” derdine düşüyorlar ve başka bir şey yapamaz hale geliyorlar! İnsanların çoğu batarken, önceleri kendi gemilerini kurtaran bazıları olur elbette; ne var ki bu, toplumsal bakımdan “sürdürülebilir” bir durum değildir. Nihayet, Titanic gibi, onların gemileri de batar; ama, bu arada ülke ve devlet kaybedilmiş olur! İşte, tam bu noktada, toplum olarak, koskoca Osmanlı devletinin sonunun nasıl geldiğini ve 84 milyon Osmanlı Altın Lirayı (348 milyon Dolar ve 1924 devlet bütçemiz 141,3 milyon TL’dir) aşan Osmanlı borçlarının sırtımıza nasıl yüklendiğini (ve o borçları ne gibi zorluklarla ödediğimizi) çok iyi öğrenmemiz ve anlamamız gerekiyor!.. Yani, Atatürk’e ve tek parti dönemine küfrederek, Marshall yardımı ile başlayan ve “ABD Yardımları” adı altında devam eden, dışarıdan borçlanmalarla halka “sun’î teneffüs” yaptıran DP dönemini övmekle, halen ülke olarak karşı karşıya bulunduğumuz problemlerin çözülemeyeceğini görmemiz, anlamamız lazım! Tabii, Osmanlı devletinin hiç olmazsa son 200 yılına ve Cumhuriyet’in ilk 25 yılına ait gerçekleri, adam gibi doğru kaynaklardan okumadan ve öğrenmeden de bunu yapamayız. Örneğin, son derece kasıtlı ve hainane sebeplerle, Trablusgarp Harbi’nden sonra, 18.10.1912 tarihinde imzalanan “Uşi Antlaşması (Uşi, Lozan şehrinin, banliyö semtlerinden biridir)” ile İtalyanlara verilen Ege Denizi’ndeki 12 Adalar’ı, İstiklal Harbi’nden sonra, 24 Temmuz 1923 tarihli “Lozan Antlaşması” ile kaybettiğimizi yazanlardan tarih okumakla olmuyor bu işler!..   HER DURUMDA “KAZANAN” TARAF OLMAK! Maalesef, mevcut durum, merkezdeki Siyaset Baronlarının işlerini oldukça kolaylaştırıyor. Ülke genelinde etkili yayın yapabilecek (konvansiyonel ve internet) medya sistemlerini kurmak (ve mevcutları ele geçirmek), halkı, istenilen yönde sevk ve idare etmek için yeterlidir. Üstelik, bu sistem bir kere kuruldu mu da, bir daha kimse kolay kolay bozamıyor! Neticede, her seçim, bizim çocukken oynadığımız “Dokuz Taş” oyunundaki (sadece tek bir taşla oynayarak), rakibin tüm taşlarını ütmeye (almaya) imkân veren  “vargel” dediğimiz düzenek haline geliyor. Nasıl ki, Dokuz Taş oyununda, taraflardan biri kendi vargel düzeneğini kurduktan sonra, rakibin hiçbir şansı kalmıyorsa, bugünkü medya sisteminde (konvansiyonel ve internet medya ağlarında) de, kendi vargelini kuran siyasi taraf karşısında, rakiplerin (aslında milletin) hiçbir şansları kalmıyor; taa ki, vargeli kuran taraf, aptalca bir hata yapsın ve kurduğu düzen bozulsun!..   “HUKUKA GÜÇ VEREN” ANCAK TOPLUMDUR, TOPLUM GÜÇ VERMEDEN HUKUK OLMAZ! Bugün, Türkiye de dahil olmak üzere, iktidarların, devlet imkânlarını ve gücünü kullanarak, siyasi (ve ekonomik) rakiplerine karşı, kendi vargel mekanizmalarını kurabildikleri tüm ülkelerde durum böyledir. Ve bunu önlemenin tek yolu ise, “halkın, her durumda, topyekun olarak arkasında duracağı” etkili bir “hukuk sistemi”nin var olmasıdır. Eğer bir ülkede hukuk sistemi, devletin başında bulunan kişiler de dahil olmak üzere, toplumda “güçlü” olarak görülenleri de (suç teşkil eden fiilleri söz konusu olduğunda) “savcıların karşısına dikemiyorsa”; yani, kanunlar (ve maalesef “din” de), sadece “güçsüzlerin baskı altında tutulması için” varsa; o ülkede, hukukun varlığından söz edilemeyeceği gibi, hiçbir manada “ortak” bir gelecekten de söz edilemez!.. Bir sonraki yazımızda da bu konuya devam edeceğiz ve inşallah, modern toplumlarda, kamuoyu oluşma süreçlerinin, nasıl kendi doğal mecralarında ve istikametlerinde oluşabildiği konusu üzerinde duracağız.
Ekleme Tarihi: 07 Şubat 2022 - Pazartesi

KAMUOYUNUN “OLUŞMASI” YA DA “OLUŞTURULMASI”-II

Geçen haftaki yazımızda, ülke kamuoyunun, “doğal oluşma” yönünün, “aşağıdan yukarıya” yani, “çevreden merkeze” doğru olması gerektiğine işaret etmiş ve son 45-50 yıldır, başta bilim ve teknoloji olmak üzere, hemen her alanda dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelişmelerin etkisiyle, ilkemizdeki “doğal kamuoyu oluşma sistemi”nin nasıl bozulduğu üzerinde durmuş, kahvehanelerin “sosyal paylaşım” mekanları olmaktan çıkarak, “zaman öldürme” yerleri haline dönüştüğüne işaret etmiştik… Bu hafta da, konumuza, kaldığımız yerden devam ediyoruz…

 

“MAHALLİ ORTAK GÖRÜŞ” ORTAYA ÇIKMIYOR!

Gündemle ilgili olarak, tamamen “bireysel bilgi edinme mecraları” ile kuşatılmış olan bugünün insanları, zaman zaman bir araya geldikleri yakın çevrelerindeki insanlarla olan sohbetlerinde de,  “karşılıklı görüş alış-verişinde bulunmak” yerine, birbirlerine, “kendi bireysel görüşünü dayatmak ve kabul ettirmek” için uğraşıyor. Yapılan bu gibi sohbetlerden, hiç kimse kimseden yeni bir şey öğrenmediği gibi, insanlar, tamamen kendi görüş ve kanaatlerini muhafaza ederek (hatta, inatla kemikleştirerek) ayrılıyorlar.

Tabii, böyle olunca da, eskiden olduğu gibi, o insanların kendilerinin yaşamakta oldukları yerlerden kaynaklanan mahalli, doğal ve birinci derecede doğrudan kendilerini ilgilendiren rafine gündem konuları, “mahalli ortak görüş” haline gelemediğinden, yukarılara, yani merkeze de taşınamıyor! Ülkemiz halkı, bireysel olarak merkezden(yukarıdan) yapılan, tepedekilerin “planlı ve belli bir menfaatlerine göre şekillendirilmiş” enformasyon bombardımanı altında, kendi doğal görüşlerini ortaya koyma, kendi taleplerini ülke gündemine taşıma şartlarını ve gücünü tamamen yitiriyor! Ve tabii, bu durum, Ankara’daki Siyaset Baronlarına, “halka, tepeden gündem empoze etme” imkânı verdiğinden,  “oy potansiyellerini korumak (ve arttırmak)” için, işlerini fevkalade kolaylaştırıyor!

 

“KENDİ GEMİLERİNİ YÜZDÜREN” KAPTANLARIN ÜLKESİ!

Halka farklı kanallardan ulaştırılan; ama, aslında belli, tek bir merkezden sevk ve idare edilen ve bireysel olarak doğrulanmalarına imkân bulunmayan bilgilerle yüklü, gerçeklerden uzak (ya da çarpıtılmış), tamamen propaganda amaçlı (pek çoğu lüzumsuz) gündelik enformasyon bombardımanı altında kalan insanlar, hem kendileri ve hem de ülke için, “neyin doğru ve neyin yanlış” olduğu hususunda, gerçekte hiçbir zaman doğru bir fikre sahip olamıyorlar!

Bu durumda, insanlar, ancak “kendi gemilerini yüzdürme” derdine düşüyorlar ve başka bir şey yapamaz hale geliyorlar! İnsanların çoğu batarken, önceleri kendi gemilerini kurtaran bazıları olur elbette; ne var ki bu, toplumsal bakımdan “sürdürülebilir” bir durum değildir. Nihayet, Titanic gibi, onların gemileri de batar; ama, bu arada ülke ve devlet kaybedilmiş olur! İşte, tam bu noktada, toplum olarak, koskoca Osmanlı devletinin sonunun nasıl geldiğini ve 84 milyon Osmanlı Altın Lirayı (348 milyon Dolar ve 1924 devlet bütçemiz 141,3 milyon TL’dir) aşan Osmanlı borçlarının sırtımıza nasıl yüklendiğini (ve o borçları ne gibi zorluklarla ödediğimizi) çok iyi öğrenmemiz ve anlamamız gerekiyor!.. Yani, Atatürk’e ve tek parti dönemine küfrederek, Marshall yardımı ile başlayan ve “ABD Yardımları” adı altında devam eden, dışarıdan borçlanmalarla halka “sun’î teneffüs” yaptıran DP dönemini övmekle, halen ülke olarak karşı karşıya bulunduğumuz problemlerin çözülemeyeceğini görmemiz, anlamamız lazım! Tabii, Osmanlı devletinin hiç olmazsa son 200 yılına ve Cumhuriyet’in ilk 25 yılına ait gerçekleri, adam gibi doğru kaynaklardan okumadan ve öğrenmeden de bunu yapamayız. Örneğin, son derece kasıtlı ve hainane sebeplerle, Trablusgarp Harbi’nden sonra, 18.10.1912 tarihinde imzalanan “Uşi Antlaşması (Uşi, Lozan şehrinin, banliyö semtlerinden biridir)” ile İtalyanlara verilen Ege Denizi’ndeki 12 Adalar’ı, İstiklal Harbi’nden sonra, 24 Temmuz 1923 tarihli “Lozan Antlaşması” ile kaybettiğimizi yazanlardan tarih okumakla olmuyor bu işler!..

 

HER DURUMDA “KAZANAN” TARAF OLMAK!

Maalesef, mevcut durum, merkezdeki Siyaset Baronlarının işlerini oldukça kolaylaştırıyor. Ülke genelinde etkili yayın yapabilecek (konvansiyonel ve internet) medya sistemlerini kurmak (ve mevcutları ele geçirmek), halkı, istenilen yönde sevk ve idare etmek için yeterlidir. Üstelik, bu sistem bir kere kuruldu mu da, bir daha kimse kolay kolay bozamıyor!

Neticede, her seçim, bizim çocukken oynadığımız “Dokuz Taş” oyunundaki (sadece tek bir taşla oynayarak), rakibin tüm taşlarını ütmeye (almaya) imkân veren  “vargel” dediğimiz düzenek haline geliyor. Nasıl ki, Dokuz Taş oyununda, taraflardan biri kendi vargel düzeneğini kurduktan sonra, rakibin hiçbir şansı kalmıyorsa, bugünkü medya sisteminde (konvansiyonel ve internet medya ağlarında) de, kendi vargelini kuran siyasi taraf karşısında, rakiplerin (aslında milletin) hiçbir şansları kalmıyor; taa ki, vargeli kuran taraf, aptalca bir hata yapsın ve kurduğu düzen bozulsun!..

 

“HUKUKA GÜÇ VEREN” ANCAK TOPLUMDUR, TOPLUM GÜÇ VERMEDEN HUKUK OLMAZ!

Bugün, Türkiye de dahil olmak üzere, iktidarların, devlet imkânlarını ve gücünü kullanarak, siyasi (ve ekonomik) rakiplerine karşı, kendi vargel mekanizmalarını kurabildikleri tüm ülkelerde durum böyledir. Ve bunu önlemenin tek yolu ise, “halkın, her durumda, topyekun olarak arkasında duracağı” etkili bir “hukuk sistemi”nin var olmasıdır.

Eğer bir ülkede hukuk sistemi, devletin başında bulunan kişiler de dahil olmak üzere, toplumda “güçlü” olarak görülenleri de (suç teşkil eden fiilleri söz konusu olduğunda) “savcıların karşısına dikemiyorsa”; yani, kanunlar (ve maalesef “din” de), sadece “güçsüzlerin baskı altında tutulması için” varsa; o ülkede, hukukun varlığından söz edilemeyeceği gibi, hiçbir manada “ortak” bir gelecekten de söz edilemez!..

Bir sonraki yazımızda da bu konuya devam edeceğiz ve inşallah, modern toplumlarda, kamuoyu oluşma süreçlerinin, nasıl kendi doğal mecralarında ve istikametlerinde oluşabildiği konusu üzerinde duracağız.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.